Bu Blogda Ara

Allah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Allah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2025 Pazartesi

ŞURA SURESİ "danışma ilkesi"



🧩 1. Vahyin Evrensel Alt Yapısı (Şûrâ 51)

“Bir beşere Allah’ın konuşması, ya vahiy yoluyla ya perde arkasından yahut bir elçi göndermek suretiyle olur...”

Bu ayet, vahyin üç farklı tarzını açıklıyor:

  • Doğrudan kalbe ilham (rûhî ve sezgisel vahiy),

  • Perde arkasından konuşma (Hz. Musa örneği),

  • Elçi gönderme (İbrahim ve Lut'a gidenler)

Ama şaşırtıcı olan şu:

Bu anlatımla Allah adeta diyor ki: Vahiy sadece peygamberlere özgü bir olay değildir. Vahyin formları, insan-bilinç-yaratan ilişkisini çok daha geniş bir zemine yayıyor. “İlham”, “sezgi” ve “doğrudan kalbe doğan hakikatler” gibi bireysel tecrübelere kozmik bir meşruiyet kazandırıyor.

Dikkat edilirse göğe yükseltip de görüşme yok.


🧠 2. “O sizin için dinden, Nuh’a emrettiğini şeriat yaptı” (Şûrâ 13)

“Sana da vahyettiğimiz şeyleri; Nûh’a ve ondan sonrakilere vahyettiğimizi, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya verdiğimizi din olarak size de yasa kıldı...”

Bu ayette şaşırtıcı olan:

  • Tüm peygamberlerin tebliğ ettiği din özde birdir.

  • Farklı çağlarda, farklı şekillerde gelen vahiyler aslında aynı özden (tektanrılıktan, tevhidden) kaynaklanır.

Yani:
İslam, Muhammedî bir icat değil; evrensel bir “dinî bilinç akışı”nın son halkasıdır.
Bu, vahyi tarihsel değil; kozmik bir bilinç devinimi olarak okumamıza kapı aralıyor.


💡 3. “Rûh”un İnişi (Şûrâ 52)

“İşte böylece sana da emrimizden bir rûh vahyettik...”

Burada Kur’an için “ruh” deniyor.

Yani Kur’an canlı, diriltici, ruhani bir varlık gibi sunuluyor.

Bu ifadeyle, Kur’an bir kitap değil; bir bilinç nefesi gibi resmediliyor. Tıpkı insanın ruhu gibi…
Ruh nasıl ki cesedi hayata geçiriyorsa, Kur’an da hakikati hayata döndüren bir nefes olarak tanımlanıyor.


🔄 4. Danışma (Şûrâ 38): Siyasi değil, varoluşsal bir ilke

“Onların işleri aralarında danışma (şûrâ) iledir.”

Sadece siyasi bir model değil.
Bu, insanî varoluşun temel ilişkisel modeli olarak sunuluyor.
Yani bir kişi veya grup kendi başına mutlak doğruya ulaşamaz. Hakikat, birlikte düşünme, birlikte arama çabasıyla doğar.
Bu ayet sanki der ki:
👉 "Bilgelik, tek başına hükmetmekten değil; birlikte tefekkür etmekten doğar."


🔥 5. Kur’an’daki Tek Sure: “Şûrâ” yani Kolektif Bilinç

Bu isme sahip tek sure: Şûrâ (Danışma).
Bu bile başlı başına dikkat çekici.

Kur’an’da geçen danışma kavramı aslında sadece siyaset değil, vahiysel bilinç yapısının ortak üretimi anlamına gelir.
Yani:

Vahiy bile bir “şûrâ” zemininde işler.
Allah, elçiye bildirir. Elçi cemaate bildirir. Cemaat tartışır, uygular, yorumlar. Bu kolektif bilinç devinimiyle din yaşayan bir organizmaya dönüşür.


