Bu Blogda Ara

şeytan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şeytan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Haziran 2025 Çarşamba

İBRAHİM SURESİ "bina değil bilinç " 🧱


İbrahim Suresi, sadece Kur’an’dan bakıldığında başlı başına sarsıcı ve derin mesajlar içeren bir vahiydir.


🌌 1. Karanlıklardan Nura Çıkaran Kitap

“...Seni, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarasın diye bu Kitap’ı indirdik...” (İbrahim 14:1)

  • Şaşırtıcı Detay: Bu ayette “karanlıklar” çoğul (zulümât) ama “nur” tekil gelir. Yani kötülüğün yolları çoktur ama hakikatin yolu birdir. Bu, Kur’an’ın merkezî epistemolojik vurgusudur.

  • Kur’an aynı vurguya Bakara 257 ve En’am 122 gibi başka surelerde de yer verir.


🔥 2. Musa'nın Sözleri: Şirkle Özgürlük Olmaz

“Eğer siz ve yeryüzündekiler, hepsi birlikte nankörlük etseniz de bilin ki Allah hiçbir şeye muhtaç değildir.” (İbrahim 14:8)

  • Şaşırtıcı Derinlik: Musa’nın sözleri sadece Firavun’a değil, ümmetinin içindeki şirk eğilimlerine de bir tokattır.

  • “Hamd” ve “şükür”ün Kur’an’daki en net ayrım çizgilerinden biri bu surede görünür: şükür sadece nimetle değil, Allah’ı birleme bilinciyle mümkündür.


⚡ 3. Şeytanın İtirafı: “Benim Gücüm Yoktu”

“Benim sizin üzerinizde bir gücüm yoktu; ben sadece çağırdım, siz de bana geldiniz...” (İbrahim 14:22)

  • Şaşırtıcı Gerçek: Bu ayet, cehennemde şeytanın yapacağı konuşmayı aktarır. Şeytan tüm suçu insana bırakır. Yani Kur’an’a göre şeytanın zorlama gücü yoktur, sadece fısıltısı vardır.

  • Bu, “sorumluluk” kavramını altüst eder. İnsan, kendi kötülüğünün baş aktörüdür.


🧱 4. Sarsılmaz Bir Temel: İbrahim’in Duası

“Rabbim! Beni ve soyumdan gelenleri namazı dosdoğru kılanlardan eyle.” (İbrahim 14:40)

  • Şaşırtıcı Perspektif: İbrahim’in duasında ilk sırada namaz vardır. Ancak bu dua, Kâbe’nin inşası bağlamında gelir. Bu da gösteriyor ki bina değil bilinç önemlidir.

  • Ayrıca İbrahim burada “nefsim için dua” etmez. Kıyamete kadar sürecek bir bilinç mirası bırakmak ister.


🌋 5. Kelimeler Ağaç Gibi

“Güzel bir söz, kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.” (İbrahim 14:24)

  • Şaşırtıcı Anlam: Burada bahsedilen “güzel söz” tevhid kelimesidir (Lâ ilâhe illallah).

  • Kur’an, kelimeleri fiziki varlıklar gibi canlı anlatır. İman, kelime olarak göğe yükselir.

  • Kötü söz ise kökü olmayan, kopmuş bir ot gibidir (14:26).


🌍 6. Allah, Zulmedenleri Mühletle Aldatır

“Allah, zalimlere mühlet verir ama sonunda onları yakalar. Onun yakalaması çok şiddetlidir.” (İbrahim 14:42-47)

  • Şaşırtıcı Gerçek: Zulmedenlerin mühletle sınandığını gösteren bu ayetler, adaletin hemen değil, mutlak ve kaçınılmaz şekilde geleceğini vurgular.

  • Helâk edilmemiş şehir yoktur” vurgusu (14:46) tufan, azap ve kıyamet temalarını Kur’an’da birbirine bağlar.


🧭 7. İbrahim’in Kurduğu Tevhid Medeniyeti

“Ey Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını, senin Beyt-i Haram’ının yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim...” (İbrahim 14:37)

  • Şaşırtıcı Bağlantı: Kâbe, sadece bir ibadet mekânı değil, bir tevhid bilincinin merkezi olarak tasarlanmıştır.

  • “Ekini olmayan vadi”, Allah’a mutlak güvenin, hiçbir dünyevî imkâna bel bağlamamanın sembolüdür.


🪬 Bonus: “Şükreden Kullarım Çok Azdır” (14:7)

  • Bu ayet, Kur’an’da sadece burada geçer.

  • Şükür, sadece “nimet” değil, imtihan bilinciyle hareket etmektir.

  • Allah “azınlık” olan “şükredenler”i över: Bu da Kur’an’ın çoğunluk-azınlık denklemine radikal bir eleştiridir. (Bkz: En’am 116)


İbrahim Suresi’nin şaşırtıcı mesajları, sadece kıssalarla değil, kelimelerin yerleştiriliş biçimiyle, duaların bağlamıyla ve şeytan-insan ilişkisini deşifre etmesiyle bile insana “sarsıcı” uyarılar sunar.

16 Haziran 2025 Pazartesi

ZUHRUF SURESİ "altına, ziynete, süse tapınma"



Zuhruf Suresi, altın anlamına gelen ismiyle bile şaşırtmaya başlar. Çünkü bu surede en çok eleştirilen şey tam da bu: altına, ziynete, süse tapınma. Şimdi suredeki bazı ayetlere “şaşırtıcı” bir gözle bakalım:


🌟1. Altınla kandırılmış Firavun halkı (43:51-54)

فَنَادَىٰ فِرْعَوْنُ فِى قَوْمِهِ قَالَ يَٰقَوْمِ أَلَيْسَ لِى مُلْكُ مِصْرَ وَهَٰذِهِ ٱلْأَنْهَٰرُ تَجْرِى مِن تَحْتِىٓ ۖ أَفَلَا تُبْصِرُونَ

Firavun halkına bağırdı: “Ey kavmim! Mısır’ın hükümranlığı bana ait değil mi? Şu nehirler ayaklarımın altından akmıyor mu? Görmüyor musunuz?!”

Şaşırtıcı tarafı: Firavun altın, su ve mülk üzerinden insanları büyülüyor. Onlar ise vahiy getiren Musa’ya değil, altın getiren zalime inanıyorlar. Bugün de insanları yönetenlerin temel sermayesi ne? Parıltı.


