Din Kürsüde Değil, Hayatın İçindedir
Din Kürsüde Değil, Hayatın İçindedir.
Din, çoğu zaman belirli zümrelerin, unvanların ve kurumsal yapıların tekelinde bir "uzmanlık alanı" gibi sunulmaya çalışılır. Oysa Kur’an’ın inşa etmeyi hedeflediği din anlayışı; dar mekânlara, belirli sınıflara ve soğuk duvarlara hapsedilemeyecek kadar canlı, sahici ve hayata içkindir.
Din; yalnızca kürsülerden yankılanan bir hitabet, kitap raflarında bekleyen bir bilgi veya ritüellerle sınırlanan bir form değildir. Aksine din; insanın gündelik hayatında adalet, ahlak ve sorumluluk olarak tezahür eden bir bilinç durumudur.
Kur’an: Raflarda Değil, Hayatta Okunan Kitap
Kur’an, indirildiği toplumda teorik tartışmalar yürütmek için değil; mevcut zulümlere, ahlaki çöküşe ve sosyal adaletsizliğe somut bir müdahale olarak gelmiştir. Vahiy; ölçüde hile yapanlara, yetimi ezenlere, güçlüyü kutsayıp zayıfı yok sayanlara karşı bir itiraz çığlığıdır.
Bu yönüyle Kur’an’ı yegâne kaynak bilenler, onu yalnızca okuyarak değil; hayata tercüme ederek anlar. Kur’an;
- Tartıdaki dürüstlükte,
- Verilen sözdeki sadakatte,
- Emanete sahip çıkmadaki güvenilirlikte,
- Öfke anındaki ölçülülükte konuşur.
İman, bu anlayışta bir "kimlik etiketi" değil; süreklilik arz eden bir ahlaki sorumluluk halidir.
Din Adamlığı Değil, Şahitlik Sorumluluğu
Kur’an, bir "din adamları sınıfı" (ruhbanlık) inşa etmez; aksine her bireyi hakikatin şahidi kılar. Vahiy; aracılara değil; akla, vicdana ve doğrudan insana hitap eder. Bu nedenle hakikati anlamanın yolu sadece akademik koridorlardan değil; çarşıdan, pazardan ve hayatın yükünü omuzlayan insanların tecrübelerinden geçer.
Peygamberlerin hayatı bunun en sarih örneğidir. Onlar halktan kopuk aristokratlar değil; halkın içinde ticaret yapan, haksızlığa itiraz eden ve bedel ödeyen öncülerdi. Onları değerli kılan; sahip oldukları makamlar değil, vahyi yaşayan bir adalet ilkesine dönüştürmeleridir.
Aracısız Din, Doğrudan Sorumluluk
Kur’an merkezli din anlayışı, insanı pasif bir takipçi veya "mürit" olmaktan çıkarıp; düşünen, sorgulayan ve sorumluluk alan bir özneye dönüştürür. Bu yaklaşımda din:
- Aktarılan değil, yaşanan,
- Ezberlenen değil, tanıklık edilen,
- Aracılarla değil, doğrudan Kur’an ile kurulan bir bağdır.
Sonuç olarak; din kürsüde dondurulan bir hitabet değil, hayatın içinde sınanan bir hakikattir. Kur’an insanı hayattan koparmaya değil, hayatı anlamlandırmaya çağırır. Gerçek dindarlık; gösterişli cümlelerde değil, yaşanılan ahlakta kendini ele verir.

Yorumlar
Yorum Gönder