Bu Blogda Ara

analiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
analiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Mayıs 2025 Çarşamba

Tîn Suresi; medeni bilinç süreci 🌿📜✨

Tîn Suresi, yalnızca incir ve zeytine değil, insanlık tarihindeki vahiy-medeni bilinç sürecine ve onun insan modelini nasıl şekillendirdiğine dair çok derin bir özet sunar. Bu sure, hem vahyin köklerini hem de insanın kaderini konu edilir.

4 Mayıs 2025 Pazar

ORUÇ Takvâ Eğitimi ⌛️

⌛️ ORUÇ Takvâ Eğitimi


 Bakara Suresi 183–185. ayetleri bağlamlarıyla ve kavramsal bütünlük içinde tek tek inceleyelim. Bu ayetler bir bütünlük oluşturur; sadece oruç değil, takvâ eğitimi, sosyal sorumluluk, kolaylaştırıcılık ilkesi ve vahiy bilinciyle iç içe geçmiştir.



---


1. Bakara 2:183 — Takvâ Eğitimi


> "Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvâya erersiniz."




"Farz kılındı" ifadesi, şekli değil amacı vurgular. Oruç, tarihsel olarak hep var olmuş bir bilinç disiplinidir.


Amaç: “leallekum tettekûn” – umulur ki takvâ sahibi olursunuz.

Takvâ, kendini korumak, sınırları tanımak, içsel arınma bilinciyle yaşamaktır.


Oruç bu bağlamda nefsin dizginlenmesi, sabır, dayanıklılık, şehvetlerin denetimi gibi ahlâkî eğitimin bir yoludur.




---


2. Bakara 2:184 — Esneklik ve Fidye


> "Sayılı günlerde (oruç tutacaksınız). Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa başka günlerde sayısını tamamlasın. Güç yetiremeyenler için ise bir fidye vardır: bir yoksulu doyurmak. Kim gönülden fazlasını verirse, bu kendisi için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır."




a. Sayılı günler (eyyâmen ma‘dûdâtin):


Oruç tüm yıl boyunca değil, belirli ve sınırlı günlerde yapılır. Yani sürekli bir ibadet değil, dönemsel bir eğitimdir.



b. Hasta ve yolculukta olanlar:


Oruç katı bir ibadet değil, hayat şartlarına göre erteleme imkânı olan bir yükümlülüktür.



c. Güç yetiremeyenler için fidye:


“yuṭîḳûnehû” kelimesi, oruca katlanacak gücü zorla bulanlar anlamındadır (yaşlılar, kronik hastalar vb.).


Fidye: bir yoksulu doyurmak – orucun amacı olan içsel arınma bu durumda sosyal fayda ile telafi edilir.


Fidyenin artırılması gönüllü ve hayırlı bir eylem olarak teşvik edilir.


Oruç tutmak esas olarak önerilir: “Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır” — yani oruç fiziksel değil bilinçsel dönüşüm aracıdır.




---


3. Bakara 2:185 — Kolaylık, Şükür ve Vahiy Bilinci


> "Ramazan ayı, insanlar için bir rehber olan ve doğru yolu, hak ile bâtılı ayıran apaçık deliller halinde içeren Kur’an’ın indirildiği aydır. Sizden kim o aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim hasta veya yolcu olursa, sayısını başka günlerde tamamlasın. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Ki sayıyı tamamlayasınız, sizi doğru yola ilettiği için Allah’ı yüceltesiniz ve şükredesiniz."




a. Ramazan Ayı ve Kur’an:


Oruç ayı, Kur’an’ın indirildiği aydır. Yani oruç, vahiyyle irtibatlı bir bilinç arınmasıdır.


Oruç sadece aç kalmak değil, Kur’an’la yeniden inşa sürecidir.



b. Kolaylık ilkesi:


İslam’da ibadetlerin özü, zorluk değil kolaylıktır. Bu ayette iki kez tekrar edilir.


Zorluk dinî değil, pedagojikse anlamlıdır. Yani kişiyi şekilden değil, özden eğitmek için konulmuştur.



c. Amaçlar:


Sayıyı tamamlamak: Yani belirli günlerdeki oruçlar telafi edilsin.


Allah’ı yüceltmek: Bilinç dönüşümünün sonunda bir tefekkür ve şükür hali oluşsun.


Şükretmek: Oruç, insanın hem nimetlerin farkına varması hem de sabırla insanî değerlerini keşfetmesidir.