🎯 6. Vahyin Tersine Yüzü: “Onlar dinlerini parça parça etti” (Şûrâ 14)

“Onlar, kendilerine bilgi geldikten sonra sırf aralarındaki ihtiras ve kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler...”

Bu ayette vahyin asıl düşmanı gösterilir:
Cehalet değil, benliktir.
Yani toplumları parçalayanın bilgisizlik değil, ego savaşı ve grup fanatizmi olduğu söyleniyor.


🎁  Harfler!

Şûrâ suresi, başında hurûf-u mukattaa olan iki farklı harf grubunu birleştiren tek suredir:

Hâ-Mîm
ve
Ayn-Sîn-Kâf

Sanki diyor ki:

“Bunlar harflerdir, bilinç kodlarıdır. Her biri bir boyut açar. Bu sure ise, bu bilinç boyutlarının bile buluştuğu eşsiz bir alandır.”


⛅ SON SÖZ:

Şûrâ Suresi, sadece bir "danışma ilkesi" değil, aynı zamanda:

  • Vahyin iniş modellerini,

  • Bilincin ruhsal kaynaklarını,

  • Tarihsel peygamberlik zincirinin tekliğini,

  • Kolektif tefekkürün önemini
    ortaya koyan bir bilinç haritasıdır.

3 Haziran 2025 Salı

Allah (haşa) namaz mı kılıyor?😱

“Salâtı sadece namaz olarak alan arkadaşlar, Allah namaz mı kılıyor?” — aslında Kur’an’daki “salât” kavramını sadece ritüel namaza indirgemeye karşı yöneltilmiş çok güçlü bir eleştiridir. Şimdi bu sorgulamayı Kur’an bağlamında ve mantıksal olarak açalım:





















---

1. Allah Salât Eder mi?

Evet, Kur’an’da Allah’ın salât ettiği açıkça belirtilir:

Ahzâb 33:43:

> “O (Allah), sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize salât eder; melekleri de (böyle yapar)...”



Ahzâb 33:56:

> “Şüphesiz Allah ve melekleri, Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve içtenlikle selam verin.”




Eğer salât = namaz ise (yani rükû, secde, kıyam gibi ritüel hareketler), bu durumda şu abes sonuç ortaya çıkar:

> Allah da mı kıyam ediyor, rükûya varıyor, secde ediyor?



Bu elbette ki akılsızca bir yorum olur. Zira Allah’a bu tür fiziksel davranışlar nispet edilemez. O hâlde demek ki salât kavramı, sadece “namaz” anlamına indirgenemez.


---

2. Salât’ın Asli Anlamı

Arapça’da "salât" kelimesinin kökü ṣ-l-w fiilidir ve şu anlamlara gelir:

dua etmek

rahmet etmek

destek olmak

yakınlık kurmak


Kur’an’da “salât” kavramı bağ kurma, destek olma, yönlendirme ve iletişimde bulunma gibi daha geniş ve çok katmanlı bir anlama sahiptir.

Bu nedenle:

Allah’ın salâtı, kullarına rahmetle yönelmesi, onları desteklemesi, onlara seslenmesidir (yani vahiydir).

Meleklerin salâtı, Allah’ın emrine uygun biçimde destek olmaları, yardım etmeleridir.

İnsanların salâtı, Allah’a yönelmeleri, O’na bağlılık göstermeleri, O’nun mesajına kulak verip hayatlarını O’na göre düzenlemeleridir.



---

3. “Salât = Namaz” İndirgemeciliği Ne Sonuç Doğurur?

Eğer biri “salât” kelimesini her geçtiği yerde “namaz” diye çevirirse, şu yanlışlara düşer:

Allah’ın namaz kıldığı gibi absürt bir anlam üretmiş olur (Ahzâb 33:43).

Meleklerin de namaz kıldığı, peygambere secde ettiği gibi yorumlar çıkar.

Kur’an’da geçen “salât”ın toplumsal, eğitsel ve ahlâkî boyutlarını tamamen dışlamış olur.