🏛️2. Peygamberlerin seçilme kriteri: Zenginlik mi olmalıydı? (43:31)

وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هَٰذَا ٱلْقُرْءَانُ عَلَىٰ رَجُلٍۢ مِّنَ ٱلْقَرْيَتَيْنِ عَظِيمٍ

Dediler ki: "Bu Kur’an, şu iki şehirden (Mekke ya da Taif) büyük bir adama indirilmeli değil miydi?"

Şaşır: İnsanlar hala vahyin kıymetini, kimin üzerine indiğine göre ölçüyor. Zengin mi, karizmatik mi, etkili mi? Oysa Allah elçisini altın süslemelerle değil, hakikatle gönderir.


💬3. İsa peygamberin kimliğiyle sars (43:59-61)

إِنْ هُوَ إِلَّا عَبْدٌ أَنْعَمْنَا عَلَيْهِ وَجَعَلْنَاهُ مَثَلًا لِّبَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ

"İsa, bizim nimet verdiğimiz bir kuldan ibarettir. Onu İsrailoğulları’na bir ibret yaptık."

Şaşırtıcı ayrıntı: Zuhruf Suresi, Hristiyanların tanrılaştırdığı İsa’yı net biçimde indirger: O bir kuldur. Ama öyle bir kul ki, gelişiyle kıyametin işareti olur (43:61)! Yani insan ama sembol; beşer ama mesaj taşıyan bir işaret!


💰4. Altın evler, gümüş merdivenler – dünyaya göre hakikatin değeri (43:33-35)

Eğer insanlar (inkârda) birleşip tek ümmet olacak olmasaydı, Rahman’ı inkâr edenlere gümüşten tavanlar, merdivenler, kapılar, döşekler ve süsler verirdik.

Şaşırtıcı bakış: Allah, inkârcılara altını verecekti ama vermedi. Neden? Çünkü altınla imanın değeri karışacaktı. Yani parası olan "haklı", zengini olan "doğru" sanılacaktı. Allah buna izin vermiyor. Bu yüzden altını bir sınav nesnesi yapıyor, hakikatin terazisi değil!


👁️5. Şeytanın "dostları": Altınla süslenmiş vaazlar (43:36-37)

Kim Rahman’ın zikrinden yüz çevirirse ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o, onun dostu olur.

O şeytanlar onları yoldan çıkarırlar, ama onlar kendilerini hâlâ doğru yolda sanırlar.

Şaşırtıcı mesaj: Kibirle vahiyden yüz çevirenler aslında kendi elleriyle gönüllü şeytan arkadaşlığına adım atar. Ve bu yeni arkadaş, onu öyle tatlı süslerle kandırır ki, kişi sapkınlığı bile hidayet sanır.


🔥6. Süs mü, azap mı? (43:71-73)

فِيهَا يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِصِحَافٍۢ مِّن ذَهَبٍۢ وَأَكْوَابٍۢۖ

Cennette üzerlerine altın tabaklar ve kadehlerle ikramlar dolaştırılır…

Şaşırtıcı karşıtlık: Sure boyunca dünyadaki altın, insanı azaba götüren bir sapkınlık. Ama cennetteki altın, Allah’ın ikramı. Fark şu: Dünyadaki altını Allah’a rağmen isteyenler, ahiretteki altını Allah’la birlikte kazanamıyor.


🎯ÖZETLE ZUHRUF SURESİ:

  • Süsle kandırılmak kolaydır, hakikati çirkin sanmak da.

  • İnsanlar çoğu zaman altın konuştuğunda hakikate kulak tıkar.

  • Peygamberlerin değeri, ekonomik sınıfla ölçülmez.

  • Şeytanın dostluğu, fark edilmeden olur; çünkü süslenmiştir.


4 Haziran 2025 Çarşamba

Fâtiha’nın Hikmetli Uyarısı 📌

Fâtiha’daki sapma yollarını belirleyen üç temel şeytanî taktiği Kur’an'daki kıssalarla bağlantı kurarak analiz edelim:

UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

3 Haziran 2025 Salı

Şeytanın Yedi Yöntemi ⚠️

Kur’an’da şeytan, bir “karakter”ten çok bir “yöntem” gibi okunursa, onun stratejileri bir düşman generalin savaş taktikleri gibi çözülebilir. Aşağıda şeytanın Kur’an’daki en belirgin yöntemsel profili yer alıyor:


























UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

24 Mayıs 2025 Cumartesi

Kur’an’da ‘İblîs’ değil ‘Şeytan’la mücadele


Kur’an’da Şeytan: Bir Kişilik Değil, Bir Sistem Olarak Sapma Mekanizması


İblîs’in düşüşünden sonra başlayan epistemolojik sapma süreci ve “şeytan”ın Kur’an’daki çok katmanlı temsilleri






Kur’an’da şeytan, genellikle soyut bir “kötülük kaynağı” ya da insanları saptıran bir varlık olarak anlaşılmıştır. Oysa Kur’an’da şeytan çoğu zaman görünmeyen bir varlık değil, duyulabilir, konuşabilir, söz verebilir, dost edinilebilir ve hatta insan biçiminde zuhur edebilir bir güç olarak sunulur. Bu durum, şeytanın sabit bir varlık olmaktan çok, bir yönelim biçimi veya bilinç sapması sistemi olduğunu gösterir.

Kur’an’da şeytanın en temel işlevi, hakikatin üzerini örtmek, algıyı bozmak, dost görünerek egemenlik kurmak ve kişiyi/ toplumu kendi özgür tercihinden uzaklaştırmaktır. Dolayısıyla bu mücadele sadece bireysel bir “ahlâkî günah” meselesi değil, aynı zamanda şirk, tâğût ve epistemik işgal ile ilgilidir.


---

1. Şeytan ile İblîs Farkı: Başlangıç Noktasının Ötesi

İblîs, belirli bir olayda (Âdem’in yaratılışında) öne çıkan bir bilinç varlığıdır. Secde etmeyip kibirlenmiştir (Bakara 2:34).

Ancak “iblîs” kelimesi Kur’an’da toplam 11 kez geçerken, “şeytan” 88 kez geçer.

Bu da gösterir ki Kur’an için asıl mesele bir defalık isyan değil, bu isyanın doğurduğu kalıcı sapma mekanizmasıdır.

