Bu Blogda Ara

aldatma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aldatma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Mayıs 2025 Cumartesi

Kur’an’da ‘İblîs’ değil ‘Şeytan’la mücadele


Kur’an’da Şeytan: Bir Kişilik Değil, Bir Sistem Olarak Sapma Mekanizması


İblîs’in düşüşünden sonra başlayan epistemolojik sapma süreci ve “şeytan”ın Kur’an’daki çok katmanlı temsilleri






Kur’an’da şeytan, genellikle soyut bir “kötülük kaynağı” ya da insanları saptıran bir varlık olarak anlaşılmıştır. Oysa Kur’an’da şeytan çoğu zaman görünmeyen bir varlık değil, duyulabilir, konuşabilir, söz verebilir, dost edinilebilir ve hatta insan biçiminde zuhur edebilir bir güç olarak sunulur. Bu durum, şeytanın sabit bir varlık olmaktan çok, bir yönelim biçimi veya bilinç sapması sistemi olduğunu gösterir.

Kur’an’da şeytanın en temel işlevi, hakikatin üzerini örtmek, algıyı bozmak, dost görünerek egemenlik kurmak ve kişiyi/ toplumu kendi özgür tercihinden uzaklaştırmaktır. Dolayısıyla bu mücadele sadece bireysel bir “ahlâkî günah” meselesi değil, aynı zamanda şirk, tâğût ve epistemik işgal ile ilgilidir.


---

1. Şeytan ile İblîs Farkı: Başlangıç Noktasının Ötesi

İblîs, belirli bir olayda (Âdem’in yaratılışında) öne çıkan bir bilinç varlığıdır. Secde etmeyip kibirlenmiştir (Bakara 2:34).

Ancak “iblîs” kelimesi Kur’an’da toplam 11 kez geçerken, “şeytan” 88 kez geçer.

Bu da gösterir ki Kur’an için asıl mesele bir defalık isyan değil, bu isyanın doğurduğu kalıcı sapma mekanizmasıdır.

Şeytan, hem İblîs’in sürdürülebilir hali hem de onun dışında toplumsal, düşünsel, politik bir sapma sistemidir.



---

2. Şeytanın "Söz Vermesi" ve Aldatıcı Söylemi

“Şeytan size fakirlik vaat eder ve size çirkinliği emreder.” (Bakara 2:268)

“O (şeytan), Allah hakkında yalan söyler.” (Nahl 16:63)

“İş bitince şeytan der ki: Allah size gerçek sözü verdi, ben ise size söz verdim ama ben yalancıyım.” (İbrahim 14:22)


Burada şeytan sadece içsel dürtü değil, ideolojik bir söylem üreticisidir. İnsanlara sistematik şekilde umut, korku, çıkar veya cehalet yoluyla yanıltıcı bir hakikat sunar.


---

3. Şeytanın Sosyal Varlığı ve Dostluk Kurma Mekanizması

“Şeytanlar, kendi dostlarına vahyederler.” (En’âm 6:121)

“Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinenler…” (Nisâ 4:38-41)


Bu ayetlerde şeytan bireysel iç dürtü değil, bir iletişim ağı, ilişki sistemi ve ideolojik aidiyet üzerinden işler. Bu da şeytanı sadece düşman değil, bir şirk ağı haline getirir.


---

4. Vesvese: Şeytanın En Sessiz Silahı

“Vesvese veren sinsi şeytanın şerrinden…” (Nâs 114)

Vesvese, sadece “fısıltı” değil, düşünce bozulması demektir. Sessiz bir yönlendirme, fark ettirmeden bilinç sapmasıdır.



---

5. Şeytanla Mücadele Ne Demektir?

Kur’an şeytandan korunmak için şu yolları önerir:

“Ona karşı bilinçli olun.” (Fussilet 36)

“Salât ile Allah’ı an.” (A’râf 200-201)

“Kendi nefsini tanı.” (Şems 91:7-10)


Bu mücadele bir “lanetli varlığa karşı” değil, hakikati örten her yapıya, düşünceye ve sisteme karşı direniş anlamına gelir.


---

6 Mayıs 2025 Salı

ŞANLI ATALAR DİNİNİN MASALLARI 🗿

 🗿 ŞANLI ATALAR DİNİNİN MASALLARI

KELLE SAYISIYLA GERÇEĞE ULAŞILABİLİR Mİ?