---


Genel Bağlamsal Sonuç:


Oruç, Kur’an’da sadece aç kalmak değildir. Aşağıdaki amaçlarla iç içedir:


Takvâ eğitimi


Nefsi terbiye


Toplumsal sorumluluk (fidye yoluyla)


Kur’an’la buluşma ve vahyin rehberliğinde arınma


Kolaylık ve bilinçle ibadet


Şükür ve yüceltme bilinci




---


Tebbet ve Buruç Suresi Analizi 🔥










🔥 Tebbet ve Buruç Suresi Analizi 

Kur'an'da yer alan kısa surelerden biridir ve Ebu Leheb'in kötü tutumunu eleştiren bir metindir. Bu suredeki kelimeler, doğrudan Ebu Leheb ve karısının kötü karakterlerini ve karşı duruşlarını ortaya koymaktadır. Bu suredeki kelimelerin, Kur'an'daki genel kullanım şekilleriyle nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu incelemek, kelimelerin anlam derinliklerini daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.


Tebbet Suresi kelimeleri;


1. "Tebbet" (تبّت) ve "Tebb" (تبّ)

"Tebbet" kelimesi, "helak olma", "yıkılma", "kötüleşme" anlamlarına gelir. Bu kelime, "dua" veya "beddua" anlamında kullanılabilir ve özellikle kötü bir sonun başlangıcı anlamına gelir. Kur'an'daki diğer kullanımlarla karşılaştırıldığında, bu kelime özellikle şirk veya kötülükle özdeşleşen figürlerin sona ermesi için kullanılır. Örneğin, Fatır Suresi (35:43)'te Allah’ın, zulüm ve kötülük yapanların sonunun nasıl olacağına dair uyarılar vardır.


Ebu Leheb’in helak olması, onun bir yöneticilik sorumluluğunu yerine getirmediği ve sürekli olarak Peygamber’e karşı çıktığı anlamına gelir. Bu kelime, sadece Ebu Leheb için değil, aynı zamanda her türlü sapkınlık ve kötülük için de geçerlidir. Bu bağlamda, "tebbet", kişinin kötülüğünün hem fiziksel hem de manevi yıkımına işaret eder.


2. "Mâl" (مال) ve "Keseb" (كسب)

"Mâl" kelimesi, zenginlik, servet veya mal anlamına gelir ve Kur'an'da çoğu zaman insanların mal biriktirme, servet elde etme veya bunları kötüye kullanma ile ilgili eleştirilerde bulunur. Tahrim Suresi (66:6)’da, kişilerin servetlerini kötüye kullanmalarına dair eleştiriler bulunur. Burada ise Ebu Leheb'in malının, onun kötülüklerini ortadan kaldırmaya veya onu kurtarmaya yetmeyeceği vurgulanır. Yani mal, onun sonsuz yıkımını engellemeyecek, çünkü Ebu Leheb’in durumu ahlaki bir çöküşten kaynaklanmaktadır.


"Keseb" kelimesi ise, "kazanmak" anlamına gelir. Burada, Ebu Leheb'in sahip olduğu kazançların, onun ruhsal ve manevi durumunu düzeltmeyeceği vurgulanır. O, kazandığı her şeyin ona bir fayda sağlamayacağını bilmektedir. Kur'an’da kazanmanın anlamı her zaman maddi kazançla sınırlı değildir, aynı zamanda ahlaki ve manevi kazanımlar da önemlidir. Ebu Leheb, her ne kadar mal kazanmış olsa da, manevi anlamda hiçbir kazancı yoktur.


3. "Nâr" (نار) ve "Lehab" (لهب)

"Nâr" kelimesi, ateş anlamına gelir ve genellikle cehennem ateşiyle ilişkilendirilir. Kur'an'da ateş, kötülük ve inkârla özdeşleşmiştir. Bakara Suresi (2:24)'te, ateş, inanmayanların sonunu simgeler. Bu ayetle, Tebbet Suresi'ndeki "nâr" kelimesi, Ebu Leheb’in sonunun cehennem ateşi olduğuna işaret eder.


"Lehab" kelimesi ise, ateşin alevi, parlaması anlamına gelir. Bu kelime, alevli ateşi simgeler ve genellikle kötülüğün ve azabın büyüklüğünü ifade eder. Al-Mulk Suresi (67:6)’da, cehennem azabının şiddeti bu tür kelimelerle anlatılır.


4. "Hammâlatal Hatâb" (حمّالة الحطب)

Bu ifade, "odun taşıyan" veya "odun yükü taşıyan" anlamına gelir. Ebu Leheb'in karısının, cehennemlik olacağına dair bir sembolizm içerir. Bu ifadede, kadının sürekli olarak kötülük ve zulüm taşıdığına, toplumda karışıklık yaratan ve insanlar arasındaki barışı bozan bir figür olarak tasvir edildiğine işaret edilir. Kur'an’daki Ahzab Suresi (33:30)'da benzer şekilde, kadınlar için "daha fazla sorumluluk" yüklenmesi gerektiği anlatılmaktadır, ancak burada "hammâlatal hatâb", kadının ahlaki ve manevi sorumsuzluğunu simgeler.