Bu durum, vahyin anlamını ritüele indirgemek, yani biçimi esas alıp amacı unutmak demektir. Oysa Kur’an, salâtı bir bilinç hâli, bir hayat disiplini, bir davet ve eğitim süreci olarak tanımlar (örneğin: Cuma 62:9–11; Tâhâ 20:14; Mâûn 107:1–7).


---

4. Salâtı Namazla Özdeşleştirme Nereden Geliyor?

Bu anlayış, özellikle hadis geleneği, fıkıh sistemi ve sünnî-şîî yorumlarla birlikte gelişmiş bir ritüel merkezli din tasavvurunun ürünüdür. Kur’an’daki salât kavramının çok yönlü anlamları, zamanla sadece bedensel ibadet formuna sıkıştırılmıştır.

Bu da beraberinde şunu getirmiştir:

> “Salât kılmıyorsan Müslüman değilsin” → Yani aslında “günde 5 vakit fiziksel hareket yapmıyorsan” demek isteniyor.
Oysa Kur’an’da salât, ahlâk, adalet, paylaşım, sabır ve eğitimle iç içe anlatılır.




---

5. Sonuç: Soruya Cevap

> Soru: “Salâtı sadece namaz olarak anlayanlara göre Allah da mı namaz kılıyor?”
Cevap: Eğer salât sadece namaz olsaydı, Allah’ın da namaz kıldığı sonucuna varılırdı — ki bu açık bir saçmalık olurdu.
Bu da gösteriyor ki:



Salât çok daha kapsamlı bir kavramdır.

Kur’an’daki “salât” her zaman “namaz” olarak çevrilemez.

Anlamı bağlamına göre “rahmet, destek, yöneliş, çağrı, eğitim” gibi geniş anlamlar içerir.


---

3 Mayıs 2025 Cumartesi

NAMAZ KILMAYI KİM ÖĞRETTİ? 🧲

 🧲 NAMAZ KILMAYI KİM ÖĞRETTİ?


Allah’ın Öğrettiği Bilgi: Av Hayvanlarının Eğitimi ve Namazın Kılınışı Üzerinden İslami Öğreti












Giriş: Kur'an, insanlara sadece ahlaki değerler ve dini hükümler sunmakla kalmaz, aynı zamanda günlük yaşamlarına dair pek çok pratik bilgi de verir. Bu bilgiler, Allah'ın insanları eğitme şeklinin bir parçasıdır. Allah, insanlara yalnızca kitabi bir öğreti değil, aynı zamanda doğa, toplumsal ilişkiler ve ibadetler gibi çeşitli alanlarda uygulamalı bilgi de sunar. Maide Suresi 4. Ayet ve Bakara Suresi 239. Ayet, Allah’ın insanlara öğrettiği bilgiyi ve bu bilgilerin nasıl içselleştirildiğini anlamamıza yardımcı olacak önemli ilkelerdir. Bu makalede, bu iki ayet ışığında av hayvanlarının eğitilmesi ve namazın kılınış şeklinin öğretisi arasındaki benzerlikler incelenecektir.

---

Allah’ın Eğitim Anlayışı: Teorik ve Pratik Öğreti


Maide 4. Ayet: Av Hayvanlarının Eğitilmesi ve Öğrenilen Bilgi


Maide Suresi 4. Ayette geçen "تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمُ اللّٰهُ" ("Onlara Allah'ın size öğrettiği şeylerden öğretirsiniz") ifadesi, Allah'ın insanlara sadece teorik bilgi değil, aynı zamanda doğayla olan ilişkilerinde kullanabilecekleri pratik bilgileri de öğrettiğini anlatır. Bu bağlamda, av hayvanlarının eğitilmesi, Allah’ın insanlara öğrettiği bilgilere dayalı bir süreçtir.