Peygamberimizin döneminde, elleriyle yaptıkları putlara tapan insanlara hayret ederiz. Üstelik Peygamberimiz, onların bu inançlarını sorgulamış ve yalnızca Allah’a kulluk edilmesi gerektiğini mantıklı bir şekilde anlatmışken, halk yine de onu reddetmiş, hatta öldürmeye kalkışmıştır. Peki, bu insanların aklını böylesine körelten şey neydi? Kuran’a göre bu körlüğün sebebi: gelenektir.



Kendilerine gelen her ilahî mesajı, “Biz atalarımızın yoluna uyarız” diyerek reddeden kitleler, hakikati aramak yerine geçmişin izinden gitmeyi tercih etmişlerdir. Kuran bu tavrı açıkça eleştirir:

Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde: “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Ya atalarının aklı bir şeye yetmemiş, doğru yolu bulamamış idiyse?
(Bakara 2/170)

Bu ayette, geleneksel inançların sadece geçmişten geliyor oluşunun onları doğru yapmayacağı anlatılır. Kuran’a göre aklın ve vahyin dışında kalan hiçbir gelenek değer taşımaz.


PEYGAMBERLER DÖNEMLERİNİN RADİKALLERİDİR

Dinler tarihine bakıldığında, gelenekle aklın sürekli çatıştığı görülür. Her peygamber kendi döneminin radikalidir, çünkü mevcut sistemi kökten sarsarak Allah’ın mesajını getirir. Bu mesajı kabul edenler akıllarını kullanarak Allah’ın delillerine iman ederler. Ancak mesaj, gelenekle çeliştiği için çoğunluk tarafından reddedilir. Gelenekçiler aklı değil, taklidi tercih ederler. Çünkü akıl çalıştığında, geleneğin yanlışları ortaya çıkar. Bu nedenle taklitçi gelenek, aklı bir tehdit olarak görür.

Kuran, bu zihniyeti tarih boyunca eleştirir. İşte bazı örnekler:

  • Nuh’a karşı: “Biz bunu atalarımızdan duymadık.” (Müminun 23/24)

  • Hud’a karşı: “Sadece Allah’a kulluk etmemiz için mi geldin?” (A’raf 7/70)

  • Salih’e karşı: “Atalarımızın taptıklarından vaz mı geçeceğiz?” (Hud 11/62)

  • Şuayb’a karşı: “Senin namazın mı bize ticaretimizi bıraktıracak?” (Hud 11/87)

  • İbrahim’e karşı: “Atalarımızı böyle yaparken bulduk.” (Şuara 26/74)

  • Musa’ya karşı: “Atalarımızdan bunu işitmedik.” (Kasas 28/36)

  • Muhammed’e karşı: “Bu adam atalarınızın dininden sizi alıkoymak istiyor.” (Sebe 34/43)

Bu örnekler, her dönemde geleneksel anlayışın ilahi mesaja karşı nasıl direnç gösterdiğini net biçimde ortaya koyar.


GELENEĞİ DİNLEŞTİRME TUZAĞI

Kuran, aklı devre dışı bırakan gelenekçi anlayışı şiddetle reddeder. Fakat günümüzde pek çok kişi, atalarının inançlarını sorgulamadan din zanneder. Mezhepleri, tarikatları ve bunların oluşturduğu kültürel kalıpları sorgulamak isteyenlere şu itirazlar yapılır:

  • “Sen bu kadar evliyanın, alimin içinde onlardan daha mı iyi biliyorsun?”

  • “Bu yolda akılla yürünmez, şanlı atalarımız bu işi halletmiş.”

  • “Biz bu dini dedelerimizden böyle gördük.”

Bu söylemler, tarihte Peygamberlere karşı çıkanlarla aynı zihinsel refleksin ürünüdür. Çünkü burada Allah’ın kitabı olan Kuran’dan çok, ataların anlayışı öncelenmektedir.

İnsanlardan öyleleri vardır ki, bir bilgiye, rehbere ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmadan Allah hakkında tartışır.
Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde, “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler.
(Lokman 31/20-21)

Bu ayetler sadece müşrikleri değil, Kuran’ı ikinci plana iten tüm gelenekçi anlayışları kapsar.


