Bu Blogda Ara

yalnızca Kur’an’la etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yalnızca Kur’an’la etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mayıs 2025 Pazar

DE Kİ Üslubu Vahyin Ortak Duyurusu 📜

 📜 DE Kİ Üslubu Vahyin Ortak Duyurusu



 🔸️"Aynı Kelâmı İşittik: Vahyin İlk ve Son Muhatapları Arasında Hiçbir Fark Yoktur"


🔹️ "‘De Ki’ diyen Allah’tır: Nebî Sadece Kur’an’la Konuştu"


🔸️ "İşittik ve İtaat Ettik: Vahyin Tek ve Değişmez Hitabı"


🔹️"Vahiy Bir Diyalogdur: Her Mümin Aynı Sözle Yüzleşir"



Kur’an’ın “de ki” (قُلْ) ifadesiyle başlayan ayetleri üzerinden son nebinin yalnızca Kur’an’la konuştuğunu ve tüm muhatapların aynı metni işittikleri hakkındaki bu yazıya başlayalım. 




Kur’an’da “De Ki” Üslubu ve Vahyin Ortak Duyurusu: Son Nebî Yalnızca Kur’an ile Konuştu

Kur’an’da sıkça karşımıza çıkan “قُلْ (de ki)” ifadesi, vahyin muhataplarına hitabın doğrudan Allah’tan geldiğini gösteren en önemli delillerden biridir. Bu ifade, nebinin şahsi sözlerini değil, doğrudan Allah’ın kelâmını tebliğ ettiğini ortaya koyar. Böylece son elçi, konuştuğu her durumda, kendi görüşünü değil, kendisine indirilen vahyi seslendirmiştir. Bu durum, onun sadece bir “elçi” olarak konumlandığını ve herhangi bir beşerî müdahalenin Kur’an’a dâhil olmadığını teyit eder.

Kur’an’daki “de ki” ifadeleri, aynı zamanda hem elçiye hem de sonrakilere yönelik ortak bir hitaptır. Bu yapı, sadece vahyin ilk muhataplarına değil, sonraki bütün kuşaklara da doğrudan Allah’ın konuştuğunu ve hitabın evrenselliğini ifade eder. Bugün Kur’an’ı açan herhangi biri, Nebî ile aynı kelimeleri işitir: “De ki: O Allah birdir” (112:1), “De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim” (18:110), “De ki: Bana bu Kur’an vahyolundu” (6:19)... Bu ayetler, vahyin muhatapları arasında zamansal ya da mekânsal bir kopukluk olmadığını, herkesin aynı kelâmı duyduğunu gösterir.

Son Nebî’nin yalnızca Kur’an ile konuşmuş olması, onun elçilik görevini saf bir tebliğ işleviyle sınırlı tutar. Bu yönüyle Kur’an, hem onun sözüdür hem de ondan sonraki müminlerin doğrudan işittiği ilahi kelamdır. Bu nedenle Kur’an, bir “kitap” olmaktan öte bir “hitap”tır; her daim diri olan, her okunduğunda yeniden kurulan bir sesleniştir.

Nitekim Kur’an’ın birçok yerinde geçen “سَيَقُولُونَ (diyecekler)”, “يَسْأَلُونَكَ (sana soruyorlar)”, “قُلْ (de ki)” gibi ifadeler, metnin canlılığına işaret eder. Kur’an bir diyalog ortamı kurar: İnsan sorar, Allah cevap verir; müşrikler itiraz eder, Allah yanıtlar; müminler tereddüt eder, Allah açıklık getirir. Bu iletişim yapısı, Kur’an’ın sadece tarihsel bir metin değil, sürekli konuşan bir hitap olduğunu vurgular.

Bu bağlamda, “Müslüman olmak” sadece bir inanç sistemi kabulü değil, bir duyuş ve itaat biçimidir: İşittik ve itaat ettik (سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا). Ve bu işitme, herhangi bir aracıdan değil, doğrudan Allah’ın kelamından olur. İslam’ın çağrısı tarihsel bir olaya değil, sürekli bir çağrıya yanıt vermek anlamındadır. Her Müslüman, vahyin ilk muhatapları gibi, Kur’an’dan “de ki” hitabını duyar ve aynı sorumluluğu üstlenir.

