Bu Blogda Ara

yorumu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yorumu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mayıs 2025 Pazar

Modern Zihin Büyüsü: Hârût ve Mârût Kıssasının Çağdaş Yorumu 🧠

🧠 Modern Zihin Büyüsü: Hârût ve Mârût Kıssasının Çağdaş Yorumu


Kur’an’da Hârût ve Mârût isimleri yalnızca Bakara Suresi’nin 102. ayetinde geçer. Bu ayette sihir, şeytanî bir bilgi türü olarak nitelenir ve süreç içinde Hârût ve Mârût isimli iki meleğin, insanları imtihan eden birer uyarıcı olarak sihirle ilgili bilgi verdikleri anlatılır. Ancak bu bilgi mutlak anlamda bir öğretim değil, insanların tercihini ortaya çıkaran bir fitne unsuru (imtihan aracı) niteliğindedir. "Biz sadece bir fitneyiz, sakın inkâr etme!" diyerek önce uyarıda bulunurlar.


Kur’an’da sihir, yalnızca fiziksel büyü ya da gözbağcılığından ibaret değildir. Daha kapsamlı bir anlam dünyasında, hakikatin üstünü örten, insanı Allah’tan uzaklaştıran, algısını bozan ve bireyin bilinçli tercihini dumura uğratan her türlü bilgi ve ideolojik sistem de sihir olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda Hârût ve Mârût, sadece tarihsel iki melek figürü değil; hakikate erişme sürecinde insanlığın karşılaştığı etik ve bilişsel sınavların temsilidir.


Günümüzde "modern sihir" olarak tanımlanabilecek öğeler ise, bireyin algısını ve toplumsal düzeni bozan, hakikatin yerine geçen suni yapılar ve ideolojilerdir. Bunlar, medya manipülasyonları, tüketim kültürü, dogmatik ideolojiler, bireycilik vurgusu altında toplumsal bağların çözülmesi, hatta bazı dindar görünümlü yapılar aracılığıyla bireyin özgür iradesine müdahele edilmesidir. Bu yapılar, bireyi "koruma", "bilgilendirme" veya "yüelme" vaadiyle kuşatır; ama gerçekte onu Allah’la doğrudan ilişki kurmaktan uzaklaştırır.


Ayetin devamında, söz konusu sihir aracılığıyla "erkekle eşinin arasını açacak şeylerin öğrenildiği" ifade edilir. Bu ifade yalnızca ailevi bir bozulmaya değil, insanın diğer insanlarla kurduğu temel bağların bozulmasına, toplumsal yapının çözülmesine de işaret eder. Günümüzde bireyi bireye düşman eden ideolojik ve dijital yapılar da bu anlamda modern sihirdir.


Kur’an’da tekrar tekrar vurgulanan bir ilke vardır: Hakikat, yalnızca Allah’tan gelir ve ancak aklı, vicdanı ve vahyi birlikte kullananlar bu hakikate erişebilir. Hârût ve Mârût ise bu hakikate erişim yolunda, insanın sıınması gereken ikazları ve bilinçli seçim sorumluluğunu temsil eder. Sihir, yani hakikati perdeleyen her bilgi ve sistem, insanı Allah ile olan doğrudan bağından kopararak onun üzerinde psikolojik, sosyolojik ve dinî bir egemenlik kurar.


Sonuç olarak, Bakara 102. ayet, bir mitolojik anlatı değil; insanlığın her dönemde karşılaştığı hakikat ile aldatıcı bilgi arasındaki sınava dair evrensel bir temsildir. Modern sihir, bugün büyüğün kültürel, dijital, ideolojik ve dinî formlarla sürmektedir. Bu sınavdan başarıyla geçmek, ancak Hârûtlçe bir uyarıya kulak vererek ve Mârûtlçe bir bilinçle tercihte bulunmakla mümkün .


Bir Su, Bir Soy, Bir Başlangıç 👨‍👩‍👦‍👦

 👨‍👩‍👦‍👦 Bir Su, Bir Soy, Bir Başlangıç


 Kur’an ayetlerinden Târık 86/5-8 ve İnsan 76/2 ayetlerinin yorumuna dayanan bir analiz yapacağız. İnsanın nesilden nesile aktarılarak ve toprak kökenli bir yaratılışla var edilmesidir:

---


İnsanın Yaratılışı: Katışık Nutfe, Sulb ve Teraib Kavramlarının Kur’an Temelli Yorumu


Kur’an’da insanın yaratılışı üzerine birçok ayet yer alır. Bu ayetlerin bazılarında, yaratılışın biyolojik yönüne dikkat çekilirken, bazıları ise insanın özünü, kökenini ve sürekliliğini metaforik ve temsilî bir dille anlatır. İnsan Suresi 2. ayet şöyle der:


> “Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık.” (İnsan, 76/2)


Buradaki "nutfe" kelimesi, Kur’an’da çoğu zaman “az miktarda sıvı” anlamında geçer. “Emşâc” kelimesi ise “karışık, katışık” anlamındadır. Bu ifadenin, sadece biyolojik sperm ve yumurta birleşimine indirgenmesi, Kur’an’daki temsilî anlatımı sınırlamak olur. Çünkü Kur’an bütüncül bir varlık anlayışı sunar. Bu durumda “katışık nutfe”, sadece fizikî birleşmeyi değil, aynı zamanda insanın çeşitli boyutlardan (biyolojik, psikolojik, sosyal, tarihî) gelen unsurların bileşimi olduğunu da ima eder.


Benzer şekilde Târık Suresi 86/5-7 ayetlerinde şöyle buyrulur:


> “İnsan neden yaratıldığına bir baksın. Atılan bir sudan yaratıldı. O su, erkeğin sulbü ile kadının teraib’i arasından çıkar.”


Burada geçen “mâin dâfik” (atılan, fışkıran su) ifadesi yaratılışın hareketli ve dinamik bir süreci olduğunu vurgular. "Sulb" kelimesi, sözlükte bel kemiği anlamına gelse de, Kur’an’da daha çok neslin devam ettiği köken ve süreklilik anlamında kullanılır (bkz. Nisa, 4/23). “Sulb” böylece nesli devam ettiren öz, yani soy hattı demektir.


"Teraib" ise göğüs kemiği veya göğüs bölgesinde yer alan yapılar anlamına gelir. Fakat bu da salt anatomik bir tanım değildir; kadınla ilişkilendirilen ön tarafın, yani doğurganlık ve şefkat gibi niteliklerin işaretçisi olarak değerlendirilebilir. Ayetteki "sulb ile teraib arası" ifadesi bu iki yönün birleşimini, yani erkek ve kadın katkısıyla oluşan neslin temsilini dile getirir.


Ayet, yaratılışı açıklarken ayrıntılı bir biyolojik rapor sunmaz; daha ziyade insanın yaratılışını düşünmeye, kendi kökenini ve zayıf başlangıcını hatırlamaya davet eder. Dolayısıyla bu ifadeler, insanın hem fizikî hem de manevî anlamda “nereden geldiğini” sorgulaması gerektiğine işaret eder.


Kur’an’ın birçok yerinde insanın aslen “topraktan yaratıldığı” vurgulanır:


> “Sizi bir topraktan yarattı, sonra bir nutfeden…” (Fâtır, 35/11)


> “Biz insanı süzülmüş bir çamurdan yarattık.” (Mü’minûn, 23/12)


Bu ayetler açıkça gösterir ki nutfe, yaratılışın ilk unsuru değildir. Nutfe, toprak kökenli yaratılışın soy boyunca aktarılmasıdır. Bu bağlamda “sulb”, sadece bir organ değil, geçmiş nesillerden süzülerek gelen yaratılış zincirinin, yani insanın maddî ve manevî soyunun sembolüdür.


Öyleyse insanın yaratılışı, şu şekilde özetlenebilir:

İnsan, topraktan başlatılan bir yaratılışın, nesilden nesile aktarılarak devam etmesiyle vücut bulur. Bu süreç, hem erkek hem kadın katkısıyla yürür. “Katışık nutfe” ifadesi bu iki yönlü katkının ve çok boyutlu özelliğin bir yansımasıdır. “Atılan su” ise, yaratılışın süreklilik içeren ama değersiz görünen bir maddeden başladığını hatırlatır.


Kur’an, insanın bu kökeni hatırlamasını, kendini tanıması ve sorumluluğunu anlaması için ister. Çünkü değersiz bir sıvıdan yaratılıp sonra düşünen, sorgulayan, tercih eden bir varlık haline gelmek, insanın kendi nefsini tanımasında anahtar bir rol oynar.



---

3 Mayıs 2025 Cumartesi

SALAT 5 (Zikir) 🧲

 🧲 SALAT 5 (Zikir)

Kur'an'ın Mesani (çok yönlü) anlatım üslubunun, Mufassal (ayrıntılı açıklanan) özelliği, özellikle 57. ve 58. ayetlerde örneklenmiştir. Bu metot, Kur'an'ı derinlemesine öğrenmek isteyenler için oldukça öğreticidir. Kur'an, birçok kavramı birebir aynı cümleler içinde kullanarak, anlamlarını birbirinin yerine koyarak açıklamaktadır. Bu anlatım tarzı, hem kavramların derinlikli bir şekilde anlaşılmasını sağlar hem de tekrarla öğrenmeyi pekiştirir. Şimdi, Türkçeden bir örnek üzerinden bu metodu inceleyelim.