Av hayvanlarını eğitmek, Allah’ın insanlara öğrettiği bilgiyi somut bir şekilde kullanma pratiği sunar. İslam, av hayvanlarının eğitimini, doğanın doğru kullanılması ve bu süreçte adaletin sağlanması açısından önemli görür. Buradaki öğreti, yalnızca avcılık ve hayvan eğitimi ile sınırlı değildir; aynı zamanda insanın doğaya karşı sorumluluğunu, Allah’a duyduğu saygıyı ve şefkati de içerir. İnsan, Allah'ın rehberliğinde av hayvanlarını eğitirken, bu bilgi doğru şekilde ve amaçlarına uygun bir biçimde uygulanır.


Bakara 239. Ayet: Allah’ın Öğretmesi ve Namazın Kılınışı

Bakara Suresi 239. Ayet'te ise Allah'ın "وَعَلَّمَكُم مَّا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ" ("Ve size bilmediğiniz şeyleri öğretmiştir") ifadesi, Allah’ın insanlara sadece teorik bilgileri değil, aynı zamanda hayatın her alanında ne yapacaklarına dair pratik rehberlik de sağladığını belirtir. Bu öğreti, insanların Allah’a yaklaşmaları ve O’nunla olan bağlarını güçlendirmeleri için gereklidir. Namaz (salat) da bu öğretinin en önemli örneklerinden biridir.


Salat, Allah tarafından öğretilmiş bir ibadet biçimidir. Salâtın kılınışı, Allah’ın insanlara verdiği özel bir bilgiye dayanır. Salat, her yönüyle, Allah’tan alınan bir öğretidir ve bir öğretinin pratik bir uygulama alanıdır. Allah, salatın nasıl kılınacağına dair yönlendirmeyi Kitap’ta ince duzeltmeler ile insanlara sunmuştur. Namaz, bu öğretiyi nesilden nesile aktarılacak şekilde, her dönemde doğru bir biçimde yerine getirilmesi gereken bir ibadet halini alır.

---

İki Öğretinin Ortak Noktaları: Teorik ve Pratik Eğitim

1. İçsel ve Dışsal Bilgi

Hem av hayvanlarının eğitimi hem de namazın kılınışı, bir içsel bilgiye (niyet, ihlas) ve dışsal bilgiye (şekil, hareketler) dayalı bir eğitim sürecidir. Av hayvanları, eğitmenlerinin Allah’ın öğrettiği bilgilerle doğru bir şekilde yönlendirilirken, namazda da Allah’ın öğrettiği hareketler, kelimeler ve niyetlerle doğru bir biçimde yerine getirilir. Her iki durumda da, insanın kalbi ve vicdanı yönlendirici bir faktördür; fakat doğru eyleme dönüşen bu içsel bilgi, dışsal bir uygulama ile pekiştirilir.


2. Allah’ın Rehberliği ve Doğa ile İlişki

Allah, insanlara yalnızca teorik bir bilgi değil, doğayla olan ilişkilerini düzenlemeleri için de bir rehberlik sağlar. Av hayvanlarını eğitmek, doğayla uyumlu bir yaşamın parçasıdır ve insanın doğaya karşı sorumluluğunu gösterir. Aynı şekilde, namaz da insanın Allah ile ilişkisini düzenler. Her iki öğretide de Allah’ın bilgisi, insanın yaşamını düzenleyen ve ona yön veren bir temel oluşturur. Namaz, Allah’a olan itaatin bir yansıması olarak, av hayvanlarının eğitilmesi de insanın doğaya ve canlılara karşı sorumluluğunun bir yansımasıdır.


3. Nesilden Nesile Aktarılan Eğitim

Av hayvanlarının eğitilmesi ve salatın kılınışı, Allah’tan alınan bilgilerin nesilden nesile aktarılan öğretileridir. Bu öğretiler, sadece bilgi transferi değil, aynı zamanda bu bilgilerin doğru şekilde uygulanması, korunması ve kuşaktan kuşağa aktarılması sürecidir. İslam'da namaz, nesilden nesile aktarılan bir ibadet biçimidir. Aynı şekilde, av hayvanlarıyla ilgili bilgiler ve eğitme yöntemleri de bir kültür halini alarak, insanlık tarihinin bir parçası haline gelir.