5. "Mesad" (مسد)

"Mesad" kelimesi, "bükülmüş ip" anlamına gelir. Bu kelime, bir şeyi sımsıkı tutmak veya bağlamakla ilgilidir. Ebu Leheb’in karısının cehennem ateşine doğru yol alırken, bir ip gibi sıkıca ona bağlı olduğuna işaret eder. Bu kelime, Furkan Suresi (25:21)'de de, zorlayıcı ve sıkı bağlarla bir yere ulaşma ile ilgili benzer anlamlarda kullanılır.

---

BURUÇ SURESİ

Buruç Suresi 1–9. Ayetler hem sembolik hem tarihî açıdan güçlü mesajlar içerir. Bu ayetlerde, göksel düzenle ilahi adaletin ilişkisi kurulmakta ve tarihsel bir kıssa üzerinden zulüm ile direniş teması işlenmektedir.

---


Buruç Suresi 1–9. Ayetler:


1. Ves-semâ’i zâtil-burûc.

“Burçlarla dolu göğe andolsun.”


2. Vel-yevmi’l-mev‘ûd.

“Ve vaat edilmiş güne.”


3. Ve şâhidin ve meşhûd.

“Ve şahide ve şahit olunana.”


4. Kutila ashâbu’l-uhdûd.

“Uhdûd (hendek) sahipleri öldürüldü.”


5. En-nâri zâti’l-veḳûd.

“Alevli ateşi tutuşturmuşlardı.”


6. İzh hum ‘aleyhâ ḳu‘ûd.

“Hani onlar, onun (ateşin) başında oturuyorlardı.”


7. Ve hum ‘alâ mâ yef‘elûne bi’l-mu’minîne şuhûd.

“Ve müminlere yaptıklarına şahitlik ediyorlardı.”


8. Ve mâ neqemû minhum illâ en yu’minû billâhi’l-‘azîzi’l-hamîd.

“Onlara kin beslemelerinin tek nedeni, Aziz ve Hamîd olan Allah’a iman etmeleriydi.”


9. Elleżî lehu mulku’s-semâvâti ve’l-ard, ve’llâhu ‘alâ kulli şey’in şehîd.

“Ki göklerin ve yerin hükümranlığı O’na aittir. Allah her şeye şahittir.”

---


Yorumsal Tahlil:


1–3. Ayetler: Kozmik Tanıklık ve İlahi Adaletin Gelişi


İlk üç ayet, göğe, vaat edilmiş güne, tanıklık eden ve edilen her şeye yeminle başlar. Bu yeminler, hem evrenin düzenine hem de ilahi adaletin mutlak geleceğine işaret eder:

“Burçlarla dolu gök”, yıldızların ve düzenin sahibi olan Allah’ın kudretini ve gözetimini simgeler.

“Vaat edilmiş gün”, ahiretteki hesap günüdür: zulmün karşılık bulacağı zaman.

“Şahit” ve “şahit olunan”, hem dünya hayatında hem de ahirette herkesin eylemlerinin kayıt altında olduğunu ve hesabının görüleceğini vurgular.

Bu yapı, bir mahkeme sahnesi gibi kurgulanmıştır: gök mahkeme salonu, kıyamet hesap günü, insanlar şahit ve sanık rollerindedir.

---


4–7. Ayetler: Ashâb-ı Uhdûd – Ateşle Zulüm

Ashâb-ı Uhdûd, müminleri sırf inançlarından dolayı derin hendeklere atarak yakmaya çalışan bir zulüm sistemidir.

“Ateşi tutuşturanlar”, aktif olarak zulmü uygulayanlardır.

“Ateşin başında oturanlar” ve “yaptıklarına şahitlik edenler”, zulme katılan ya da sessiz kalan toplum kesimini işaret eder.

Bu anlatımda zulüm sadece fiziksel şiddet değil, aynı zamanda seyirci kalmak ya da destek olmakla da tanımlanır.

---


8–9. Ayetler: Zulmün Gerekçesi ve İlahi Egemenlik


Ayet 8’de, mazlumların tek suçunun “Aziz ve Hamîd olan Allah’a iman etmek” olduğu belirtilir.

Bu, inanç özgürlüğüne saldırının doğrudan şirk ve zorbalıkla ilişkili olduğunu gösterir.

Ayet 9, inananların bağlı olduğu Allah’ın göklerin ve yerin mutlak sahibi olduğunu bildirir.