Şeytan, hem İblîs’in sürdürülebilir hali hem de onun dışında toplumsal, düşünsel, politik bir sapma sistemidir.



---

2. Şeytanın "Söz Vermesi" ve Aldatıcı Söylemi

“Şeytan size fakirlik vaat eder ve size çirkinliği emreder.” (Bakara 2:268)

“O (şeytan), Allah hakkında yalan söyler.” (Nahl 16:63)

“İş bitince şeytan der ki: Allah size gerçek sözü verdi, ben ise size söz verdim ama ben yalancıyım.” (İbrahim 14:22)


Burada şeytan sadece içsel dürtü değil, ideolojik bir söylem üreticisidir. İnsanlara sistematik şekilde umut, korku, çıkar veya cehalet yoluyla yanıltıcı bir hakikat sunar.


---

3. Şeytanın Sosyal Varlığı ve Dostluk Kurma Mekanizması

“Şeytanlar, kendi dostlarına vahyederler.” (En’âm 6:121)

“Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinenler…” (Nisâ 4:38-41)


Bu ayetlerde şeytan bireysel iç dürtü değil, bir iletişim ağı, ilişki sistemi ve ideolojik aidiyet üzerinden işler. Bu da şeytanı sadece düşman değil, bir şirk ağı haline getirir.


---

4. Vesvese: Şeytanın En Sessiz Silahı

“Vesvese veren sinsi şeytanın şerrinden…” (Nâs 114)

Vesvese, sadece “fısıltı” değil, düşünce bozulması demektir. Sessiz bir yönlendirme, fark ettirmeden bilinç sapmasıdır.



---

5. Şeytanla Mücadele Ne Demektir?

Kur’an şeytandan korunmak için şu yolları önerir:

“Ona karşı bilinçli olun.” (Fussilet 36)

“Salât ile Allah’ı an.” (A’râf 200-201)

“Kendi nefsini tanı.” (Şems 91:7-10)


Bu mücadele bir “lanetli varlığa karşı” değil, hakikati örten her yapıya, düşünceye ve sisteme karşı direniş anlamına gelir.


---

13 Mayıs 2025 Salı

Kuran okurken ŞEYTAN faktörü 👹

👹 Kuran okurken ŞEYTAN faktörü



KUR’ÂN DIŞI BİLGİLERİN DİNÎ ANLAYIŞA ETKİSİ: KUR’ÂN MERKEZLİLİĞİN GEREĞİ ÜZERİNE BİR İNCELEME


Kur’ân, insanlığa gönderilmiş ilahi mesajın korunmuş ve bozulmamış yegâne kaynağıdır. Nitekim Allah, Kur’ân’ın koruyucusunun bizzat kendisi olduğunu bildirir: “Şüphesiz zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik, onun koruyucusu da biziz.” (Hicr 15:9). Bu ilkeye rağmen tarihsel süreçte Kur’ân dışı bilgiler, din adına inşa edilen birçok anlayışa temel teşkil etmiş ve bu durum, özgün mesajdan sapmalara yol açmıştır.




















Kur’ân’ı Kovulmuş Şeytandan Allah’a Sığınarak Okumak

Kur’ân, okunmaya başlamadan önce şeytandan Allah’a sığınmayı emreder: “Kur’ân okuduğunda, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” (Nahl 16:98). Bu emir, sadece bireysel korunma değil, aynı zamanda zihinsel temizlik ve bilgi kaynaklarının arındırılması anlamı da taşır. Kur’ân’ı anlamaya çalışırken dış müdahalelerden, özellikle şeytanî vesveselerden uzak durmak gerektiğine işaret eder.

1. Kitap Dışı Bilginin İnanç Biçimlendirmesi: İsa Nebi Örneği

Kur’ân, Meryem sûresinde İsa Nebi'nin doğumunu “hurmaların olgunlaştığı” bir mevsime, yani yaz aylarına yerleştirir (Meryem 19:25). Buna rağmen geleneksel Hristiyan anlatılarında 25 Aralık tarihi İsa’nın doğum günü olarak kutlanır. Bu tarih, Roma paganizminin “güneşin yeniden doğuşu” bayramıyla örtüşmektedir. İnançla ilgisi olmayan kültürel bir tarih, zamanla vahiy kaynaklı bir hakikat gibi benimsenmiştir. Bu durum, dinî bilginin nasıl kültürel rivayetlerle harmanlanarak asıl kaynaktan saptığını gösterir.

2. Kitap Dışı Bilgilerin İmanî Kavramlara Müdahalesi: Teslis ve Ulûhiyet

Kur’ân, İsa Nebi’yi “Allah’ın kulu ve peygamberi” olarak tanımlar (Meryem 19:30), ancak Hristiyan geleneğinde Kitap dışı yorumlarla İsa tanrılaştırılmış, “oğul” ve “kurtarıcı” gibi sıfatlarla anılmıştır. Bu inanç dönüşümünün temelinde vahiy dışı rivayetlerin, felsefi etkilerin ve siyasi kaygıların olduğu açıktır. Kur’ân bu tür müdahaleleri eleştirir: “Onlar, bilginlerini ve din adamlarını Allah’tan başka rabler edindiler...” (Tevbe 9:31).

3. Benzer Bir Sapma: Yahudiler ve Üzeyr (Ezra)

Kur’ân, Yahudilerin Üzeyr’i Allah’ın oğlu ilan ettiğini bildirir (Tevbe 9:30). Bu, vahiy dışında şekillenmiş bir mitin, imanî bir kabule dönüşmesinin örneğidir. İlahi mesajın dışında, sözlü kültürle taşınan bilgiler zamanla kutsal bilgi haline gelir.

4. Hadis ve Rivayetler Yoluyla Dinî Algının Değişmesi

İslam tarihinde de Kur’ân dışı kaynakların dinî yapıya yön verdiği birçok örnek vardır. Örneğin, kıyamet alametleri, mehdi inancı, kabir azabı gibi konuların çoğu Kur’ân’da yer almaz; buna rağmen bu rivayetler, dinin ayrılmaz bir parçası gibi öğretilmiştir. Bu durum, Kur’ân'ın merkezden uzaklaştırıldığı, yerine kültürel anlatıların geçtiği bir dini algı inşasına yol açmıştır.

