Bu Blogda Ara

ve etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ve etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Haziran 2025 Perşembe

NUN HARFİ "derin içsel bunalım" ن




"Nûn" Harfinin Sembolik Anlamları: İçsel Derinlik ve Dönüşüm

"Nûn" (ن) harfi, hem İbrani hem de Arap alfabelerinde köklü anlamlar taşır. İbranice'de "balık" anlamına gelmesiyle birlikte, Arapçada "mürekkep hokkası," "çember," "kapsayıcı hat," veya "kara delik gibi bir çekim noktası" gibi çağrışımlara sahiptir. Bu anlamlar, bir tebliğcinin yaşadığı içsel süreci ve sorumluluklarını derinlemesine yansıtır:

  • Derinlik ve Bilinçaltı: "Nûn," suyun ve balığın sembolize ettiği gibi, tebliğcinin iç dünyasındaki derinlikleri, şüpheleri, korkuları ve bilinçaltı süreçlerini ifade eder. Görevini yerine getirirken karşılaştığı zorluklar, onun ruhsal derinliklerine bir dalışı gerektirir.
  • Dönüşüm ve Arınma: Balığın sürekli hareket ve dönüşüm sembolü olması, tebliğcinin yaşadığı sıkıntılarla manevi bir arınma ve yeniden doğuş sürecine girdiğini gösterir. Bu, görevinin ağırlığı altında ezilirken, ilahi iradeye teslimiyetle yeniden güç kazanmasını temsil eder.
  • Manevi Mücadele: "Nûn," "neshama" (ruh) ile ilişkili olarak, tebliğcinin dünyevi sınavlarını ve ruhunun karşılaştığı engelleri simgeler. Tebliğ, çoğu zaman yalnız bir mücadele ve ruhsal bir çileye dönüşebilir.

Arapçada "Nûn" harfinin biçimi, üstünde bir nokta bulunan bir yayı andırır. Bu şekil, bir kap ve içindeki öz gibi, tebliğcinin kendi içindeki hakikati ve ilahi mesajın özünü taşıma sorumluluğunu düşündürür.


"Zünnûn": Görev Sıkıntısı ve İlahi Terbiye

"Zünnûn" (ذو النون) tabiri, "Balığın sahibi" anlamına gelmekle birlikte, Kur'an'da Hz. Yunus'un lakabı olarak, onun tebliğ görevi sırasında karşılaştığı büyük bir sınava ve ilahi bir terbiyeye işaret eder. Hz. Yunus'un aceleci davranması ve görevini terk etme eğilimi, onu balığın karnında sıkıntılı bir sürece sokmuştur. Bu durum, tebliğcinin görevini bırakması durumunda karşılaşacağı olası zorlukları ve ilahi müdahaleyi sembolize eder.

"Zünnûn" bağlamında şu yorumlar yapılabilir:

  • Görev Sorumluluğundan Kaçışın Sonucu: Hz. Yunus'un balığın karnına düşmesi, tebliğ sorumluluğunu tam olarak yerine getirememesi veya sabırsızlık göstermesi nedeniyle yaşadığı bir sıkıntıdır. Bu, bir tebliğcinin görevinin ağırlığı altında ezildiğinde veya imtihanlarla karşılaştığında hissedebileceği çaresizliği ifade eder.
  • İlahi Terbiye ve Arınma: Balığın karnı, Hz. Yunus için bir inziva ve tefekkür mekânı olmuştur. Burada yaptığı tevbe, onun ruhsal arınmasını ve ilahi iradeye tam teslimiyetini sağlamıştır. Bu, tebliğcinin yaşadığı her zorluğun, aslında ilahi bir terbiye aracı olduğunu ve daha büyük bir olgunluğa ulaşmasını sağladığını gösterir.
  • Karanlıklardan Çıkış: Yunus Peygamber'in "karanlıklar içindeki nidası" (Enbiyâ 21:87), tebliğcinin en zor anında bile Allah'a sığınarak çözüm bulma potansiyelini simgeler. Bu, görevinin getirdiği sıkıntılar içinde bunaldığında dahi ilahi rahmetin ve yardımın her zaman var olduğunu hatırlatır.