---

Sonuç:

Allah’ın insanlara öğrettiği bilgi, sadece teorik bir düzlemde değil, aynı zamanda pratik bir düzlemde de önemli bir yer tutar. Maide 4. Ayet ve Bakara 239. Ayet, Allah’ın öğrettiği bilgilerin teorik ve pratik düzeyde nasıl insan hayatına dokunduğunu gösterir. Av hayvanlarının eğitilmesi ve namazın kılınış şekli, Allah’tan alınan öğretinin nesilden nesile aktarılmasını ve bu bilgilerin doğru bir biçimde uygulanmasını sağlar. Her iki durum da, insanın Allah’a olan sorumluluğunu yerine getirme, doğru yolu takip etme ve O’na yönelme biçimlerini ortaya koyar. Bu öğretinin temelinde, insanın kalbiyle ve eylemleriyle Allah’a yönelmesi, her iki pratiğin de temel amacı ve anlamıdır.



21 Haziran 2012 Perşembe

ALLAHI TEK ANMAK ☝️

 ☝️ Allahı Tek Anmak


  Bir gün bir topluluk gemiyle yola çıkmışlar. Tam da bizim toplumun küçük bir prototipi.  Neyse, denizin ortasında bunlar şiddetli bir fırtınaya tutulmuşlar. Gemi bir oyana bir bu yana sallanıp duruyor.  Rüzgarın sesi neredeyse kulakları sağır edecek cinsten. (Olaya biraz drama katalım).  Gözler dört dönmüş vaziyette.  Herkes korkudan kırım iti gibi tir tir titriyor. 

 O esnada i-pod'dan kısık bir ses duyuluyor. O da ne..! İbrahim Tatlıses’in “yetiş ya ali yetiş ya Muhammed” parçası. Bunu duyan vatandaş.. Başlıyor bağırmaya “yetiş ya ali yetiş ya Muhammed”, öbürü bağırıyor “yetiş ya geylani”, bir diğeri “yetiş ya seydaaa” bir başkası “yetiş ya hamza”, bir diğeri “yetiş ya buddha”, “yetiş ya huseyn”, “yetiş ya gavs”.. “yetiş ya buhari”…

 Her biri bir başkasını yardıma çağırıyor. Çağırıyor ki gelsin kurtarsın onları batmaktan. 

 Geminin kıç tarafında oturan gariban köylü de ellerini açmış kısık bir sesle: “BATIR ALLAH’IM BATIR… BATIR GEMİYİ. NASIL OLSA BU GEMİDE SANA TAPAN YOK”. diyor.

 Tabi gemi batmıyor. Çünkü aralarında bu mümin kul varken, Allah o gemiyi batıracak değil. Gemi sağ selamet karaya ulaştığı vakit, herkes kurtuluşu yardıma çağırdığı şahısların gücüne nisbediyor. 

 Biri diyor: -bizi Ali kurtardı, öbürü diyor Gavs olmasaydı işimiz yaştı. Bir diğeri “gözünü sevdiğimin seydaaaası okyanusun ortasında bile bizi gözetliyor”, bir başkası “hamza olmasaydı zor yırtardık paçayı” v.s. her kafadan bir ses çıkıyor.

 Tabi bu bir mizansen. Ama gerçek hayata uyan bir mizansen.  Çoğunluğun maalesef “Allah’ın berisinden seslendiği amcaları-dayıları, yiğidoları var.”

 Bir “yetiş” mutlaka bulunuyor.  Tekne batmayıp karaya sağsalim varınca da bütün maharet bu “yetiş”lerde sayılıyor.  Dolayısıyla Kerameti kendinden menkul zaatlar türemeye başlıyor.   Bu da toplumun azgınlığını/sapıtmışlığını iyice artırıyor. Katmerleştiriyor.