Bu, zalimlerin elindeki geçici gücün asla mutlak olmadığını ve ilahi adaletin kaçınılmaz şekilde geleceğini beyan eder.

---

Buruç Suresi, zulme karşı direnmenin kutsallığını, Ebu Leheb’e benzer tüm figürlerin de er ya da geç ilahi adaletle karşılaşacağını ilan eder. Ebu Leheb’in “alevli ateşe gireceği” ifadesi (Tebbet 111:3), Ashâb-ı Uhdûd’un yaktığı ateşe karşı bir ilahi kısas gibi okunabilir.

---

Sonuç:

Tebbet Suresi’ndeki kelimeler, genellikle insanın kötü eylemleri ve bunların sonuçları hakkında derin bir anlatım sunar. Kur'an'daki diğer kelime kullanımlarıyla karşılaştırıldığında, bu suredeki ifadeler, ahlaki çöküş, kötü yönetim ve inkârın sonunda gelen yıkımı simgeler. Ebu Leheb’in ve karısının örneği, sadece bireysel bir helak değil, aynı zamanda toplumun ve insanlığın kötü örneklerden nasıl zarar görebileceğine dair bir uyarıdır.


Açlığa ve Korkuya Karşı Kâbe 🕋

🕋 Açlığa ve Korkuya Karşı Kâbe

Mekke’nin Coğrafi ve Ekonomik Özelliği:


Mekke, dağlık, kayalık, tarıma elverişli olmayan bir vadidir.


Bu durum Kur’an’da açıkça vurgulanır:

"رَبَّنَا إِنِّي أَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ..."

“Ey Rabbimiz! Ben, soyumdan bir kısmını, ziraat olmayan bir vadide Senin mukaddes evinin yanında yerleştirdim...” (İbrahim 14:37)


Tarım yapılamayan bu bölgede geçim, büyük ölçüde ticarete ve dışa bağımlı tedarik zincirlerine bağlıdır. Bu durum Kureyş Suresi’ni anlamada kilit bir zemin oluşturur.


---


Kureyş Suresi Bu Zemin Üzerinde Nasıl Anlam Kazanır?


1. li-īlāfi Quraysh (Kureyş’in alışageldiği düzen için...)


Bu alışkanlık ve güven, iktisadi hayatta ayakta kalmalarının tek yolu olan ticaret seferleri sayesinde mümkün olmuştur.


Kureyş’in ticarî gücü, Kâbe sayesinde elde ettiği saygınlıktan ve bölgede sağlanan güven ortamından kaynaklanır. Mekke'nin ekonomik gücü doğrudan bu statüye bağlıdır.



2. īlāfihim riḥlata sh-shitā’i waṣ-ṣayf (kış ve yaz yolculukları)


Çünkü Mekke’de tarım yapılmaz, dolayısıyla yaşamın devamı için dışarıdan mal getirmek zorundadırlar.


Kışın Yemen, yazın Şam gibi tarıma ve üretime elverişli bölgelere yapılan bu seferler, açlıktan kurtulma ve ekonomik döngüyü sağlama amacını taşır.


3. fal-ya‘budū rabba hādhā l-bayt (bu evin Rabbine kulluk etsinler)


Ayet, çok net: Bu düzenin ve güvenliğin gerçek sebebi olan Allah’a yönelin.


Kâbe'nin Rabbine kul olun; çünkü o bayt, sizin ekonomik hayatta kalışınızın merkezi.


Başka bir deyişle: Kureyş, ekonomik üstünlüğünü putlara değil, Allah’ın vahiy sistemi ve bu evin kutsiyeti sayesinde koruyor.



4. allaḏī aṭ‘amahum min jū‘in wa-āmanahum min khawf (onları açlıktan doyuran ve korkudan emin kılan)


Bu ifade, Mekke’nin doğal olarak maruz kalacağı iki temel tehlikeyi özetler:


Açlık: Tarım yapılamadığı için sürekli açlık riski.


Korku: Ticaret yolları kabile savaşlarıyla tehdit altındadır.



Ancak Allah bu açlıktan ve korkudan kurtarmış, onlara beslenme ve güven nimetini vermiştir. Bu yüzden hamd ve kulluk yalnız O’na olmalıdır.


---


Sonuç ve Teolojik Vurgu:


Kureyş Suresi, tarımsal üretimden mahrum, doğal olarak kırılgan bir toplum olan Mekke'nin:


Sosyal refahını ve güvenliğini Allah’a borçlu olduğunu,


Bu sebeple tevhidi ilke olarak benimsemeleri gerektiğini,


Ticari, siyasi ve toplumsal düzenlerini şirk unsurlarına değil, Allah’a yönelerek koruyabileceklerini vurgular.