Sonuç olarak, Kur’an’ın yapısal dili, özellikle “de ki” kalıbı üzerinden, son Nebî’nin yalnızca Kur’an ile konuştuğunu ve bütün ümmetin aynı kelamı doğrudan işiterek mükellef olduğunu ortaya koyar. Vahyin aracısız, dolaysız ve evrensel hitabı, hem tarihi sabitleyen hem de tüm çağlara yayılan bir kelam-i ilahi oluşturur.


---


TAAHÜT VE SÖZ

Taahüt, Allah’a verdiğimiz söz, görevlerimizi yerine getirme kararlılığı ve O’na olan bağlılıkla söz vermektir (Al-Imran, 112).

Söz, imanın gereği olarak Allah’a ve insanlara karşı sorumluluklarımızı yerine getirmektir (Al-Baqarah, 177).

Taahüt, Allah’a verdiğimiz sözde durmak, O’nun yolunda kalmak ve her zaman doğruluktan sapmamaktır (Al-A'raf, 172).

Söz, yapılan anlaşmalara sadık kalmak, güvenilir olmak ve vaatlerde durmaktır (Al-Mu’minun, 8).

Taahüt, O’na kulluk etmek ve O’nun emirlerine itaat etmek demektir (Al-Baqarah, 2).

Söz, gerçekten yerine getirilebilecek bir taahhüt anlamına gelir ve insana verdiği sözü yerine getirme yükümlülüğü yükler (Al-Ahzab, 23).

Taahüt, imanı hayatımıza hâkim kılmak ve her zaman Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket etmektir (Al-Baqarah, 2).

Söz, adaletle davranmak, hakkı ve hukuku gözetmek demektir (Al-Isra, 34).

Taahüt, Allah’a güvenmek ve güven veren bir tutum sergilemektir (At-Tawbah, 111).

Söz, verilen her türlü sözde doğruluktan sapmamak, yalan söylememek ve taahhütlerde sadık kalmaktır (Al-Ahzab, 23).

Taahüt, verdiğimiz her sözü yerine getirmek, İslam’a uygun bir yaşam sürmektir (Al-Baqarah, 286).

Söz, güvenilirlik ve doğruluğa dayalıdır, insanlar arasında güveni pekiştiren bir sorumluluktur (An-Nisa, 58).

Taahüt, Allah’a ve insanlara verdiğimiz sözlere sadık kalmak ve sözde duran kişi olmak demektir (Al-Mulk, 15).

Söz, bir Müslümanın doğruluğunu ve güvenilirliğini göstermesi gereken önemli bir ölçüdür (At-Tawbah, 119).

Taahüt, verdiğimiz her sözün Allah’a karşı bir sorumluluk taşıdığını hatırlamak ve bu sorumluluğa uygun davranmaktır (Al-A’raf, 172).

Söz, Yüce Allah’a verdiğimiz sözü hatırlayarak ona uygun bir yaşam sürmektir (Al-Baqarah, 177).

Taahüt, Allah’a sadakatle verdiğimiz sözlere uygun bir yaşam biçimi sürdürmektir (An-Nahl, 91).

Söz, İslam’ın emirlerine uygun, doğruluk ve dürüstlük temeliyle yapılan her taahhüttür (Al-Isra, 34).

Taahüt, İslam’ın öğrettiği doğruluk, güven ve sadakatle verilen bir sözdür (Al-Ahzab, 23).

Söz, verilen her taahhüdün Allah’a karşı yapılmış bir söz olduğunun bilinciyle yerine getirilmesidir (Al-Baqarah, 286).

Taahüt, verdiğimiz sözlere sadık kalmak, Allah’a olan bağlılığımızın bir gereğidir (Al-Imran, 112).

Söz, yalan söylememek ve sözünde durmak, Müslümanların en önemli özelliklerindendir (At-Tawbah, 119).