HİNDULAR KELLE SAYARSA...

Gelenekçi-mezhepçi İslam anlayışına sahip olanlar, çoğu zaman tarihe, büyük kalabalıklara ve büyük âlimlere dayanarak inançlarını savunurlar. Ancak bu mantıkla hareket eden bir Hindu da, inekleri kutsal sayan milyonlarca insanı görünce doğru yolda olduğunu zanneder. Aynı şekilde bir Hıristiyan, çevresindekilerin çoğunluğu “Hz. İsa Tanrı’nın oğludur” dediği için bunu doğru kabul edebilir.

Bu yaklaşımı Kuran açıkça reddeder:

Yeryüzünde olanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.
Onlar ancak zanna uyarlar, tahmin yürütürler.
(En’am 6/116)

Onların çoğu, Allah’a ortak koşmadan iman etmezler.
(Yusuf 12/106)

Yani Kuran, kelle sayısı üzerinden hakikat aramanın yanlış olduğunu açıkça bildirir. Gerçeğe ulaşmanın yolu, aklın kullanılması ve Kuran’a başvurulmasıdır.


DİNDAR GÖRÜNÜP AKILDAN KORKANLAR

Gerçekleri öğrenmek isteyen kişiler çoğu zaman, ailesinden veya çevresinden gelen baskılardan çekinir. Birçok kişi şu tarz dışlanmalardan korkarak sessiz kalır:

  • “Bizim oğlan mezhepsiz olmuş.”

  • “Kız erkeklerle tokalaşıyormuş, elden gidiyor.”

  • “Hayızlı namaz kılınır mıymış hiç?”

Bu baskı ortamı, bireyin kendi düşüncesini geliştirmesini engeller. Oysa Kuran, geleneklerin doğruluğunu değil, aklın işletilmesini ve Allah’ın kitabına yönelmeyi emreder:

Allah kuluna yetmez mi? Seni, O’ndan başkasıyla korkutuyorlar.
(Zümer 39/36)

Bu, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.
(Sad 38/29)

Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp; hepsi sorguya çekilecektir.
(İsra 17/36)


SONUÇ: KURAN, TEK ÖLÇÜDÜR

İslam’da doğruyu belirleyen kriter ne gelenek, ne çoğunluk, ne de mezheplerdir. Tek ölçü Kuran ve akıldır. Kuran’a göre iman, aklın ürünü olmalıdır. Her birey, inandığı şeyi sorgulayarak, delillere dayanarak kabul etmelidir.

Toplumun dini kalıplarına uymadığı için dışlanma korkusu, insanı gelenek bataklığında tutar. Oysa Kuran, bireyin bağımsız aklını kullanmasını, sorgulamasını ve sadece Allah’tan korkmasını ister.

21 Haziran 2012 Perşembe

Kuran ile nasıl bir ilişki içindeyiz ? 🎗

🎗 Kuran ile nasıl bir ilişki içindeyiz?


Kur`an bizim için ne ifade ediyor?

 Onunla nasıl bir ilişki içindeyiz?

Anlam dünyamızda ve hayatımızda neye karşılık geliyor?

Davranışlarımızı ve düşünce kalıplarımızı o mu belirliyor?

Yani, Kur`an`ın içinden mi konuşuyoruz?

 Hayata onun pencerelerinden mi bakıyoruz?

Yoksa Kur`anın dışında bir yerde duruyoruz da onu, yaptılarımızı meşrulaştıracak bir kutsal araç veya kendimizi kutsama vesilesi olarak mı görüyoruz?

Akidemizin, inanç, ilke ve prensiplerimizin kaynağı Kur`an`a mı dayanıyor?

Evimizde ve çalışma hayatında onun koyduğu temel ilkeler çerçevesinde mi hareket ediyoruz?

Çevremizle ilişkilerimizi, gündelik hayatımızı, ahlak anlayışımızı, mezhep ve peygamberlik algımızı, ilme, sanata, eğitime, siyasete, ekonomiye, teknolojiye, şehirleşmeye, göçebeliğe vs. bakışımızı Kur`an mı belirliyor?

Kur`an dediğimizde ne anlıyoruz?

 Onun nasıl bir metin olduğu konusunda bir fikrimiz var mı?