 Aslında  dünyadayken azaptan her kurtuluş bir şans demektir. Ta ki sadece ve sadece tek olan Allah’ı yardıma çağırana kadar. Bu tip şansları iyi değerlendirmek gerekiyor. Yoksa bir gün gemiye binemeyenlerden olabiliriz. Suyun ortasında dımdızlak kalabiliriz.

 Bir de yukarıdaki  tiplemelerin değişik versiyonu vardır.   Bunlar da gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a has kılarlar. İhlas ve samimiyetle Allah’a yalvarırlar. Fakat karaya ayak basar bakmaz bir de bakmışsın ki şirk koşmaya başlamışlardır.  Tatlı su balıklarıdır bunlar. İyi gün dostları.  Allah’ın tekliğini kavramaları için illaki başlarına bir musibet gelecek.

 Hastalıkta ve darlıkta, iflasın eşiğinde, hatalı sollama esnasında, eşekten düşeceği zaman Rabbine halis bir şekilde bağlanası tutar. Ama başından musibet kalkınca “oh be yırttık anasını satim” demeyi ihmal etmez ve çoğunluğa karışır gider.
 Düşünün bir kere. Şu dakika itibariyle kıyamet kopsa, Yer-gök yarılsa, güneş ve ay dürülse,  kaçacak biryer kalmasa, “herkesin aklına “Allah’tan” başka bir varlık gelir mi acaba!!  Ayağımız tökezlese “Allah” diyoruz. Kaldı ki böyle bir sahnede “Allah Allah” dememiz içten bile değil.. değil mi?

 Peki bu rahatlık niçin?  Bunca bahane Niçin? 6 bin küsürlük ayet barındıran kitab’a boyun eğmemek, ona isyan etmek niçin?   Allah’a ortak koşmak niçin? Neden “Allah tek başına anıldığı zaman rahatsız olur insanoğlu”.  Rabbiyle olan problemi nedir?

 O’nun yanında başka varlıkların adı geçtiğinde kalpleri ferahlar. Oysa kalpler ancak Allah’ı anmakla ferah bulmuyor muydu?  Allah’ın yanında birilerinin adı geçmeden pek çok kalp mutmain olamıyor?  Bunda bir terslik bir sakatlık yok mu?

 Yoksa Allah yetmiyor mu?  Hani dost olarak Allah yetiyordu?  Bu işte bir terslik var. Terslik insanoğlunda.  Çünkü insanların çoğu şirk koşmadan iman etmiyor.  

 Kıyametin kopuş saatini de bilmediğimize göre, şu an kopmayacağının bir garantisi yok. Madem kıyametin o dehşetli sahnesinde aklımızda kalan tek varlık “Allah”, her an kıyamet kopacakmış gibi yaşamak daha hayırlı değil mi?

 İşte o bir anlık kıyamet tasviri, tevhidin ta kendisidir.  Ne gavslar, ne cavslar, ne aliler, ne hamzalar  hiçbir aracı kurum ve kuruluş ortada yok.  

 Hani can kemiğe dayanır “bunu kim tedavi edecek” denir ya. Can çekişen ise bunun artık ayrılık vakti olduğunu bilir. Bacak bacağa dolaşır… İşte o gün sevk, ancak Rabbinedir.  O gün Allah’ın berisinden çağırdığı hiçbir kimse aklının ucundan bile geçmez. Rabbiyle baş başadır. Sıkıysa girsinler o gün araya.

 Sevdikleri, sevmedikleri, nefret ettikleri/etmedikleri, borçlusu/alacaklısı, annesi/babası, eşi/çocukları, malı/mülkü, şeyhi/mürşidi, arkadaşları/dostları.. İşte o an sevk başladığı zaman bunlardan eser kalmaz. Hiçbiri akla dahi gelmez.  Geride kalır hepsi.