Kalem Suresi ve Tebliğcinin Yazgısı: "Sen Bir Yazıya Dönüşüyorsun"

Kalem Suresi'nin başlangıcındaki "Nûn. Kaleme ve yazdıklarına andolsun." (Kalem 68:1) yemini, bir tebliğcinin hayatının da ilahi bir kaleme ve yazgıya tabi olduğunu vurgular. Bu, tebliğcinin sadece bir mesaj taşıyıcısı olmadığını, aynı zamanda kendi varlığının da ilahi bir planın parçası olarak yazıldığını ifade eder.

  • Nûn: İlahi bilginin henüz yazılmamış potansiyeli, tebliğcinin ruhunda taşıdığı ilahi mesajın ham hali.
  • Kalem: İlahi iradenin kayda geçirilme aracı, tebliğcinin ağzından dökülen kelimeler ve eylemler.
  • Yazılanlar: Kâinatta işleyen yasalar, peygamberlerin vahiyleri ve tebliğcinin görevi sırasında bıraktığı etki.

Bu bağlamda "Nûn", tebliğcinin yaşadığı her zorluğun, her sıkıntının, ilahi planın bir parçası olduğunu ve bu sürecin onun daha büyük bir hakikate ulaşmasını sağladığını gösterir. Hz. Yunus'un tecrübesi, bir tebliğcinin görevini terk etse bile ilahi iradenin onu tekrar doğru yola yönlendireceğini ve bu sürecin bir arınma vesilesi olacağını öğretir.


Sonuç: Tebliğcinin Kalemi ve Nûn'un Derinliği

"Nûn" harfi, tebliğcinin içsel derinliklerini ve görevinin getirdiği manevi yükümlülüğü simgelerken; "Zünnûn" ise bu sürecin bir "kimliği", yani bir tebliğcinin görev sıkıntısı içinde yaşadığı buhranı ve Allah'a yönelerek arınmasını ifade eder. Bu iki kavram, manevi yolculukta "gizli derinlikler," "yeniden doğuş" ve "ilahi terbiye" temalarını paylaşır.

Kur'an, insana bu zincirin en sonunda seslenir; ama onu anlayanlar, sesin geldiği kaynağa, yani Nûn'un derinliğine kulak verenlerdir.

Tebliğciler için "Nûn" ve "Zünnûn" kavramları, görevlerinin sadece dışsal bir aktarım değil, aynı zamanda derin bir içsel dönüşüm ve sürekli bir teslimiyet süreci olduğunu hatırlatır.


18 Haziran 2025 Çarşamba

BAKARA SURESİ "ayak direme" 🌾


🌾 1. İneğe Kurban Emri – Bir Mizah mı? Bir İmtihan mı? (Bakara 2:67-71)

“Allah size bir inek kesmenizi emrediyor.”
İsrailoğulları önce “bizimle alay mı ediyorsun?” derler. Halbuki bu ciddi bir emirdir.
Ama neden inek?

  • Mısır’da inek kutsaldı.

  • Beni İsrail, inek heykeline tapmıştı (Bakara 2:51).

  • Bu emir, onların içlerindeki paganizmi kesmeleri için bir sembolik kurban gibidir.

  • Her sordukça kurbanın vasfı zorlaştı. Bu, sorgulamanın ve ayak diremenin nasıl yükü artırdığını gösteriyor.


·  NEDİR BU BAKARA ? 🐂

·  Bakara Ekonomisi "Kurban Edilen Put, Dirilen Vicdan"

·  BAKARA TEMSİLİ VE TEVİLİ 🐂

·  Bakara ve Buzağı Kıssaları Ne Anlatıyor 🐂

·  Bakara’daki “Dirilme” Teması 🧩

16 Haziran 2025 Pazartesi

MÜMİN SURESİ "gizli bir diyaloglar zinciri"


Mü’min Suresi, ilk ayetlerinden itibaren gizli bir diyaloglar zinciri, görünmeyen tanıklar, gölgede kalan imanlar ve tevhidin sessiz kahramanlarıyla örülmüş benzersiz bir anlatıya sahiptir. 