---


Kureyş Suresi (106:1–4)


1. لِإِيلَافِ قُرَيْشٍ

li-īlāfi Quraysh


إِيلَاف (īlāf): Alışkanlık, ısındırma, tanıştırma, güvenli hale getirme.


Aynı kökten gelen "ulfa", dostluk ve ülfet demektir (bkz. Tevbe 7: "illa alladhīna ‘āhadttum ‘inda l-masjid al-ḥarām fa-mā istaqāmū lakum fa-istaqīmū lahum inna allāha yuḥibbu l-muttaqīn.").


"īlāf", ticaret yollarında güvenli seyahat edebilmeleri için oluşturulan toplumsal ve siyasi düzenleri ve ittifakları çağrıştırır.



قُرَيْش (Quraysh): Mekke'nin önde gelen kabilesi. Kur’an’da sadece burada geçer. Kökü muhtemelen "qarasha"dır, "toplanmak" anlamındadır; bir araya gelmiş, merkezleşmiş topluluk.



Yorum: Bu ayet, Kureyş kabilesinin sahip olduğu sosyal ve ekonomik istikrara dikkat çeker.



---


2. إِيلَافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَاءِ وَالصَّيْفِ

īlāfihim riḥlata sh-shitā’i waṣ-ṣayf


رِحْلَة (riḥlah): Yolculuk. Kur’an’da başka yerlerde daha çok fiil hâli olan "rahala", sefer etmek anlamında kullanılır (örneğin Kehf 62: "fa-ir'tadda ‘alā āthārihimā qaṣaṣan" — iz sürerek geri döndüler).


الشِّتَاءِ (ash-shitā'): Kış.


الصَّيْفِ (aṣ-ṣayf): Yaz.



Yorum: Kureyş’in kışın Yemen’e, yazın Şam’a düzenli ticaret seferleri yaptığına işaret edilir. Bu, sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel temas ve güç alanı anlamına da gelir. Bu yolculukların güvenliğini sağlayan şey, Kâbe’ye olan saygıydı.



---


3. فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هَٰذَا الْبَيْتِ

fal-ya‘budū rabba hādhā l-bayt


فَلْ (fal): "Öyleyse" bağlacı, nedensellik bildirir.


يَعْبُدُوا (ya‘budū): Kulluk etsinler, ibadet etsinler.


Aynı kökten gelen ‘ibāda, kulluk anlamındadır. Kur’an’da bu kelime, sadece ritüel değil, hayatı Allah’a adanmışlık anlamında geniş bir içeriktedir (bkz. Zariyat 56: "ve mâ khalaqtu l-jinna wa l-insa illa liya‘budūn").



رَبَّ (rabb): Terbiye eden, yöneten, sahip.


Kur’an’da "rabb" sadece yaratıcı değil, eğitici ve yönlendirici anlamları da taşır (bkz. Fatiha 2: "Rabbi l-‘ālamīn").



هَٰذَا الْبَيْتِ (hādhā l-bayt): Bu ev; yani Kâbe.


Kur’an’da "el-bayt" Kâbe için sıkça kullanılır (bkz. Al-i Imran 96: "inna awwala baytin wuḍi‘a li-n-nāsi").




Yorum: Kureyş’in sahip olduğu güvenli ticari sistemin arkasındaki gerçek gücün Allah olduğu ve bu yüzden Allah’a yönelmeleri gerektiği vurgulanır.



---


4. الَّذِي أَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَآمَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ

allaḏī aṭ‘amahum min jū‘in wa-āmanahum min khawf


أَطْعَمَهُمْ (aṭ‘amahum): Onları doyurdu.


جُوع (jū‘): Açlık.


Kur’an’da mecazi anlamda da kullanılır (örneğin Bakara 155: "ve lanabluwannakum bi-shay’in mina l-khawfi wa l-jū‘i...").



آمَنَهُمْ (āmanahum): Onları güvene kavuşturdu.


خَوْف (khawf): Korku.


Kur’an’da teolojik bir bağlamda da geçer (örneğin Ahzab 39: "yakhshawnahu wa lā yakhshawna aḥadan illā allāh").




