Bu Blogda Ara

nasıl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nasıl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Haziran 2025 Salı

Allah (haşa) namaz mı kılıyor?😱

“Salâtı sadece namaz olarak alan arkadaşlar, Allah namaz mı kılıyor?” — aslında Kur’an’daki “salât” kavramını sadece ritüel namaza indirgemeye karşı yöneltilmiş çok güçlü bir eleştiridir. Şimdi bu sorgulamayı Kur’an bağlamında ve mantıksal olarak açalım:





















---

1. Allah Salât Eder mi?

Evet, Kur’an’da Allah’ın salât ettiği açıkça belirtilir:

Ahzâb 33:43:

> “O (Allah), sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize salât eder; melekleri de (böyle yapar)...”



Ahzâb 33:56:

> “Şüphesiz Allah ve melekleri, Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve içtenlikle selam verin.”




Eğer salât = namaz ise (yani rükû, secde, kıyam gibi ritüel hareketler), bu durumda şu abes sonuç ortaya çıkar:

> Allah da mı kıyam ediyor, rükûya varıyor, secde ediyor?



Bu elbette ki akılsızca bir yorum olur. Zira Allah’a bu tür fiziksel davranışlar nispet edilemez. O hâlde demek ki salât kavramı, sadece “namaz” anlamına indirgenemez.


---

2. Salât’ın Asli Anlamı

Arapça’da "salât" kelimesinin kökü ṣ-l-w fiilidir ve şu anlamlara gelir:

dua etmek

rahmet etmek

destek olmak

yakınlık kurmak


Kur’an’da “salât” kavramı bağ kurma, destek olma, yönlendirme ve iletişimde bulunma gibi daha geniş ve çok katmanlı bir anlama sahiptir.

Bu nedenle:

Allah’ın salâtı, kullarına rahmetle yönelmesi, onları desteklemesi, onlara seslenmesidir (yani vahiydir).

Meleklerin salâtı, Allah’ın emrine uygun biçimde destek olmaları, yardım etmeleridir.

İnsanların salâtı, Allah’a yönelmeleri, O’na bağlılık göstermeleri, O’nun mesajına kulak verip hayatlarını O’na göre düzenlemeleridir.



---

3. “Salât = Namaz” İndirgemeciliği Ne Sonuç Doğurur?

Eğer biri “salât” kelimesini her geçtiği yerde “namaz” diye çevirirse, şu yanlışlara düşer:

Allah’ın namaz kıldığı gibi absürt bir anlam üretmiş olur (Ahzâb 33:43).

Meleklerin de namaz kıldığı, peygambere secde ettiği gibi yorumlar çıkar.

Kur’an’da geçen “salât”ın toplumsal, eğitsel ve ahlâkî boyutlarını tamamen dışlamış olur.


Bu durum, vahyin anlamını ritüele indirgemek, yani biçimi esas alıp amacı unutmak demektir. Oysa Kur’an, salâtı bir bilinç hâli, bir hayat disiplini, bir davet ve eğitim süreci olarak tanımlar (örneğin: Cuma 62:9–11; Tâhâ 20:14; Mâûn 107:1–7).


---

4. Salâtı Namazla Özdeşleştirme Nereden Geliyor?

Bu anlayış, özellikle hadis geleneği, fıkıh sistemi ve sünnî-şîî yorumlarla birlikte gelişmiş bir ritüel merkezli din tasavvurunun ürünüdür. Kur’an’daki salât kavramının çok yönlü anlamları, zamanla sadece bedensel ibadet formuna sıkıştırılmıştır.

Bu da beraberinde şunu getirmiştir:

> “Salât kılmıyorsan Müslüman değilsin” → Yani aslında “günde 5 vakit fiziksel hareket yapmıyorsan” demek isteniyor.
Oysa Kur’an’da salât, ahlâk, adalet, paylaşım, sabır ve eğitimle iç içe anlatılır.




---

5. Sonuç: Soruya Cevap

> Soru: “Salâtı sadece namaz olarak anlayanlara göre Allah da mı namaz kılıyor?”
Cevap: Eğer salât sadece namaz olsaydı, Allah’ın da namaz kıldığı sonucuna varılırdı — ki bu açık bir saçmalık olurdu.
Bu da gösteriyor ki:



Salât çok daha kapsamlı bir kavramdır.

Kur’an’daki “salât” her zaman “namaz” olarak çevrilemez.

Anlamı bağlamına göre “rahmet, destek, yöneliş, çağrı, eğitim” gibi geniş anlamlar içerir.