🕯️ 1. Kur’an’da İsmi Verilmeyen “Mü’min” Tek Kişi

Surenin adını aldığı "mü’min", Firavun’un sarayında gizli inancını koruyan bir adamdır. İsmi yoktur. Ama Kur’an’da bir karakter olarak tüm bir sureye adını veren yegâne anonim kahramandır.

Bu adam öyle biridir ki:

  • Firavun’un en yakın çevresindedir.

  • Kalbinde Musa’nın Rabbine iman vardır ama yıllarca bunu gizlemiştir.

  • Musa’nın öldürülmesine karşı çıkarak tarihi bir konuşma yapar (40:28-44).

💡 Şaşırtıcı nokta: Bu kişinin sözleri neredeyse bir peygamber nutku gibidir. Ayetlerde neredeyse 17 ayet boyunca sadece bu adam konuşur.


Kur’an’da hiçbir peygamber dışındaki kişi bu kadar uzun konuşmaz.


🌌 2. "SİZDEN GİZLİ OLAN YÜREKLERDEKİNİ BİLEN" Vurgusu

Surenin başında Allah’tan “Zanları bilen, gizliyi bilen, kalplerin özünü bilen” (40:19) şeklinde bahsedilir.

Bu, bir yandan Firavun'un sarayındaki mü’minin gizli imanına işaret eder, bir yandan da insanın görünmeyen yüzünün Kur’an’ın merkezî ilgi alanı olduğunu vurgular.


💬 3. Musa Kıssası = Politika ve Direniş

Bu surede Musa kıssası klasik “mucize-merkezli” anlatım yerine siyasi kararlar, bürokratik tehditler ve yargılamalar üzerinden anlatılır.
Firavun’un şu ifadesi çok dikkat çekicidir:

“Ben size, ancak doğru olanı gösteriyorum; ben sadece iyiliğin yolunu gösteriyorum.” (40:29)
→ Bu, despotik yöneticilerin halkı ikna etme ve baskıyı makulleştirme tekniklerinin arketip cümlesidir.


🔥 4. “Kazanın Kaynadığı Gün”

“Bugün bir bağırış çağırış günü olacak. Siz o gün arkanızı dönüp kaçacaksınız, sizi Allah’tan koruyacak kimse de olmayacak!” (40:32-33)

Bu ayetteki tasvir, cehennemin teolojik bir tasviri değil, bir anlamda tarihî kıyametlerin – imparatorlukların yıkılışının, toplumsal çöküşlerin – bir anlatımı gibidir.
Buradaki "felaket", sadece ahireti değil, dünyevi intikamı da kapsar.


⚡ 5. En Az Bilinen Dualardan Biri: “Ya Rabbi, Gözleri Aydınlat!”

“Rabbimiz! Bizi iman etmiş olanlarla beraber aydınlığa çıkar, gözümüzü aydınlat.” (40:8)

Bu dua, imanın görünür ışığa dönüşmesi, karanlık içinden kurtuluş ve manevî uyanışın en zarif ifadelerinden biridir.
Kur’an’daki dualar arasında estetik ve anlam yoğunluğu açısından en az bilinen ama en derinlerden biridir.


🌀 6. “Onlar Yerle Yeksan Edildi” Ayeti Aslında Bir Uyarı

“Yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmediler mi?” (40:21)

Bu ayet, “gezip görmek” tavsiyesini içerir gibi görünse de, aslında tarihin ve medeniyetlerin çöküşünün izlerini taşıyan bir çağrıdır.


Tarih, burada sadece bilgi değil, hissî bir uyarı aracıdır.


📡 7. Meleklerin Desteği Gökten Gelen Dua Gibi

“Arşı taşıyan melekler ve onun çevresindekiler, Rablerini överek tesbih ederler… ve müminler için bağışlanma dilerler.” (40:7)

Bu ayette melekler, yeryüzünde tanımadıkları müminler için sürekli dua etmektedirler.
Bu, evrensel bir şefkat ağı, kozmik bir bağlılık önerisidir.
Hiç tanımadığın bir melek, senin affın için dua ediyor olabilir.


⏳ 8. En Sarsıcı Soru:

“Bugün kime hükümranlık ait?”
“Yalnız ve yegâne olan Allah’a.” (40:16)

Bu ayette evrensel egemenlik ilan edilir. Ama dikkat et:
Bu soru bir yankı gibi sorulur, kimse cevap veremez.
Ve Allah, kendisi cevap verir.
Bu bir kıyamet metaforudur: Ses yok, hâkim Allah.


