Bu Blogda Ara

ayet tefsiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ayet tefsiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Haziran 2025 Perşembe

Masallar Değil Mücadele Mûsâ Örneği



    Masallar Değil Mücadele: Kur’an’da Mûsâ Örneği Üzerinden Kurtuluşun Gerçek Yolu

    Giriş: Mûsâ'yı Sihirle Anlayanlar

    Toplumlar, tarih boyunca zor zamanlarda kurtarıcı figürler beklemiş, bu figürlere de çoğu zaman doğaüstü güçler atfetmiştir. Ne var ki, Kur’an’da sunulan peygamber örneği bu halk tahayyülünü ciddi biçimde sarsar. Mûsâ kıssası da bu bağlamda en çarpıcı örneklerden biridir. Mûsâ, ne sihirli bir değnekle Firavun’un sarayına girip toplumu bir anda özgürleştirmiştir ne de halkına sadece mucizeler yoluyla bir kurtuluş sunmuştur. Aksine, Kur’an’ın bize sunduğu Mûsâ, uzun bir eğitim sürecinden geçen, bilinç inşası yapan, gece evleri mescit haline getirip örgütlenen, sabırla ve akılla yol alan bir önderdir.

    Medyen’de Eğitim: Zihinsel ve Ahlakî İnşa Süreci

    Kur’an, Mûsâ’nın Medyen’e gidişini bir sürgün değil, bir inşa dönemi olarak aktarır. (bkz. Kasas 28:14–28). Burada, Mûsâ sadece fiziksel olarak uzaklaşmamış, aynı zamanda içsel bir dönüşüm geçirmiştir. Kendini tanımış, adalet duygusunu derinleştirmiş, sabır, sorumluluk ve liderlik gibi erdemleri edinmiştir. Bu dönem, bir "peygamber okulu" gibidir. İlahi mesaj da bu içsel hazırlığın ardından gelmiştir: "O, olgunluk çağına erişip kemale erdiğinde, ona hüküm ve ilim verdik." (Kasas 28:14)

    Evleri Mescit Yapmak: Gizli Örgütlenme ve Bilinç İnşası

    Mûsâ’ya vahyedilen ilk eylemlerden biri, halkıyla birlikte evlerini mescit yapmasıdır:
    "Ve Mûsâ ile kardeşine vahyettik: Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın, evlerinizi kıble yapın ve salâtı ikame edin..." (Yûnus 10:87)
    Bu ayet, açıkça bir bilinçlenme ve örgütlenme çağrısıdır. Salât burada bireysel dua değil, bir vahiy eğitimi, toplu bilinçlenme ve kolektif direniş planı olarak işlev görmektedir. Mûsâ'nın mucize değil, bilgi ve örgütlülükle hareket ettiği görülmektedir.

    Mucize Değil Mücadele

    Kur’an’daki asa (baston) anlatımı da çoğu zaman yanlış yorumlanmaktadır. Asa, Mûsâ'nın elindeki bir sihirli değnek değil, temsilî olarak onun gücüdür; aynı zamanda bastığı zeminle olan bağıdır. Kur’an, mucizeye değil, bilinçli çabaya vurgu yapar. Eğer asa sihirli olsaydı, en kısa yol Firavun’un başına vurmaktır; ama Kur’an bize bu yolu göstermez. Çünkü gerçek kurtuluş, sabır, kararlılık ve hakikate dayalı mücadeleyle mümkündür.

    Pasif Bekleyişe Karşı Aktif İnşa

    Kur’an’da halkın Mûsâ’ya yönelik şu talebi dikkat çekicidir: "Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız." (Mâide 5:24). Bu sözler, toplumların peygamberi bile bir "mucizeci kurtarıcı"ya indirgediğini gösterir. Kur’an bu zihniyeti açıkça eleştirir. Peygamberler, halkın yerine iş gören figürler değil, halkı bilinçlendiren, ayağa kaldıran öncülerdir.

    Sonuç: Mûsâ’yı Masaldan Kurtarmak

    Mûsâ’nın kıssası bir masal değil, çağlar üstü bir mesajdır. Onu sihirli bastonla mucizeler yapan bir figüre indirgemek, Kur’an’ın mesajını boşa çıkarmaktır. Asıl mucize, karanlık gecelerde evleri mescit haline getirip, orada yeni bir toplumun temellerini atmaktır. Mûsâ, kurtuluşun ancak bilgi, irade ve sabırla mümkün olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, bugünün insanı için de Mûsâ sadece bir tarihsel figür değil; bir bilinç modeli, bir kurtuluş pedagojisidir.


    ---

    UYARI / HATIRLATMA


    Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

    Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. 

    Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

    Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

    2 Mayıs 2025 Cuma

    Nebiler Dinin Erbabı mıdır ? 📬

    📬 Nebiler Dinin Erbabı mıdır ?


    Din, Toplumsal Adaletin Temelidir

    Din, insanların toplumsal ilişkilerini düzenlemek için vardır. Tek başına, izole bir hayat süren bir bireyin dini kurallara ihtiyacı yoktur; çünkü böyle bir durumda sosyal adalet sorunu doğmaz. Ancak insanlar bir arada yaşamaya başladıklarında; ticaret, paylaşım, hak ve sorumluluk gibi konular kaçınılmaz hale gelir. Bu noktada, ilişkileri düzenleyecek kurallara ihtiyaç duyulur. İşte dinî kurallar da bu ihtiyacı karşılamak üzere ortaya çıkar.