 Madem böyle, madem dünya hayatı oyun ve eylence, madem yukarda saydıklarımız bir sınav, o zaman oyunu kuralına göre oynamak gerekir. Kuralına göre oynayan kazanır ve batmaktan kurtulur. Mızıkçılık yapan ise batar ve boğulur.

 O halde şu dakika itibariyle yeni bir başlangıç yapmalı, ölçmeli, biçmeli ve doğru bir şekilde karar vermeli. Pislikten arınmalı, temizlenmeli. O'nu yüceltmeli ve O'na boyun eğmeli, sabrederek uyarmalı ve uymalı.

Şimdi o Kur'ân'dan yüz çevirirlerken ne mazeretleri var? Sanki onlar ürkmüş yaban eşekleri. Arslandan kaçmaktalar. Hayır, onlardan her kişi kendisine açılmış sayfalar verilmesini istiyor. Yok, yok onlar ahiretten korkmuyorlar. Hayır, hayır, O Kur'ân kuşkusuz bir öğüttür. Dileyen onu düşünür. Bununla beraber Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Koruyacak da O'dur, bağışlayacak da. (74/49-56)…

18 Haziran 2012 Pazartesi

DİNDE HADİS SORUNU 🛐

🛐 DİNDE HADİS SORUNU

Hadislerin Yazımı Tartışmasına Yeni Bir Perspektif

Peygamber sonrası dönemde gündeme gelen “hadislerin yazımı” meselesi, genellikle “Peygamber hadislerin yazılmasını yasakladı mı, teşvik etti mi?” şeklindeki sorular etrafında tartışılmıştır. Oysa bu tartışma, meselenin asıl yönünü göz ardı etmektedir. Sorulması gereken esas soru şudur: Hadislerin yazıya geçirilmesi, Allah’ın istediği bir şey midir? Bu soru, hadis yazımını yalnızca tarihsel bir mesele olmaktan çıkarır ve teolojik bir bağlama oturtur.

1. Kur’an’ın Yazımı Allah’ın Açık Emriyle Olmuştur

Kur’an’ın yazıya geçirilmesi doğrudan Allah’ın emriyle gerçekleşmiş bir süreçtir. Birçok ayet, bu gerçeği ortaya koyar:

  • “Sana okutacağız, unutmayacaksın.” (A’lâ, 87/6)

  • “Kâfirler dediler ki: ‘Kur’an ona tek seferde indirilseydi ya!’ Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böylece parça parça indirdik.” (Furkan, 25/32)

  • “Bu, ayetleri sağlamlaştırılmış ve sonra açıklanmış bir kitaptır.” (Hûd, 11/1)

Ayrıca, Kur’an’ın korunacağının bizzat Allah tarafından garanti altına alındığı bildirilmiştir:

“Şüphesiz o zikri biz indirdik ve elbette onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr, 15/9)

Dolayısıyla Kur’an’ın hem indirilişi hem yazımı hem de korunması Allah’ın doğrudan kontrolündedir.

2. Hadislerin Yazımı İçin Benzer Bir İlahi Yönlendirme Var mı?

Hadislerin yazıya geçirilmesine dair Kur’an’da hiçbir yönlendirme bulunmamaktadır. Aynı şekilde hadislerin yazılması gerektiği yönünde Peygamber’den gelen kesin ve kapsamlı bir emir de yoktur. Elbette bazı bireysel uygulamalar vardır; ancak bunlar, hadis yazımının ilahî onayla gerçekleştiğini göstermeye yetmez.

Bu noktada temel soru yeniden hatırlanmalıdır:
Kur’an gibi bir dinî metin için yazım Allah’ın emriyle gerçekleşmişken, hadislerin yazımı için benzer bir ilahî plan söz konusu mudur?

Eğer hadisler, Kur’an gibi İslam’ın asli bir parçasıysa, neden benzer bir koruma süreci işletilmemiştir?