3 Mayıs 2025 Cumartesi

Tedebbür: Kur’an’la Derinlikli Yolculuk 🔦

🔦 Tedebbür: Kur’an’la Derinlikli Yolculuk

“Sana indirdiğimiz bu kitap kutludur; ayetlerini tedebbür etsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar.” (Sâd / 29)

“Şu Kur’an’ı iyice tedebbür etmezler mi? Yoksa atalarına gelmeyen bir şey mi geldi onlara?” (Mü’minûn / 68)

“Kur’an’ı tedebbür etmiyorlar mı? Eğer Allah’tan başkası tarafından olsaydı, içinde birçok çelişki bulurlardı.” (Nisâ / 82)

“Onlar Kur’an’ı tedebbür etmiyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed / 24)


Bu ayetlerde geçen “يتدبرون” ve “يدبروا” fiilleri, “tedebbür” kökünden türemiştir. Kur’an, yalnızca okunmayı değil, aynı zamanda tedebbür edilmeyi, yani derinlemesine düşünülmeyi, ayetlerin arka planındaki hikmetlerin araştırılmasını ister.


Tedebbür, bir meselenin arkasını, sonucunu, kökenini düşünmek; sebep-sonuç ilişkisini kurarak derinlikli anlamlar çıkarmak demektir. Bu anlamda tedbir kelimesiyle aynı kökten gelir. Yani Kur’an’ı tedebbür eden kişi, hayatı için tedbir alabilen kişidir.


Kur’an’ın tedebbür edilmesi, tertil ile okunması ve hayata aktarılması arasında güçlü bir bağ vardır. Zira Kur’an, sadece ezberlenmek ya da yüzeysel okunmak için değil, içerisindeki derslerle insanı dönüştürmek için indirilmiştir. Bu da onun evrensel bir kitap oluşuyla doğrudan ilişkilidir.


Kur’an’ı tedebbür etmek, aynı zamanda kelimelerin asıl anlamlarına sadık kalarak okunmasını gerektirir. Zira önceki ümmetler, ilahi kelimeleri mevazinlerinden, yani asıl anlamlarından kaydırarak tahrif etmişlerdi. Bu sebeple Kur’an’da geçen her kavramı anlam kökeniyle birlikte ele almak, o kavramın çağlar ötesi mesajını kavramak için gereklidir.


"Tedebbür", kökeni itibarıyla “dübür” yani “arka” kelimesinden gelir. Bu da ayetlerin sadece yüzeyini değil, arka planını, derinliğini ve sonucunu düşünerek okumayı ifade eder. Bu bağlamda Kur’an’ı tedebbür ile okumak, bir nevi tertil üzere okumaktır. Ayetleri aceleyle değil, hayatımıza aşama aşama uygulayarak okumaktır. Nitekim bu anlayış, Müzemmil Suresi'nde yer alan "ağır bir söz" uyarısıyla da pekiştirilmiştir.


Sonuç olarak Kur’an’ın tedebbür edilmesi, onun hayata taşınması açısından elzemdir. Zira Kur’an, çağların ötesinden bugüne seslenen bir rehberdir. Bu rehberlikten yararlanmak, onu sadece okumakla değil, derinlemesine düşünmekle ve hayata taşımakla mümkündür.


Rabbimiz bizleri, Kur’an’ı tedebbür ederek tertil ile hayata aktaran kullarından eylesin.



---



18 Haziran 2012 Pazartesi

KURANA GÖRE ZİKİR 🗓

 🗓 KURANA GÖRE ZİKİR


Kuran’da çok sık kullanılan ZİKRULLAH  ذِكْرِ اللّٰهِ kavramı maalesef bir çok kavram gibi klasik paradigmaya kurban edilerek yanlış anlamlandırılmakta ve meallerde yanlış çevrilmektedir.

ZİKRULLAH klasik anlayışta ALLAH’I ZİKRETMEK şeklinde anlamlandırılmakta ve “dil ile Allah’ı anmak, tenzih etmek, yüceltmek, hatırlamak” gibi manalar verilmektedir. Bu paradigmaya uygun olarak da meallerde “Allah’ı zikretmek”, “Allah’ı anmak” şeklinde meal verilmektedir. Bu anlamlandırma da, meallendirme de son derece yanlıştır. Allah’ hatırlamak, unutmamak, anmak manalarında olan ayetlerde zaten YEZKURUNALLAH ve EZKUR ve benzeri formlarda fiil kullanımları vardır. Zikrullah kullanımı bunlardan farklıdır;

Çünkü; “ZİKRULLAH” bir FİLL TAMLAMASI değil, bir İSİM TAMLAMASIDIR.

Yukarıda verilen paradigma ve çeviriler yani ALLAH’I ANMAK, ALLAH’I HATIRLAMAK birer FİİL TAMLAMASIDIR. Bu nedenle bu anlayış ve çeviriler yanlıştır.