    Toplum oluşturmak isteyen insanlar, birbirleriyle sağlıklı ilişkiler kurmak zorundadır. Devlet yapılanmasının temeli de burada yatar: Birbirine muhtaç bireylerin birlikte yaşayabilmesini sağlayacak adil kurallar.

    İnsanlar, kendi aralarında adaletli düzenler kuramadıklarında, Yaratıcı devreye girer. Bu durumda, insanlar için en doğru hükümler vahiy yoluyla bildirilir. Bu vahiyler, genellikle adaletin kaybolduğu ve zulmün yaygınlaştığı dönemlerde peygamberler aracılığıyla insanlara ulaştırılır. Bu sistemin merkezinde, insanlar arası adaleti tesis etmek yer alır:

    Nahl 90: “Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi emreder; kötülükten, fuhuştan ve azgınlıktan sakındırır. Size öğüt vermektedir; umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.”

    Nisâ 58: “Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz Allah, her şeyi işiten ve görendir.”

    Kur’an ile gelen hükümler, insanı bir misak (sağlam söz) ile bağlar. Ayetleri işiten insan, onlara uyacağına dair söz verir ve böylece sorumluluk altına girer:

    Mâide 7: “Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve ‘işittik, itaat ettik’ dediğinizde verdiğiniz misakı hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, kalplerde olanı hakkıyla bilendir.”

    Kur’an’ın indirilişi sırasında çok fazla soru sorulmasının istenmemesi de bu bağlamda anlam kazanır. Çünkü insanlar, ayrıntılarla uğraşarak asıl mesajdan uzaklaşabilirler:

    Mâide 101: “Ey iman edenler! Size açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur’an indirilirken bunlara dair sorular sorarsanız, size açıklanır. Allah sizi affetti. Allah çok bağışlayandır, halîmdir.”


    İnsanın Adaletle Sınavı

    İnsan, yaratılışı gereği bazı içsel eğilimlerle donatılmıştır. Kur’an bu eğilimlere “melekeler” der. Ancak bu melekelerden biri olan iblis (negatif eğilim), insanın gelişim sürecine karşı çıkar. Bu eğilim, “sınırsız sahip olma” ve “başkalarının önüne geçme” arzusudur. Sonuçta bu tutum, adaletsizliğe neden olur.

    Bu arzuya kapılan bazı insanlar, toplumu tahakküm altına alır. Böylece ortaya, adaleti tehdit eden “melik” tipleri çıkar: Para baronları, diktatörler, din tüccarları... Bu kişiler, Tanrı buyruğunu tehdit olarak görürler. Bunun yerine kendi koydukları yasaları “din” adı altında dayatırlar. Bu ise genellikle “Allah ile aldatma” biçimini alır:

    Ali İmrân 78: “Ehl-i kitaptan bir grup, okuduklarını Kitap’tan sanasınız diye, dillerini eğip bükerler. Oysa bu, Kitap’tan değildir. ‘Bu Allah katındandır’ derler ama söyledikleri Allah katından değildir. Onlar bile bile Allah’a iftira ederler.”


    Nebinin Görevi ve Hadisler Üzerinden Uydurulan Din

    Bu kişiler yalnızca ayetleri çarpıtmakla kalmaz, aynı zamanda peygamberin ağzından söz uydurarak onun yetkisini aşmasını ima ederler. Oysa “nebi”, sadece haber veren kişidir. Görevi, Allah’ın buyruklarını insanlara ulaştırmaktır; dinin hükümlerini açıklamak ya da yeni hükümler koymak onun yetkisi değildir:

    Ali İmrân 79: “Allah, bir kişiye Kitap, hüküm ve nebilik verdikten sonra, onun insanlara ‘Allah’ı bırakıp bana kul olun’ demesini asla uygun görmez. Aksine o şöyle der: ‘Öğrettiğiniz Kitap ve inceleyerek öğrendiğiniz bilgiler gereğince Rabbe kullar olun.’”

    Ali İmrân 80: “Melekleri ve nebileri rabler edinmenizi emretmesi de düşünülemez. Siz müslüman olduktan sonra inkârı mı emredecek?”

    Dolayısıyla, peygamberin şahsına değil, onun tebliğ ettiği ayetlere bağlılık esastır. Hadis adı altında din adına uydurulan hükümleri Kur’an’ın yerine koymak, Kur’an’a göre şirk kapsamına girer:

    En‘âm 19: “De ki: Hangi şey tanıklık bakımından daha büyüktür? De ki: Allah şahittir, benimle sizin aranızda. Bu Kur’an, sizi ve ona ulaşan herkesi uyarmam için bana vahyolundu. Siz gerçekten Allah ile birlikte başka ilahların bulunduğuna mı tanıklık ediyorsunuz? De ki: Ben buna tanıklık etmem. O ancak bir tek Allah’tır. Sizin ortak koştuklarınızdan kesinlikle uzağım.”

    En‘âm 20: “Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu (Kur’an’ı) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyana sokanlarsa inanmazlar.”

    En‘âm 23-24: “Sonra onların mazeretleri, ‘Rabbimiz! Allah’a yemin ederiz ki biz ortak koşanlardan değildik!’ demekten başka bir şey olmayacaktır. Bak nasıl da kendilerine karşı yalan söylediler! Uydurdukları şeyler yanlarından kaybolup gitmiştir.”

    Bu ayetler, şirk koşanların çoğu zaman bunun farkında bile olmadıklarını gösterir. Özellikle En‘âm 20. ayette, nebinin değil, “Kitap verilenlerin” Kur’an’ı tanıdığı belirtilir. Fakat onlar, ayetlerin anlamını eğip bükerek tahrif ederler.

    ---