SONUÇ:

Mü’min Suresi; görünmeyen kahramanlar, içten imanlar, bastırılan hakikatler ve kıyamete yürüyen toplumsal felaketler arasında insanın içindeki sesi öne çıkarır.
Sanki diyor ki:

"Dışarıdan değil, içeriden bak!"


KAF SURESİ "alışılmışı kıran"



🌌 1. Kur’an’ın “Hayret Uyandırma” Frekansı: (ق:2)

"Ama onlar, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmiş olmasına şaştılar. Kâfirler dediler ki: 'Bu, şaşılacak bir şey!'"

Bu ayette geçen عَجِيبٌ (acîb) kelimesi, aklı aşan, alışılmışı kıran, varoluşun örtüsünü yırtan şeyler için kullanılır. İlginçtir, sure “Kaf” harfiyle başlar, bu da “kesmek, sınırı belirlemek” anlamına gelirken, hemen ardından gelen ayette insanlar, sınırlarını zorlayan bir kelâm ile karşı karşıya kalınca “bu şaşırtıcı!” tepkisi verirler.

Yani Kur’an’ın kendisi, hayret uyandırmayı amaçlayan bir “sarsıcı uyarı” olarak tanıtılıyor.


⛰️ 2. “Daha da yakın”: Allah’ın Varlıkla Olan İlişkisi (ق:16)

"Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona fısıldadıklarını da biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız."

Burada geçen "حَبْلِ الْوَرِيدِ (şah damarından daha yakın)" ifadesi, dışsal bir gözetim değil, içkin bir bilinç anlamına gelir.

Klasik Tanrı tasavvuru; gökte, uzakta, yukarıda bir “otorite”dir. Ama burada Kur’an, Tanrı’yı insanın kendi bilincinin derin çekirdeği olarak tanımlar.

Bu, Allah’ı dışarda değil, içimizde arama çağrısıdır.


🧠 3. “İki melek” aslında zihinsel farkındalığın metaforu mu? (ق:17-18)

"Sağında ve solunda oturan iki kaydedici melek vardır. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen hazır bir melek olmasın."

Bu melekler klasik yorumda dışsal varlıklar gibi görünse de, sembolik anlamıyla vicdan ve farkındalık olabilir.
İnsan zihnindeki sürekli kayıt, öz-eleştiri ve iç konuşma, bu melek metaforuyla dile gelir.

Yani melek, senin içsel tanığın, her an yazan bilincindir.


🌀 4. Cehennemin Bilinci: “Daha yok mu?” (ق:30)

"O gün Cehenneme 'Doldun mu?' deriz. O da der ki: 'Daha yok mu?'"

Burada cehennem, aç gözlü bir bilinç gibi konuşur.
İlginçtir, Kur’an'da başka hiçbir yerde bu kadar dramatik bir şekilde mekânın konuşturulması yok.
Cehennem, bir azap mekânı değil sadece — aynı zamanda tükenmek bilmeyen arzunun suretidir.

İçimizdeki doymazlık: “Daha yok mu?” diyen o iç boşluk.


🌱 5. Yeryüzüne ‘ölüm sonrası diriliş’ kanıtı: Yağmur! (ق:9-11)

"Gökten bereketli bir su indirdik... ölü toprağı onunla dirilttik..."

Yağmur, burada kozmik bir yeniden doğuş simgesi.
Kur’an, dirilişi soyut bir “ahiret olayı” gibi değil, şimdi ve burada gözlenen doğa yasası olarak sunar.

Her bahar aslında bir “kıyamet provasıdır” — ölümden sonra dirilmenin sahnesidir.


Surenin sonunda dikkat çekici emir (ق:45)

"Biz onların söylediklerini en iyi bileniz. Sen onları zorla yola getirecek değilsin. O halde, Benim tehdidimden korkanlara Kur’an ile öğüt ver."

Bu ayetle birlikte şu netleşir:

Kur’an zorla kabul ettiren değil, uyanışı davet eden bir çağrıdır.
Zorlama yoktur. Çünkü vahiy, zihne değil, kalbe hitap eder.