5. Kadın Algısında Sapmalar: Havva’nın Kur’ân’da Olmayan Hikâyesi

Kur’ân, Âdem’in eşiyle birlikte cennette yasak ağaca yaklaştığını bildirir; ancak kadının erkeği kandırdığına dair bir ifade yer almaz. Buna rağmen İslam geleneğinde, tıpkı Tevrat’ta olduğu gibi Havva’nın “suçlu” ilan edilmesi, Kitap dışı anlatıların Kur’ân mesajını nasıl gölgelediğine dair çarpıcı bir örnektir.

Sonuç: Bilgi Kaynağı Olarak Yalnızca Kur’ân

Dini hakikati anlamada güvenilir ve korunmuş yegâne kaynak Kur’ân’dır. Kur’ân dışı bilgi kaynaklarının, özellikle tarihsel rivayet ve kültürel aktarımın dinin özünü değiştirecek şekilde kullanılması, tevhid anlayışını zedelemekte ve insanı şirkle buluşturabilecek inanç sistemlerine sürüklemektedir. Bu sebeple, Kur’ân’ın kendi iç bütünlüğüyle okunması ve dış etkenlerden arındırılması zaruridir.


---

21 Haziran 2012 Perşembe

ŞEYTANİ TELKİNLER TARİKATLARI 🔯

 🔯 ŞEYTANİ TELKİNLER TARİKATLARI


Kuran’ın anlattığı din ile uydurulan dini ayırt ederken mutlaka değinilmesi gereken bir diğer önemli konu da tarikatlardır. Yüzlerce tarikat olmasına ve bunların, Kuran’ın anlattığı İslam’dan sapışları farklı noktalarda olmasına rağmen çalışmamızın hedeflenen boyutunu dikkate alarak sadece şeyhlerin aşırı yüceltilmesi ve tartışılmaz kabul edilmesi gibi, birçoğunda ortak ve temel olan noktalara değinmekle yetineceğiz.

TEKKELERİN DEJENERASYONU

Peygamberimiz’in tek mürşit olduğu, dini konularda tartışılmaz tek otorite olduğu dönemde İslam’ın tek kurumu cami idi. İbadetler, eğitim ve hizmet tüm yeryüzüne yayılan bir faaliyetti, kurum olarak ise bu faaliyetlerin merkezi camiydi. Peygamber’in sağlığında, hatta dört halife döneminde cami dışında tekke, dergah, zaviye gibi başka kurumların oluşturulmadığı; bu tekke ve dergahların üyeleri tarafından bile kabul edilir. İlk tekkenin hicri 150 -miladi 760- yılları civarında Şam yakınlarında kurulduğu kabul edilir. Fakat tekkelerin yayılması yüzlerce yıl sonraya rast gelecektir. Pek çok tekkenin ilimler akademisi, askeri hizmet, hatta hastaların tedavisi gibi birçok güzel hizmette kullanıldığı; Müslümanlar’ın Allah sevgisinin gelişmesi ve iyi ahlaklı kâmil Müslümanlar olmaları için önemli katkılarının bulunduğu da bir gerçektir. Fakat bu geleneğin içinden gelen önemli bir isim olan Kuşadalı İbrahim’in deyimiyle; gün gelip de kimi tekkelerin “kerhaneye ve meyhaneye dönüştüğü”, Kuran’ın emir ve yasaklarıyla alakası olmayan binlerce tören ve uygulamanın din adına bu tekkelerde gerçekleştirildiği de ayrı bir gerçektir. Tüm bu olumsuzlukları tespit eden Kuşadalı, yanan tekkesinin yerine yenisini yaptırmamış ve asırlarca yaşayan tekkelerin kapanması gerektiğini ve tüm yeryüzünün adeta bir tekke gibi kullanılıp, Peygamberimiz zamanındaki gibi cami dışında bir dini kurumun bırakılmamasını, Kuran dışındaki virdlerin ve tarikatların özel dualarının yerini Kuran’a ve Kuran’da geçen dualara bırakmasını savunmuştur.

Tekkelerin ortaya çıkışı hicri 150’ler olarak kabul edilse de, bugünkü manasıyla bildiğimiz tarikatların kurumsal yapılar olarak ortaya çıkışı hicri 600’ler civarındadır. Kurumsal karaktere sahip olduğu kabul edilen ilk tarikat Kadiriliktir, kurucusu Abdülkadir Geylani, hicri 562’de vefat etmiştir. Diğer birkaç örnek şöyledir: Rifailik, Ahmed er Rifai, vefatı hicri 578; Bektaşiye, Hacı Bektaş Veli, vefatı hicri 669; Mevleviyye, Mevlana Celaleddin Rumi, vefatı hicri 672; Halvetiyye, Ekmelüddin el Haveti, vefatı hicri 750; Nakşibendiyye, Bahauddin Nakşibend, vefatı hicri 791.

 ŞEYTAN ACABA KİMİN MÜRŞİDİ?

“Tarik” Arapça “yol” manasına gelmektedir. Bu kelimeden türetilen “tarikat” ise “yol, yöntem, usul, tarz” manalarına gelir. “Tarikatlar, Allah’a gitmek için bir yoldur, bir mecburiyet değildir” şeklinde yumuşak izahlarla tarikat bağlılığını tarif eden tarikatçılar vardır. Fakat birçok tarikat bağlısı “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” şeklindeki uydurma hadisten hareketle; tarikata girmeyi, tarikatın şeyhini mürşit kabul etmeyi dini bir vecibe ve kurtuluşun bir şartı gibi sunmaktadır. Sormak lazım; yüzlerce yıl tarikatların yokluğunda, Müslümanlar eksik Müslümanlar olarak mı yaşadılar? Tarikat şeyhlerinin yaygın olmadığı bu dönemde Müslümanlar’ın mürşidi şeytan mıydı? Kuran’ın izahları bu yıllara kadar Müslümanlar’ın manevi gelişimine rehberlik etmekte yetersiz mi kaldı ki tarikatlara ihtiyaç duyuldu? Kuran’a göre Kuran din adına her şeyi açıklamaktadır. Peygamber’imiz ise Kuran’ın uymamız konusunda kefil olduğu tek insandır. Oysa tarikatların ürettiği birçok şeyh tartışılmaz kişi ilan edilmiş, bu şeyhlerin etrafındakiler kurtulanlar, diğer kimseler cehennemlik olarak sınıflandırılmış, bu şahıslara uymak dinin en önemli şartı gibi kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bu tarikatların birçok liderinin “Mehdi” veya “İsa” ilan edilmesi, sadece geçmişteki tarikatların değil, günümüzdeki birçok tarikatın da bir gerçeğidir. (Mehdi ve İsa’nın gelişi ile ilgili inançlar için 20. bölümü okuyunuz.) Her şehirde, kasabada veya mahallede bahsettiğimiz tiplere rastlayabiliriz. Bunların çoğu sahip olduğu gücü istismar eden; insanların hem ruh dünyasını, hem de kesesini zarara uğratan kişilerdir. Bu tavırlarıyla, bunların önemli bir kısmı, Kuran’ın eleştirdiği Musevi ve Hıristiyan din adamlarının dinimizdeki karşılığıdır.