Türkçe örnek:

"Salı günü evinden büyük bir telaşla çıktı, neredeyse AYAKKABILARINI giymeyi unutacaktı."

"Salı günü evinden büyük bir telaşla çıktı, neredeyse PABUÇLARINI giymeyi unutacaktı."


Bu iki cümlede tek fark, "ayakkabı" ve "pabuç" kelimeleridir. Ancak Türkçede bu iki kelime birbirinin yerine kullanılabilen eş anlamlıdır. Türkçe öğrenen bir Arap, bu iki cümleyi okuduğunda, anlamın aynı olduğunu kolayca anlayacaktır. Bu metot, bir kavramın eş anlamlılarını bir arada kullanarak, anlamı pekiştiren bir tekniktir.


Kur'an'da bu metot, özellikle İslam ve Vahiy kavramlarını tanımlayan elliden fazla sıfat-isim tamlamasında kullanılmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:


"Sana da Vahyettik."


"Sana da El-Kitabı verdik."


"Sana da El-Kur'an'ı verdik."


"Sana da El-Zikri indirdik."


"Sana da El-Nuru verdik."


"Sana da El-Furkân'ı indirdik."



Bu sıfat-isim tamlamaları, İslam ve Vahiy kavramlarını farklı şekillerde ifade etse de özünde aynı anlamı taşımaktadır.


Din, Millet, Kıble kavramları için de aynı yöntem uygulanmıştır. Aşağıdaki ayetlerde, birbirinin yerine kullanılan bu kavramların aynı manayı taşıdığı görülür:


“Sen onların MİLLETLERİNE (milletehum) tabi olmadıkça, Yahudi ve Hristiyanlar senden kesinlikle razı olmayacaklardır. De ki: ‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın yoludur.’” (Bakara 120)


“Andolsun, kendilerine kitap verilenlere her ayeti getirsen de, yine onlar senin kıblene TABİ OLMAZ; sen de onların KIBLELERİNE (kıbletehum) tabi olacak değilsin.” (Bakara 145)


“Ve sizin DİNİNİZE (dinikum) tabi olanlardan başkasına inanmayın.” (Al-i İmran 73)



Maide Suresi'nin 57. ve 58. ayetlerinde, "Müminlerin dini" ve "Es-Salât" aynı manada kullanılmıştır çünkü her ikisi de İslamı anlatmaktadır. Buradaki incelik, Kitap Ehlinin Vahyi inkar etmeleri ve kendilerinin doğru yolda olduklarını iddia etmeleridir. Onlar ateist ya da deist değillerdi, ancak Muhammed'e indirilen Vahyi reddediyorlardı.


Kur'an'da "Vahyi" anlatan bir dizi ayet vardır. Örneğin:


“Onlar ki, o-VAHYİ hayatlarına hakim kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (Enfâl 3)


“Musa ve kardeşine vahyettik: ‘Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın, evlerinizi dini kimliğiniz yapın ve o vahyi orada öğrenerek uygulayın.’” (Yûnus 87)


“Ve onlar, Rablerinin rızası peşinde direnirler ve o-VAHYİ hayatlarına hakim kılarlar.” (Ra’d 22)



Kur'an'da Zikrullah (Allah’ın Zikri) kavramı da Vahyi anlatan bir terimdir. Kur'an'da Zikrullah terimi, vahyin kendisini ifade eder ve sıklıkla El-Kur'an için de kullanılır.


Örnekler:


“Onlar: ‘Ey kendisine Zikr veren, gerçekten sen mecnunsun,’ dediler.” (Hicr 6)


“Hiç şüphesiz Zikri biz indirdik, onun koruyucuları da gerçekten biziz.” (Hicr 9)


“Sana da Zikr’i indirdik.” (Nahl 44)



Sonuç olarak, Zikrullah, Allah’ın vahyi demektir. Tıpkı Kitabullah, Kelimetullah, Ayetullah gibi terimler de Allah’a ait farklı sıfatları ifade eder. Bu kavramlar, İslamın temel öğelerini ve vahyi anlatmak için sıkça kullanılır.


Bir sonraki bölümde, Cuma Suresi’nin 9. ayetinde, insanların işlerini bırakıp Zikrullah (Allah’ın Vahyi) için koşmalarının gerektiği vurgulanacaktır.

---