TAHRİM SURESİ "nebi haram kılamaz" 🧬



🌿 1. Yasaklayan Kim? – Kendine Haram Kılan Peygamber

“Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?” (66:1)

Bu ayet, ilk bakışta “eşleriyle ilgili basit bir ev içi mesele” gibi görünse de, altında çok sarsıcı bir mesaj var:

📌 Vahyi tebliğ eden bile kişisel ilişkilerde denge gözetirken kendini sınırlandırabilir, fakat Allah uyarır:

Kendi koyduğun haramlar seni bağlamaz! Gerçek hüküm ancak bendedir.

Yani bu ayetle Allah, peygamber üzerinden herkese diyor ki:

“İnsanlar bazen başkalarını memnun etmek uğruna kendilerini mahkûm eder, hakikatten taviz verir. Ama bu, doğru olanı değiştirmez.”


🔥 2. Sırlar, İhanet ve Vahyin Aynasında Mahremiyet

“Peygamber, eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti...” (66:3)

Bu ayetin perde arkasında bir “sır ifşası” var. Bu olay üzerinden Kur’an şunu söylüyor:

⚠️ Aile içi sırların taşınması, sadece bir ev içi mesele değil; ilahi bir sorumluluk meselesidir.

Ve bu vesileyle şu evrensel ilkeyi bildiriyor:

“Allah, bütün sözleri işitir ve bilir.”

Bu, sırf tarihî bir anlatı değil. “Sözlerinle birine zarar verdin mi? Mahremiyeti deldin mi?” diye sormaya başlıyor insana…


🧬 3. Kendinizi ve Ailenizi Yakıttan Koruyun

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (66:6)

Bu, sadece “dindar olun” emri değildir. Kolektif bir etik uyarısıdır:

🧠 İçsel disiplin sadece bireysel değil, ailevi ve toplumsal bir sorumluluk alanıdır.
Kur’an burada ilk kez “ailenin de kurtuluşu senin sorumluluğundadır” diyerek manevî liderlik görevini ortaya koyar.

🔄 Kurtuluş, bireysel değil, kuşatıcı bir eylemdir.


🧊 4. Nûh ve Lût’un Eşleri – En Yakınların Bile Kurtulamayabilir

“Nûh’un ve Lût’un eşleri, iki kulu arasında idiler ama onlara ihanet ettiler...” (66:10)

İşte burada asıl şok edici mesaj gelir:

Yakınlık, kurtuluş değildir. İlişki değil, bilinç belirleyicidir.

Peygamber karısı olmak bile:
❌ İmanı olmayan biri için hiçbir değer taşımaz.

İman, soya değil sadakate bakar.


🌠 5. Firavun’un Karısı – En Zor Ortamda Yükselen Ruh

“Firavun’un karısı, şöyle demişti: ‘Rabbim! Katında bana bir ev yap cennette…’” (66:11)

Bu kadın, Firavun gibi bir zalimin sarayında yaşarken, içinde bir Kudüs taşıyor:

“Katında bana bir ev ver” diyor.
Evini dünyada değil, Allah’ın yanında istiyor.

📌 İçinde bulunduğun koşullar, seni tanımlamaz.
Firavun’un sarayı, onu karartamamış.
Ama Nûh’un eşi, bir peygamberle yaşayıp da kurtulamamış…


👁 6. Meryem: Sûrenin Zirvesi

“…Meryem iffetini korumuştu. Biz de ona Ruhumuzdan üfledik…” (66:12)

Sûre, iki kadınla biter:

  • Firavun’un karısı: Tiranın içinde bir mü’min

  • Meryem: Eril sistemin dışında bir kadın ama Allah’ın vahyine mazhar

Bu iki örnek, şunu fısıldar:

Kadın olmak, zayıf olmak değildir. Kadın olmak, ilahi sırra taşıyıcı olmaktır.