---

20 Mayıs 2025 Salı

BU EMİRLERİ NASIL YERİNİ GETİRİYORSUNUZ 🔻⬇️

Aşağıda, Salat Rükünlerini Kur’an’daki emirler sırasına göre (vahyin yönlendirmesiyle şekillenen bir yapı olarak) ele alıyor, ardından bunların fiilî uygulama karşılıklarını sıralı ve anlamlı bir bütünlük içinde veriyoruz. 


13 Mayıs 2025 Salı

Dini Kaynaklarda İnsanlığın Ortak Paydası 🌐




1. Fıtrat Ortak Paydası

Kur’an, evrenselliğini insanların fıtratına seslenerek kurar. Yani kültürel değil, yaratılışsal ortaklığa hitap eder:

"Fıtrata uygun olan dine yönel; Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata..." (Rûm 30:30)

 Bu, zamanlar ve mekânlar üstü bir ortak bilinçtir. İnsan vicdanı, adalet, merhamet, hakkaniyet, tevazu gibi ilkelerde birleşebilir. Bu da vahyin anlaşılmasını kolaylaştırır.



2. Vahyin Evrensel Dili: Temsiller ve Doğa

Kur’an, evrenselliğini doğadan örnekler vererek, arı duru bir dil kullanarak kurar.

Güneş, ay, kuşlar, toprak... Bunlar her coğrafyada aynı.

Kur’an’ın metaforik dili de buradan beslenir. Mesela “güneşin doğması”, “yağmurun inmesi”, “ağacın kökü ve dalları” gibi temsiller coğrafya ve kültür fark etmeksizin insana hitap eder.



3. Tarihten Bağımsız Hakikatler

Kur’an’daki ilkeler belirli bir döneme ait olmaktan çok, insanın evrensel zaaflarına ve potansiyellerine odaklanır:

Zulmün her türlüsü kötüdür

Şirk, yani hakikati bölmek, parçalamak tehlikelidir

Vahiy, hakikatin tebliğidir ve insana özgürlüğünü hatırlatır.

Bu ilkeler bir hadise, rivayete veya tarihsel bağlama mahkûm değildir. Onları anlamak için özel bir tarih bilgisine gerek yoktur — sadece dikkat, niyet ve vicdan yeterlidir.


4. Hadis ve Rivayetlere Bağımlılık Eleştirisi

Mesela "Şu rivayet gözden kaçmış olsun derdi yok” cümlesi çok önemli. Kur’an merkezli bir bakış için bu, büyük bir özgürlük imkânıdır. Çünkü rivayet sistemleri kültüre, döneme, yorumlara bağlıdır. 

Oysa Kur’an:

  • Doğrudan muhatap alır (ya eyyuhe’n-nâs...)
  • Açıklayıcıdır (tibyânen li-kulli şey’)
  • Işıktır (nûr), 
  • Rehberdir (hudan), 
  • Ayırt edicidir (furkân)

    Böyle bir kitap, aracı olmadan da anlaşılabilir. Bu da evrenselliğin anahtarıdır.

5. Darusselâm’a Çağrı: Bir Vizyon

Kur’an’ın nihai hedefi bir toplumsal bilinçtir: Darusselâm — barış ve selamet yurdu. Bu, bir “coğrafya” değil, bir “ontolojik durum”dur:

Adaletin kurumsallaştığı

Zulmün ortadan kalktığı

Her bireyin hakikate erişim imkânına sahip olduğu bir bilinç düzeyi


Bu hedef, her topluma ve her çağa hitap eden bir idealdir.

---


Aynı Kitap, Aynı Güneş: Evrenselliğin Mümkünlüğü Üzerine

Düşünün ki dünyanın farklı coğrafyalarındaki insanlar aynı kitabı okuyor. Aynı emirleri alıyorlar. Dilleri farklı, tarihleri farklı, yaşadıkları zorluklar, iklimler, gelenekler farklı. Fakat okudukları kelam aynı. Bir çağrıya kulak veriyorlar: Darusselâm’a — barış ve selamet yurduna — davet.

Bu nasıl mümkün olur?

Kur’an bu soruya kendi cevabını verir: Fıtrat. 
Çünkü insan nerede doğarsa doğsun, güneşi tanır. 
Toprağı bilir. 
Kuşun uçmasını görür. 
Gecenin karanlığına, sabahın aydınlığına aşinadır. 
Adaleti arar, zulmü hisseder. 
Sevilmek ister, korkar, umut eder. 

İşte Kur’an, bu en derin ortaklıklara hitap eder. Onun dili tabiat gibidir: Aracısız, doğrudan, yalın ve aynı zamanda derinliklidir.