Ona yaklaşma biçimimiz nasıl?

Bizim için ne kadar kutsal veya onun kutsallığını neyinde ve nerede görüyoruz?

Onu dinlemekten mi okumaktan mı daha çok hoşlanıyoruz?

Kur`an okumak deyince ne anlıyoruz?  

Metninden mi mealinden mi okuyoruz?

Kur`an`ın metninden/yüzünden tecvid kurallarına göre okuduğunuz da mı, Mealini okuduğumuz da mı daha çok huşu duyuyoruz?

Herhangi bir mealden, baştan sona kaçkez Kur`an meali okuduk?

Onu okurken herhangi bir yöntem ve metodoloji takip ettik mi?

Okuduğumuz bütün bölümleri anladık mı?

Anladıysak mevcut kabul ve anlayışlarla, anladıklarımız arasında herhangi bir fark gördük mü?

 Eğer bazı farklar gördüysek, bu farklılıklar bizi farklı bir davranışa sevketti mi?

 Ettiyse çevremizden nasıl bir tepki aldık ve bu tepki bizi nasıl etkiledi?

Anlamadığımız bölümlerle ilgili olarak nasıl bir yol izledik?

O bölüm ve konuyu öyle anlamadan mı bıraktık yoksa başka kitaplara veya bizden daha bilgili olduğuna inandığımız kişilere sorarak öğrenmeye mi çalıştık?

Kur`an ve mealleri aynı şey olarak mı görüyoruz?

 Mealin metnine, mütercimin herhangi bir dahlinin olduğunu, manasında herhangi bir eksiltme ve arttırmada bulunabileceğini düşünüyor muyuz?

 Mütercimin dahlinin olmayacağı bir meal yapmak mümkün müdür?

Meal okurken, okumadan önce sahip olduğumuz algı ve anlayışlarımızı nereye koyuyoruz?

Bir yere koyamayacağımıza, onları kovamayacağımıza, yok sayamayacağımıza göre daha önceden sahip olduklarımız, bildiklerimiz, okuyacaklarımızı, yeni öğreneceklerimizi belirlemeyecek, en azından yönlendirmeyecek midir?

Bu durumda meal okumamız bize ne sağlayacaktır? (bu durum elbette her tür metni okuma için de sözkonusudur.)

Bir müslüman olarak anlayış, inanç, düşünce ve pratiklerimizi doğrudan Kur`andan çıkarmıyorsak, bunu kendimize nasıl izah ediyoruz?

Başka araçlar kullanarak, örneğin geçmiş ve günümüzde yaşayan kişilerin çalışmalarından veya birebir hocaefendilerden alıyorsak, aldıklarımızın Kur`an`ın emirlerinin birebir yansımaları olduğunu nereden biliyoruz veya kendimize böyle bir soru soruyor muyuz?

Yok eğer her şeyi kendimiz Kur`an`dan veya mealinden çıkarıyorsak bunu hangi kural, yöntem ve metodolojiye göre yapıyoruz?

Mealden okuduklarımız inançlarımız ve amellerimiz mi oluyor?

Meali yapanın ve bizim algımızın zihnimizi yönlendirmediğinden nasıl emin olabiliyoruz?

Üstelik binbeşyüz yıl öncesinin kelimeleriyle o dönemin coğrafyasına ve sosyo-kültürel ortamına inmiş bir metni, bugünün kelimeleriyle bugünün coğrafyasında ve sosyo-kültürel ortamında nasıl yeniden inşa edeceğiz?

Öğrendiklerimizi ister doğrudan meallerden veya Kur`an metninden, isterse kişi ve kurumlardan öğrenelim, öğrendiğimiz şey ne kadar Kur`an olacaktır?

Kur`an`ın binbeşyüz yıl öncesinin Mekke`sine, o yörenin diliyle gelen sözel bir metin olduğunu ve bugünde müslümanlar olarak ona uyup uymayacağımızdan sorumlu olduğumuzu bilerek; Kur`an, bizim için ne ifade ediyor sorusunu yeniden soralım ve yukarıdaki soruların cevaplarını beynimizi ve yüreklerimizi de yokladıktan sonra sahici olarak verelim.

Yoksa biz kendimizi mi aldatıyoruz?