3. Peygamber Döneminde Hadis Yazımı Konusunda Rivayetler

Peygamber döneminde hadislerin yazılmasına dair bazı rivayetler mevcuttur:

  • Ebu Şah’ın talebi üzerine Peygamber’in ona hutbesini yazdırdığı rivayet edilir.

  • Abdullah b. Amr b. el-Âs, “es-Sahîfe” adlı bir hadis defteri tutmuştur.

  • Peygamber’in “Benden Kur’an dışında bir şey yazmayın” dediği; ama bazı durumlarda yazmaya izin verdiği rivayetleri de vardır.

Bu rivayetler, hadis yazımına karşı mutlak bir yasağın olmadığını, ancak bu konudaki yaklaşımın seçici ve ihtiyatlı olduğunu göstermektedir. Bazı sahabiler bireysel olarak hadisleri yazıya geçirmiş; fakat bu, yazımın kurumsal ve sistematik hale gelmesi için yeterli görülmemiştir.

4. Sahabe ve Tâbiîn Döneminde Hadis Yazımı

Peygamber sonrası dönemde sahabiler arasında hadis yazımına karşı farklı tutumlar sergilenmiştir. Bazı sahabiler hadisleri sözlü olarak aktarmayı tercih etmiş, bazılarıysa yazılı kayıtlar tutmuştur. Örnekler:

  • Ebu Hureyre’nin hadisleri yazdırdığına dair rivayetler mevcuttur.

  • İbn Abbas’ın yazılı metinlerle çalıştığı bilinir.

  • Tâbiîn dönemi âlimlerinden Atâ b. Ebî Rebâh’ın yazılı hadis sahifeleri vardır.

Bu örnekler, hadis yazımının bireysel inisiyatiflerle sürdürüldüğünü; ama bu sürecin vahiy gibi ilahî bir yönlendirme ile değil, insanî çabalarla yürütüldüğünü ortaya koymaktadır.

5. Peygamber’in İnsanlarla Olan İletişimi ve Hitabeti

Kur’an’ın tanıklığına göre Peygamber, insanlar üzerinde etkili bir konuşmacıdır. Onlarla sürekli temas halindedir ve söyledikleri dikkatle dinlenmektedir. Ayet şöyle der:

“Ey iman edenler! Peygamber’in evlerine izinsiz girmeyin. Ona bir şey sormak için beklerken konuşmaya dalmayın…” (Ahzâb, 33/53)

Peygamber’in bu derece sözü dinlenir ve etkili biri olması, sözlerinin yazıya geçirilmesinin doğal bir sonuç olduğuna işaret eder. Ancak bu yazım faaliyeti ilahî bir planın parçası değil, sahabenin gayretinin ürünüdür.

6. Sonradan Ortaya Çıkan Tahrif ve Uydurma Hadisler

Zamanla hadisler arasında sapmalar meydana gelmiş; sahte rivayetler, ideolojik ve siyasi amaçlarla uydurulmuştur. Bu durum, hadislerin yazıya geçirilmesinde ilahî bir koruma mekanizmasının bulunmadığını teyit eder. Kur’an’ın korunmasına dair Allah’ın vaadi, hadisler için geçerli değildir. Bu da aradaki farkı net bir şekilde ortaya koyar.


Sonuç

“Hadisler yazıldı mı?” sorusu önemlidir; ancak daha temel olan şudur: Hadislerin yazımı, Allah’ın planı dahilinde midir? Kur’an’ın yazımı, korunması ve iletimi tamamen Allah’ın kontrolünde gerçekleşmişken; hadislerin yazımı, insanlar tarafından, belli dönemlerde ve farklı amaçlarla yürütülmüştür.

Bu nedenle, hadislerin dinin ikinci temel kaynağı olarak Kur’an ile aynı seviyede konumlandırılması, Kur’an’ın kendi içindeki öğretileriyle çelişmektedir. Hadisler değerli bir tarihsel ve kültürel mirastır; ancak onların yazımı ve aktarımı ilahî değil, beşerî bir sürecin ürünüdür.