 Ey iman sahipleri! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar.9-Tevbe Suresi 34

 ŞEYHE KÖRÜ KÖRÜNE İTAAT

Tarikatların en önemli kurallarından biri; müridin kendisini şeyhine, “ölünün kendini ölü yıkayıcısına bıraktığı gibi” teslim etmesidir. Kuran’ın aklımızı çalıştırmayı emretmesine rağmen tarikatlarda körü körüne itaat esastır. Tarikat üyelerine, akıllarını bir kenara bırakıp şeyhlerine tabi olmaları, bu yolda akılla gidilemeyeceği anlatılır. Bu prensibi kabul edip şeyhe tabi olan kişiye, şeyhin Mehdiliğinin veya İsalığının inandırılması, şeyhin dünyadaki en üstün insan olduğunun iknası, kişinin maddi açıdan sömürülmesi, dine yapılan ilave ve eksiltmelerin yutturulması gayet kolay olmaktadır. Üstelik kişi, aklı kenara bırakma prensibini kabul ettikten sonra, üniversite bitiren okumuş müritle; cahil, okuma yazma bilmeyen mürit aynı mertebeye gelmektedir. Bu yüzden tarikatlardaki okumuş kişilerin tavrı bizi şaşırtmamalıdır. Çünkü bu kişiler, tarikatların yapısı gereği aklını kenara bırakmış ve şeyhe teslim olmuşlardır. Bu tavrın neticesi ise cahil ile okumuşun, bilen ile bilmeyenin farkının kalmamasıdır. Araştırma yerine yutturma, düşünme yerine taklit esas olunca; tarikattaki herkesin inancı, hayata bakış açısı ve dini değerlendirişi tamamen şeyhiyle aynı olmaktadır. Hatta birçok zaman “aklı bırakma prensibi” kabul ettirildiği için şeyhten çok daha bilgili ve kültürlü bir kişi bile “Ben bilmem, şeyhim bilir. Şeyhim diyorsa vardır bir hikmeti” gibi izahlarla, şeyhin en saçma izahlarını bile yutmaktadır. Yakın zamanlardan trajikomik birkaç izaha yüzlerce tarikat bağlısının sırf şeyhleri dedi diye nasıl inandıklarını örnek verebiliriz: Birinci şeyhin Amerika’ya kızıp nasıl uzay mekiğini düşürdüğünü, şeyhin müritleri büyük bir gururla anlatıyorlardı. İkinci şeyhin ise Kıbrıs’ta duyulan ve başta nedeni çözülemeyen gürültüyü ejderha ilan etmesini en okumuş müritleri bile hemen kabul etmişlerdi. Üçüncü şeyh ise “nefislerinizi terbiye edeceğim” diyerek, müritlerine cinsel organını öptürüyordu. Elbetteki samimi Müslüman olan, kendi bağlılarına İslam’ın güzelliklerini anlatmak için çaba sarfeden ve bulunduğu konumu istismar etmeyen tarikat şeyhleri olmuştur/vardır. Fakat buradaki asıl sorunun körü körüne itaati getiren sistem olduğunu görmek ve bahsedilen sorunların, şeyhi değiştirmekle değil, sistemi değiştirmekle çözülebileceğini görebilmek önemlidir.

Tarikatların yapısını ve şeyhe bağlılığın felsefesini bilmeyenlerin, eğitimli ve kültürlü müritlerin bile bu saçmalıklara inanmasını anlamaları oldukça zordur. Fakat eğer tarikata girenlerin, baştan akıllarını kenara bırakıp, önemli bir kısmı psikolojik sorunlu şeyhlere tabi oldukları ve düşünme yerine taklidi ön plana aldıkları anlaşılırsa, bu tutumların nedeni de anlaşılabilir. Tarikatlara girenlere verilen tarikat terbiyesini anlamak için bir tarikatın müride, uyulmasının zorunlu olduğu yedi madde diye verdiği listeyi görelim:

1-) Mürşidine (şeyhine) tam teslim olmak ve hiç kimseyi mürşidinden
üstün bilmemek.
2-) Zeki ve idrak kabiliyeti yüksek olmak.
3-) Şeyhinin hizmetinde hareketli ve atılgan olmak.
4-) Sözünde sadık ve güvenilir olmak.
5-) Malını ve mülkünü şeyhinin hizmetine vermek.
6-) Mürşidin (şeyhin) ve tarikatın sırlarını gizli tutmak.
7-) Canını şeyhi yolunda vermeye her an hazır olmak.

  SÖMÜRÜLEN MÜRİTLER

 Tarikat mantığını düşündüğümüzde, ikinci maddeyi anlamakta zorluk olabilir. Hep aklı kenara bırakıp, şeyhe tabi olunmasını isteyen tarikatlar, neden acaba müritlerinden zeka ve idrak kabiliyetine sahip olmalarını istiyorlar? Herhalde burada beşinci maddede belirtilen mal ve mülkün daha çok elde edilmesi için kullanılacak zeka kastediliyor olsa gerek. Ne de olsa mürit ne kadar kazanırsa, o kadar faydalı olabilir!

Muhammed İkbal bu manzaraya “şeyhperestlik” manasına gelen “pirizm” adını takmıştır. Bununla “Allah ne istiyor? Kuran’da ne geçiyor?” mantığı yerine “Şeyh efendi nasıl buyurdu? Bizim tarikatımızda nasıl açıklandı”yı geçiren zihniyete dikkat çekmektedir. İkbal’in diğer bir izahı ise şöyledir: “Tekkelerde benliği yaratmak ve yetiştirmek imkanı kalmamıştır. Bu rutubetli alev, kıvılcım saçmaz.”