Arapça bir İSİM TAMLAMASI olan “ZİKRULLAH” kavramının doğru çevirisi “ ALLAH’IN ZİKRİ” olmalıdır. Ez-ZİKR isim halinde geldiği her yerde VAHYE isim olmuştur. Hz. Muhammed nebiye ( selam ona ) indirilen VAHİY yani özel adı ile EL-KURAN için de çok sık olarak Ez-Zikr sıfatı ( Kuran’ın öğüt verici, hatırlatıcı fonksiyonlarından dolayı ) kullanılmıştır.

ZİKR kelimesinin isim ve sıfat olarak kullanıldığı ayetlerden bazıları şunlardır:

“Onlar: Ey kendisine ZİKR indirilen, gerçekten sen mecnunsun dediler” HİCR/6

“Hiç şüphesiz ZİKRİ biz indirdik, onun koruyucuları da gerçekten biziz” HİCR/9

“……..Sana da ZİKRİ indirdik…..” NAHL/44

Ayrıca, EZ-ZİKR kullanımları için: FUSSİLET/41, AL-İ İMRAN/58, ENBİYA/7, NAHL/43, FURKAN/18-29, YASİN/11, SAD/1-8, KAMER/25, KALEM/51 ve benzeri ayetlere bakılabilir.
Sonuç olarak, ZİKRULLAH, Allah’ın Vahyi demektir. Tıpkı Kuran için kullanılan diğer isim ve sıfat tamlamaları olan; HABLULLAH ( Allah’ın İpi ), SIBGATULLAH ( Allah’ın Boyası ), NURULLAH ( Allah’ın Nuru ), NİMETULLAH ( Allah’ın Nimeti ), ve benzerleri gibi.

Meal yazarları, klasik paradigmadan kurtulamadıkları ve GÖZ GÖRE GÖRE bir İSİM TAMLAMASI olan ZİKRULLAH kavramını ısrarla bir FİİL TAMLAMASI olarak çevirdikleri için özellikle ANKEBUT Suresi 45. Ayetini anlamlandıramamakta ve kendi paradigmaları ile büyük çelişkiye düşmektedirler.

Ayetin içinde geçen VE LE ZİKRULLAHİ EKBER cümlesini ALLAH’I ZİKRETMEK/ANMAK EN BÜYÜKTÜR şeklinde çevirmektedirler. Ancak kendilerine “o zaman namaz, oruç, hac, kurban gibi ibadetlere ne gerek var, dilimizle Allah’ı ansak bak işte en büyük ibadet budur diyorsunuz” şeklinde onların verdikleri meale göre oldukça tutarlı sorular soranlara ise bin bir dereden su getirerek kendi çelişkilerini tevil etmeye çalışmaktadırlar. Oysa kendileri meallerinde bu sözü bu şekilde çevirerek soruyu doğru kabul ettiklerinin farkındadırlar.

Ayetin en uygun çevirisinin şu şekilde olduğunu düşünmekteyiz:

Sana EL-KİTAB’dan ne vahyediliyorsa oku ve o Vahyi hayatına hakim kıl. Şüphesiz ki o Vahiy,  fuhşiyatı ve kötülükleri  yasaklar.  GERÇEKTEN ALLAH’IN VAHYİ ( zikrullah ) EN BÜYÜKTÜR. Allah yaptıklarınızı biliyor.   Ankebut  45

İşte bu çeviri de görüldüğü üzere hiçbir çelişki bulunmamakta ve tüm ideolojilere, tüm felsefelere, tüm öğretilere rağmen Allah’ın Vahyinin ( zikrullah ) en yüce olduğu belirtilmektedir. Kuran’da geçen tüm ZİKRULLAH isim tamlamalarının yerine ALLAH’IN VAHYİ ( KURAN ) anlamı konularak okunursa ayetlerin ne kadar net ve anlam bütünlüğünde olduğu görülecektir.

Aşağıda, İSİM TAMLAMASI şeklinde geçtiği tüm formlarda: ZİKRİLLAH, ZİKRİRRAHMAN, ZİKRİRABBİHİ, ZİKRİRABBİHİM  doğru meal anlam denemeleri verilmiştir. Bu şekilde çevrildiğinde cümle tutarlılığı, anlam bütünlüğü ve ayetin verdiği harika mesaj daha net görünmektedir.

ZİKRİLLAH

ZÜMER 22 Allah kimin kalbini İslam’a açmışsa o Rabbinden bir nur üzere değil midir? Fakat ALLAH’IN VAHYİNDEN ( Zikrillah ) yana kalpleri katılaşmış olanların vay haline. Işte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.

ZÜMER 23 Allah, benzeştirerek ve iki yönlü anlatan bir Kitap olarak sözün en güzelini(ahsenül hadis=Kuran) indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek korkanların ondan ( vahiyden ) derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri ALLAH’IN VAHYİNE ( Zikrillah ) karşı yumuşar yatışır. İşte bu Allah’ın yol göstermesidir, onunla (vahiyle) dilediğini doğru yola ulaştırır. Allah kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur.