Kur’an’ın kullandığı temsiller bu yüzden evrenseldir. Yağmurun rahmeti, gecenin örtüsü, dağların sabitliği, nehirlerin akışı... Bunları anlamak için hiçbir coğrafi ön koşul yoktur. Herkes kendi vadisinden bu ayetlere kulak verebilir. Kur’an böylece yerel değil, evrensel bir bilinç oluşturur.

Ve belki de en devrimci olanı şudur: Kur’an’ı anlamak için bir rivayete, bir aracıya, bir özel tarikata ihtiyaç yoktur. “Şu hadis gözden kaçmış” diye bir kaygı taşımaz çünkü mesajı evrensel vicdana seslenir. Allah, kitabını doğrudan insana indirmiştir. Kula değil; müminlere değil; bir mezhebe değil...

 "Bu, insanlar için bir bildiridir..." (Âl-i İmrân 3:138)


Kur’an’daki çağrıya kulak veren herkes, hangi dili konuşursa konuşsun, aynı selamı arar: Darusselâm. Bu selam; adaletle, şefkatle, tevazu ile kurulan bir hayat nizamıdır. Bu selamı getirmek için okunan kitap aynı; güneş aynı; ay aynı. Kuşlar aynı ötüşle uyanıyor, toprak aynı sabırla taşıyor hayatı.

Kur’an, işte bu ortak gerçekliği temel alır. Onun evrenselliği, kültürleri tek tipleştirmeye değil; farklılıklar içinde ortak hakikati hatırlatmaya yöneliktir. Böylece her toplum, kendi toprağında Kur’an’ın tohumunu eker, kendi diliyle su verir, ama aynı hakikatin meyvesini toplar.


---



29 Nisan 2025 Salı

SÜLEYMAN NEBİNİN CİNLERİ 👑

👑 SÜLEYMAN NEBİNİN CİNLERİ




Kur'an’da özellikle Süleyman kıssasında cinler, onun için çalışıyorlar:


Kaleler yapıyorlar,

Heykeller işliyorlar,

Havuzlar, kazanlar imal ediyorlar.

Bu da şunu gösteriyor:

Cinler burada teknik becerileri yüksek, dışarıdan (yabancı kültürlerden) gelen ustalar.


1. Kur'an'da "cin" kelimesi, temel anlamı itibariyle "örtülü, gizli, göz önünde olmayan" demektir.

Yani bizim toplumumuza aşina olmadığımız, tanımadığımız insanlar.

2. Süleyman'a boyun eğdirilen cinler, teknik işlerde çalışıyorlar.

Eğer cinler sadece metafizik varlıklar olsaydı, neden inşaat ustalığı, metal işçiliği, zanaatkârlık gibi işlerle uğraşsınlar?

Burada, yabancı ustaların, uzman işçi sınıflarının kastedilmesi çok doğal gözüküyor.

3. Zanaat ve yabancılık birleşince:

Farklı kültürden gelen,

Teknik bilgi sahibi,

Halk arasında "görünmeyen işleri" yapan

uzman kişiler (örneğin ustalar, sanatçılar, mühendisler) anlamı çıkıyor.

---

Şimdi bunu Neml 38-40'a uyarlayalım:


Süleyman tahtı getirmek istiyor.

İlk hamle kimden geliyor?

Cinlerden bir ifrit.

Yani:   Yabancı,  Kuvvetli, Askeri Uzmanlığı var,


Ama ham bir güç (belki kaba kuvvet kullanarak taşıyacak, zaman alacak).


Bu "ifrit", tahtı hızlıca getirir ama zahmetli bir yöntemle.


Fakat sonra ilim sahibi biri devreye giriyor; diplomasi ile melikenin tahtını yani hüküm sürdüğü yerleri,

hızlıca ele geçiriyor.


Bu şunu gösteriyor: Teknik ustalık iyidir ama bilgi ve hikmetle yapılan işler çok daha üstündür.



İLGİLİ YAZILAR 🔻

 

·           SURELER "şaşırtan tespitler"

·           KISSALAR 🌀

·           Süleyman Hükümranlığının Sarsılışı

·           Süleyman Nebi Kıssası Kelimeleri 👑

·           SÜLEYMAN NEBİ VE MELİKENİN TAHTI 👑

·           SÜLEYMAN NEBİNİN CİNLERİ 👑

·           SÜLEYMAN NEBÎ HEYKEL YAPTIRDI.

·           Sessizlerin Konuşması: Kur’an’da İntak Sanatı 🗣