Muhakkak ki her tarikat ve her şeyh bir değildir. Bizim asıl karşı olduğumuz tarikatlardaki genel zihniyettir. Kuran’da, bilmediğimiz bir şeyin ardınca gitmememiz, çünkü bundan sorumlu tutulacağımız ifade edilir (17- İsra Suresi 36). Oysa en düzgün tarikatta bile kişiler şeyhlerine tabi olurlar ve tarikatların akıbeti şeyhin kişiliğine, insafına kalır. İnsanlar bilginin değil, taklidin uygulayıcıları olurlar. Yöntem, aklı bir kenara bırakmak olunca, saydığımız en kötü örneklerin ortaya çıkışı hiç de sürpriz değildir.

TARİKATLARDAKİ MASALLAR

 “Şeyhe kayıtsız şartsız itaat” tarikatın en önemli şartı olduğundan, bunun sağlanması için müritlere hikâyeler anlatılır. Örneğin; “Bir şeyh bir müridine ‘Git babanın kafasını kopar bana getir’ der. Mürit de görünürde çok garip olan bu isteği şeyhine olan güveninden dolayı ‘Bir hikmeti vardır’ diyerek yerine getirir. Bir de bakar ki annesiyle yatarken kopardığı baş babasının değil. Annesiyle zina yapan başka birine ait. Şeyh uzaktan, kerameti sonucu bu olayı görüyor ve müridini denemek için hikmetini açıklamadan böyle bir emir veriyor.” Bu örnek hikâyeyle görüldüğü gibi şeyh, müride haramı emretse bile onun emrine itaat edilmesi, çünkü bunun muhakkak bir hikmeti olacağı telkin edilir. Oysa bir Müslüman’ın böyle bir şey iddia eden kişiye “Ben böyle bir haramı niye işleyeyim? Allah cana kıymayı haram etmişken benden böyle bir şeyi nasıl istersin?” demesi gerekir. Oysa tarikatlarda, şeyhe bu şekilde karşı çıkışlar; normal olmanın değil, imanı zayıf bir kimse olmanın belirtisi sayılır. Hikâyelerle müridi şeyhin robotu yapma, tarikatlarda çok sık kullanılan bir yöntem olduğu için meşhur bir hikayeyi daha örnek verelim: “Bir gün Hacı Bayram Veli’nin çok müridi olmasından rahatsız olan devrin yöneticileri Hacı Bayram’a gelip bu rahatsızlıklarını, müritlerinin çokluğunu hatırlatıp dile getirmişler. Hacı Bayram da ‘Rahatsız olmayın, benim sadece bir buçuk müridim var’ demiş. Gelenlere bunu ispat için içeride bir koyun kesen Hacı Bayram, kanını da dışarı akıtmış. Müritlerini ise dışarıda toplamış ve tüm müritlerini kesmesi gerektiğini ve sırayla gelmelerini söylemiş. Bir kadın ve bir erkek dışında herkes kaçmış. Erkek bir, kadın yarım sayıldığı için gerçek müritler işte bu bir buçukmuş…” Özetlediğimiz bu kıssa anlatılıp, müritlerden bu “gerçek müritler” gibi olup, şeyhleri öldürecek olsa bile kendilerini teslim etmeleri gerektiği öğretilir. Aklı bir kenara bırakan, şeyhi haram olan bir şeyi istese bile “vardır bir hikmeti” deyip boyun eğmesi gereken kişiler olarak yetiştirilen müritler, artık şeyhleri nasıl Müslüman olmalarını isterse öyle Müslüman olabilmektedirler. Bu tip durumlar sonucunda şeyhler “Rab edinilerek”, Hıristiyanlık ve Musevilik’teki sapmaların bir benzeri daha İslam’a inandığını söyleyen kişiler tarafından gerçekleştirilmektedir:

 Allah’ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da Rabler edindiler.9- Tevbe Suresi 31

 Kuran yerine şeyhe tabi olanlar, Kuran’ı ancak ölülerin arkasından üstelik bilmedikleri bir dilde okuyanlar, Kuran’ın manası yerine melodisine önem verenler, ne yazık ki bu ayetlerdeki uyarıyı anlamamakta, Kuran’ı rehber kitap olarak değil, ölülerin arkasından okunan bir okuma kitabı olarak görmektedirler.

 RABITANIN SAÇMALIĞI

 Tarikatlardaki en garip olaylardan bir diğeri ise şeyhle yapılan rabıtadır. Türkiye’mizde en yaygın tarikat olan Nakşibendiliğin de en önemli uygulamalarından biri olan rabıta şu şekilde yapılır: Mürit, abdestli olarak ve kıbleye dönerek yere oturur. Şeyhinin iki kaşının ortasını hayalinde canlandırarak Allah’ı zikreder. Rabıtayla, şeyh ile mürit arasındaki sürekli beraberlik sağlanır. Fotoğrafın icadından sonra rabıtayı fotoğrafa bakıp yapan “modern Nakşibendiler” de mevcuttur. Bu uygulama kadar acayip olan bir izah ise şöyledir: “Rabıtasız zikir yerine, zikirsiz rabıta tercih edilir. Zikir ve rabıtadan birini terketmek zorunda kalırsak zikri terketmek daha uygundur. Çünkü zikirsiz rabıta erdirir, fakat rabıtasız zikir erdirmez.” Bu uygulama, tarikatlar konusunu niye ayrı bir başlıkla incelediğimizin sebeplerinden biridir. En kibar ifadeyle “saçmalık” olarak değerlendirdiğimiz bu uygulama, Kuran’ın diniyle hiçbir şekilde bağdaşmaz.