ANKEBÛT 45 Sana EL-KİTAB’dan ne vahyediliyorsa oku ve o Vahyi hayatına hakim kıl. Şüphesiz ki o Vahiy,  fuhşiyatı ve kötülükleri  yasaklar.  GERÇEKTEN ALLAH’IN VAHYİ ( zikrullah ) EN BÜYÜKTÜR. Allah yaptıklarınızı biliyor.

RA’D 28 Bunlar iman edenler yani kalpleri ALLAH’IN VAHYİ ( Zikrillah ) ile tatmin olanlardır.  Haberiniz olsun, kalpler ancak ALLAH’IN VAHYİ ( Zikrillah ) ile tatmin olur.

CUMUA 9 Ey iman edenler, toplantı gününde, vahiy için çağrı yapıldığında hemen ALLAH’IN VAHYİNE ( Zikrillah ) koşun ve alışverişi bırakın. Bu sizin için hayrdır, eğer bilenler olursanız.

NÛR 37 Öyle Adamlardır ki, ne bir ticaret ne de bir alışveriş onları ALLAH’IN VAHYİNDEN ( Zikrillah ) yani o Vahyi hayatlarına hakim kılıp arınmışlığa ulaşmaktan tutkuya kaptırıp alıkoymaz. Onlar kalplerin ve görüşlerin dönüşeceği günden korkarlar.

MÜNÂFİKÛN 9Ey iman edenler, ne mallarınız ne evlatlarınız sizi ALLAH’IN VAHYİNDEN ( Zikrillah ) tutkuya kaptırıp alıkoymasın, kim böyle yaparsa artık onlar hüsrana uğrayanlardır.

MÜCÂDİLE 19 Şeytan onları sarıp kuşatmıştır, böylece onlara ALLAH’IN VAHYİNİ ( Zikrillah ) unutturmuştur. İşte onlar şeytanın taraftarlarıdır. Dikkat edin, şeytanın taraftarları şüphesiz hüsrana uğrayanlardır.

MÂİDE 91 Şüphesiz ki şeytan, içki ve kumarla aranıza kin ve düşmanlık sokmak, sizi ALLAH’IN VAHYİNDEN ( Zikrillah ) ve o Vahyi öğrenmek için gittiğiniz Salat’tan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?

HADÎD 16 İman edenlerin kaplerinin ALLAH’IN VAHYİ ( Zikrillah ) yani Hak’tan indirilmiş olan için saygı ve ürperti ile yumuşaması zamanı gelmedi mi? Onlar bundan önce kendilerine Vahiy verilmişler, sonra üzerlerinden uzun süre geçip kalpleri katılaşmış olanlar gibi olmasın. Onlardan çoğu fasık olanlardır.

ZİKRİRRAHMAN

ZUHRUF 36 Kim, RAHMAN’IN VAHYİNİ ( Zikrirrahman ) görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun üzerini kabukla bağlatırız, artık bu, onun yakın bir dostudur.

ENBİYÂ 36 İnkar edenler seni gördüklerinde, seni alay konusu ediyorlar “ Sizin ilahlarınızdan bahseden bu mu” (diyorlar). İşte onlar, RAHMAN’IN VAHYİNİ ( Zikrirrahman ) inkar edenlerdir.

ZİKRİ RABBİHİ
CİN 17 ……………………. Kim, RABBİNİN VAHYİNDEN ( Zikri Rabbihi ) yüz çevrirse, onu artan bir azaba sürükler.

ZİKRİ RABBİHİM
ENBİYÂ 42 De ki: “ Gece ve gündüz sizi Rahman’dan kim koruyabilir?” Hayır, onlar RABLERİNİN VAHYİNDEN ( Zikri Rabbihim ) yüz çevirenlerdir.

ZİKR’(y)İ (Benim Zikrim)
TÂHÂ suresi 14. ve 42. ayetler  (Ey Musa) “Gerçekten Ben, Ben Allah’ım, Ben’den başka ilah yoktur; öyleyse bana kulluk et yani BENİM VAHYİM için Peygamberlik yap/o- dini tebliğ et” “Sen ve kardeşin ayetlerimle (Firavun’a) gidin ve sakın BENİM VAHYİM’de (onu tebliğ etmede)  gevşek davranmayın”

ZİKRİ-NA (Bizim Zikr’imiz)
NECM suresi 29. ayet Şu halde sen, Vahyimizden  sırt çeviren yani dünya hayatından başkasını istemeyenden yüz çevir.