Tarikatlarda kullanılan bazı temel deyimlerin Kuran’daki kullanılışlarına baktığımızda, aradaki büyük farkı ve alakasızlığı farkederiz. Örneğin “şeyh” kelimesi Kuran’da “ihtiyar adam” manasında kullanılmıştır (Bakınız 11- Hud Suresi 72, 12-Yusuf Suresi 78, 28-Kasas Suresi 23, 40-Mümin Suresi 67). Kuran’da “veli” kelimesi ise “dost, yakın” gibi manalarda kullanılır. “Evliya” ifadesiyse, bu kelimenin çoğuludur. Kuran’a göre; her Müslüman Allah’ın velisidir, Allah da onların velisidir (Bakınız: 2-Bakara Suresi 257, 3-Ali İmran Suresi 68, 5-Maide Suresi 55, 7-Araf Suresi 196, 9-Tevbe Suresi 71). Kafirler ise şeytanın velisidir, tüm kafirler de birbirinin velisidirler (Bakınız 4-Nisa Suresi 119, 4-Nisa Suresi 76, 7-Araf Suresi 27, 16-Nahl Suresi 16). Mutlak anlamda gerçek dost sadece Allah’tır. Tüm dostlar ona nispetledir. O halde ondan başka gerçek veli yoktur (Bakınız 2-Bakara Suresi 107, 9-Tevbe Suresi 116, 25-Furkan Suresi 18, 39-Zümer Suresi 3, 42-Şuara Suresi 9). Görüldüğü gibi Kuran’da 80’den fazla yerde geçen “veli” veya “evliya” kelimeleri, hiçbir yerde günümüzde halka takdim edilen süpermen insanlar manasında kullanılmamıştır. Bu evliyaların, şeyhlerin gösterdiği olağanüstü haller manasında “keramet” kelimesinin kullanılmasına da Kuran’da rastlamıyoruz. Bu kelimeyle aynı “KRM” kökünden birçok fiil Kuran’da geçer ve bu kelimelerle Allah’ın cömertliği, verdiği rızıkların bolluğu anlatılır ama “süper adamların süper olağanüstülükleri” anlatılmaz (Bakınız 27-Neml Suresi 40, 8-Enfal Suresi 4, 17-İsra Suresi 70, 36-Yasin Suresi 11).

Tarikatlardaki dönmelerin, semanın, musikinin; dinin bir parçası olduğu iddia edilmediği sürece hiçbir zararı olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü Kuran bunları ne yasaklamıştır, ne de emretmiştir. Yeter ki bu uygulamalar ibadet olarak takdim edilmesin. Fakat ne yazıktır ki birçok tarikatta bu tarz uygulamaların adeta dini bir gereklilik gibi tanıtıldığına tanık olmaktayız. Bizim karşı olduğumuz budur. Yoksa Müslümanlar elbette ki vakıflar, dernekler gibi kurumsal yapılar kurabilir ve bunların içinde bir hiyerarşi oluşturabilirler. Tüm bu kuruluşlarda şiir okunması, müzik dinlenmesi, sema, sanat, toplantı, gösteri yapılması da normaldir. Fakat anormal olan, tarikatların; insanları tartışılmaz ilan etmeleri, ister iyi ister kötü olsun kendilerini ve Kuran’da yer almayan uygulamalarını dinin bir parçası gibi göstermeleridir.

Tarikatların diğer bir zararı ise dinimizi bir çile dini gibi tanıtmaları olmuştur. Hindu anlatımlarını ve Hindu tarikatlarını andıran suni çilelerle, müritleri terbiye edeceğini söyleyen tarikatlar; insanları karanlık odalarda uzun süre aç ve susuz bırakıp, onlara acı çektirip, birçok kişinin ruh dengesini bozmuşlardır. Ruh dengesi bozulan bu insanların gördüğü halusinasyonlar ise bu kimselerin üstünlüğüne, “evliya” olduklarına yorumlanmıştır. Oysa Kuran’da hiçbir Peygamber’in ya da inananın, kendisine böyle suni çileler çektirip, kendi kendine işkenceler ettiği görülmez. Kuran’a göre Allah, gerekirse imtihan için zorluk verir ve bu zorluk her ne olursa olsun Müslüman buna sabreder. Fakat bu zorluklar hayatın doğal akışında insanın karşısına çıkar; yoksa çile olsun diye, zorluk olsun diye insanın kendisine işkence etmesinin dinimizin tek kaynağı olan Kuran’da hiçbir dayanağı bulunmamaktadır.

 EFENDİLERİN SAPTIRMASI VE TASAVVUF

 Ve derler ki: “Rabbimiz biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de, böylece onlar bizi yoldan saptırdılar.”33- Ahzab Suresi 67

 Geleneksel dinin uygulayıcıları, atalarından miras kalan mezheplerine hiçbir akılsal kritere dayanmadan uyarlar. Mezhebin bu tabileri, mezhep büyüklerinin ne kadar zeki, ne kadar üstün ahlaklı olduklarına dair hikâyeler anlatarak bağlılıklarını meşrulaştırmaya çalışırlar. Bu şahıslara göre büyükleri (mezhep imamları) her şeyi düşünmüştür. Onlara uymak yeterlidir; onların karar verdiği bir konuda düşünmek, tartışmak, sorgulamak edepsizliktir. Geleneksel yaklaşımı benimseyenlerin dini doğrudan öğrendiği bir kaynaksa tarikattaki şeyhleridir. Tarikattaki bu şeyhlere de çoğu zaman “efendi” ve “efendi hazretleri” gibi ünvanlar yakıştırılır. Vefat etmiş mezhep imamlarına karşın bu efendiler yaşayan dini kaynaklardır. Bu “büyükler”e ve “efendiler”e uymaktaki temel mantık aynıdır; düşünmeden tabi olmak, sorgulamamak, aklı çalıştırmadan onların aklına güvenmek. Oysa Kuran’ın alıntıladığımız ayetinde görüldüğü üzere, birçok insanın doğru yoldan sapmasının sebebi “büyükleri”ne, “efendileri”ne körü körüne bağlanmalarıdır. Aklı çalıştırmanın yerine taklidi ön plana çıkartmanın, atalara uyarak ya da çoğunluğun tercihine bakarak ve efendilere, büyüklere teslim olarak yol bulmanın hiçbirini Kuran kabul etmemektedir. Kuran dinin kaynağı olarak kendisinden başka ne bir efendiyi, ne bir mezhebi, ne bir hadisi, ne de herhangi bir tarikatı gündeme getirmemiştir. Kuran’a göre doğruya ulaşma, aklı dışlamayla değil; aklı kullanma ve düşünme faaliyetiyle gerçekleşir:

 Kuranı okuyup düşünmüyorlar mı?4- Nisa Suresi 82

 Ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.38- Sad Suresi 29

 ... Size ayetlerimizi açıkladık, belki akıl erdirirsiniz.3-Ali İmran Suresi 118

 Diğer önemli bir sorun, tarikatların birçoğunun tasavvuf düşüncesini benimsemeleri; bu düşünce adına ortaya konan birçok güzel şeyle beraber, İslam’ın ruhuyla hiç bağdaşmayacak izahları da, bu düşüncenin ünlü isimlerinin hatırına, kabul etmeleridir. Tasavvuf düşüncesinin en ünlü ve en etkili olmuş kişisi Muhyiddin İbn Arabi’dir. Bakın İbn Arabi şöyle diyor: “Allah beni över, ben de Onu. O bana kulluk eder, ben de Ona. Bir halde ben Onu ikrar ederim, eşyadaki çokluk ve değişikliği görünce de inkar ederim” (Fususul Hikem). İbn Arabi, buna benzer ifadelerinin olduğu kitabının kendisine Peygamberimiz tarafından verildiğini ifade etmiştir. Birçok tarikat bağlısı, kendi anlayışları dışındakileri kolayca “kâfir” ilan eder; İslami anlayış açısından asla kabul edilemeyecek İbn Arabi’nin ve diğer tarikat ile tasavvuf önde gelenlerinin alıntıladığımıza benzer sözlerini ise yorumlayarak kurtarmaya çalışırlar ve bu sözleri eleştirenleri “anlayışı kıt” olmakla ve bu şahısların derinliğini kavrayamamakla eleştirirler. Ne yazık ki tarikat ve tasavvuf bağlılığı, anlayışları bu kadar köreltmiştir. Kuran adına bahsedilene benzer sözleri eleştirmesi gerekenler, bu şahısların hatırına, bu sözleri İslami anlayışın bir parçası gibi göstererek; Kuran’ın sunduğu berrak İslam’ı bulandırılmış bir şekilde algılamakta ve başkalarına da algılattırmaktadırlar.

 ŞEYHLERİ UÇURAN MÜRİTLER

 Ölen şeyhlerin kabirlerinde yapılan garip hareketler; bez bağlamalar, eğilmeler ve secdeler de başlı başına bir rezalet tablosudur. Şeyhlerin birçoğunun ölmeden tarikatın devamını oğluna, damadına, kardeşine bırakması; genelde, manevi ve maddi sömürü çarkının aile tekelinde tutulması da sayısız garipliklerin bir halkasıdır. Oysa dinimize göre emanet ehline verilir, kan bağı olana değil. Müritlere bile layık görülen evliyalık mertebeleri, şeyhlere çok daha abartılı bir şekilde verilir. Şeyhlerin kerameti diye öyle hikâyeler anlatılır ki Kuran’da anlatılan birçok Peygamber mucizesinin bile bu kerametler kadar olağanüstü olmadığı görülür. “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” deyimiyle, halkın arasında ifadesini bulan bu olgu, ayrı tarikatın müritlerinin birbirlerine karşı hava atma mekanizmasıdır. En çok ve en büyük kerameti gösteren şeyhin müridi olmanın gururunu tatmak isteyen müritler, her seferinde şeyhlerini diğer şeyhten biraz daha fazla uçurarak, bu yarışı karşılıklı devam ettirirler. Hayvanları, insanları canlandıranlar; denizlerin, okyanusların üstünde yürüyenler; aynı anda bir sürü yerde gözükenler; neler vardır, neler… Süpermen şeyhler kalpleri bilir, uzaktan kumandalı yönlendirmelerde bulunur, bir bakışıyla hidayete erdirir, dilediğini cin veya diğer yöntemleriyle çarpar; üfürüğü, tükürüğü, nefesi ile şifalar saçar, dokunuşuyla âlemlere nurlar yağdırırlar! Şeyhler bunları yapınca müritlerin ne haddine düşer şeyhe itiraz etmek, şeyhin lafını tartışmak, aklını kullanmak! Müridin en iyisi gözü kapalı itaat eden ve itaati en çok olandır.

Birçok tarikatın etki alanı içinde olanlar; ne yazık ki araştırma ve akletme yerine taklidi ve tabi olmayı gerektiren bu tarikatların düşünceye vurduğu zincirlerden kurtulamamaktadırlar. Körü körüne itaat, hayatın zevklerinden kendini soyutlama, az gülme, aklı az kullanma gibi özellikler; birçok tarikatın yerleştirdiği zihniyetin sonuçlarıdır. Hatta tahminimizce bir araştırma yapılsa, bugün İslam ülkelerindeki halkın, belli liderleri tartışmasız önder kabul etmelerinin kökündeki sebeplerinden biri olarak da İslam coğrafyasında uzun ve derin etkisi olan tarikatlara ve onların şeyhlerine körü körüne uymayı buluruz. “Karı gibi gülmek” gibi hayattan gülerek zevk almayı ve neşeli olmayı hoş karşılamayan deyimlerin çıkış sebeplerinde de yıllarca etki etmiş tarikat terbiyesini bulabiliriz. Kanaatimizce tarikatların verdiği bu terbiye geleneğe dönüşerek, günümüzde tarikatla alakası olmayanların bile yaşamlarında, farkında olmamalarına rağmen derin etkiler bırakmıştır. Çilede medet ummayı ve bir insanı aşırı yüceltip, körü körüne o insana bağlanmayı gerektiren tarikatlar; Kuran’ın istediği aklını çalıştıran insan modelinin önünde önemli engellerdir. Kuran’a gidip, Kuran dışında tüm dini kaynakları, hadisleri, ilmihal kitaplarını, mezheplerin dinini Kuran’ın önünden süpürmek, nasıl Kuran’ın anlattığı dinin ortaya çıkmasının bir şartıysa, aynı şekilde tarikatlar da Kuran’ın anlattığı dinin ortaya çıkıp, dini, şeyhlerin tekelinden kurtarmak için, süpürülmesi gerekenler listesine dahil edilmelidirler. Böylece dinimizin bağlıları Peygamberimiz’in ve daha sonra dört halifenin döneminde olduğu gibi, Kuran dışında kaynak kitabı olmayan, cami dışında tekke gibi alternatif kutsal kurumları olmayan, şeyh gibi Allah’la kul arasında aracılık yapan ruhban sınıfı tanımayan, Allah dışında hiçbir varlığa teslim olmayan, kalple beraber aklını da çalıştıran; yalnız Allah’a kul olan kullar olacaklardır.

 Haberin olsun, halis din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başkalarını evliyalar edinerek “Biz bunlara yalnız bizi daha fazla Allah’a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz” diyenlere gelince; Allah tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmünü verecektir. Şu bir gerçek ki Allah yalancı, inkarcı kişiyi doğru yola iletmez.39- Zümer Suresi 3

 Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka evliyaların ardına düşmeyin. Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.7- Araf Suresi 3