🌌 Özetle: Tahrîm Suresi Seni Şöyle Sarsar:

  1. Peygamber bile kişisel duygularla yanılabilir ama Allah düzeltir.

  2. Aile içi sırlar ilahi dengelere tabidir.

  3. Kurtuluş bireysel değil, sorumluluk paylaşımlıdır.

  4. Soy, akrabalık, yakınlık kurtarmaz.

  5. En kötü ortamda bile Allah’a yaklaşılabilir.

  6. Kadın, ilahi sırrın taşıyıcısı olabilir.

4 Haziran 2025 Çarşamba

Kur’an’da Yahudi ve Nasrani kimliği 📚



1. Kur’an’da Yahudi ve Nasrani kimliğinin tarihsel/kavramsal analizi


2. Bu kimliklerin günümüzdeki düşünsel ve dinî yansımaları






















UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

Fatiha, "Gazaba uğrayanlar" ve "Sapmışlar"🔯✝️

Kur’ân’daki "Yahudî" ve "Nasrânî" kavramlarını, Fâtiha Suresi bağlamında değerlendirmek oldukça anlamlıdır. Çünkü Fâtiha Suresi, tüm Kur’ân’ın özeti niteliğindedir ve insanlık tarihindeki temel inanç sapmalarına karşı hakikatin yönünü gösteren bir duadır. Bu bağlamda Yahudiler ve Nasranîler, Fâtiha’nın son ayetinde geçen "gazaba uğrayanlar" ve "sapmışlar" şeklinde nitelendirilen iki tarihsel-dinî prototipin örnekleridir.



UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

2 Haziran 2025 Pazartesi

Kalplerin Fethi ve Vahyin Vedası: Nasr Suresi


🕋 NASR SURESİ METNİ VE MEALİ

1. إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ
"Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde"

2. وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا
"Ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiğini gördüğünde"

3. فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ ۚ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا
"Artık Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O tövbeleri çokça kabul edendir."












30 Mayıs 2025 Cuma

Eyüp Nebi Kıssasında Mecazî Anlatım 

Sabrın Simgeleri: Eyüp Nebi Kıssasında Mecazî Anlatım ve Kur’an’daki Temsili Eylemler


Kur’an’da yer alan kıssalar, sadece tarihî olaylar zinciri değil; aynı zamanda ahlaki, psikolojik ve metafizik dersler içeren temsili anlatım katmanlarıyla yüklüdür. Bu anlatımların başında, sabrın ve sadakatin sembolü olan Eyüp Nebi gelir. Onun kıssasında geçen “ayağını yere vur” ve “eline bir demet al ve onunla vur” ifadeleri, yüzeysel bakıldığında sıradan fiziksel eylemler gibi görünse de, Kur’an’daki diğer kıssalardaki benzer örneklerle birlikte okunduğunda, derin bir mecazî ve sembolik anlam taşır. Bu yazıda, Eyüp Nebi’nin bu iki eylemini merkeze alarak, Kur’an’da benzer yapıda sunulan temsili anlatımları inceleyeceğiz.





















UYARI / HATIRLATMA

Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

28 Mayıs 2025 Çarşamba

Görünür ve Gizli Benliğin Kulluğu

Görünür ve Gizli Benliğin Kulluğu: Kur’an’da “İns” ve “Cinn”in Bilinçsel Yorumu

Kur’an’da sıkça geçen “ins” ve “cinn” kavramları, geleneksel anlayışta insan ve cin isimli iki ayrı varlık türünü ifade eder. Ancak Kur’an’ın çok katmanlı ve sembolik anlatımı göz önünde bulundurulduğunda bu iki terim yalnızca türsel bir ayrımı değil, insanın bilinç düzeylerini, zahirî ve bâtınî benliğini temsil eden derin bir dil olarak da okunabilir.



21 Mayıs 2025 Çarşamba

Kur’an’da “Sağ Yan” ve “Sol Yan” Yönler ✨



Kur’an’da “Sağ Yan” ve “Sol Yan” Üzerine: Yönler Arasında Hakikat Yolculuğu ✨

Kur’an’da geçen yön bildiren ifadeler, sadece fiziksel yönleri değil, ahlaki ve bilinçsel yönelişleri de yansıtan sembolik anlatımlardır. “Sağ” ve “sol”, bu yönelişlerin en temel metaforlarıdır.



21 Haziran 2012 Perşembe

Kurana göre Sevgi ile Aşk ❤

❤ Kurana göre Sevgi ile Aşk


Sevgi ile aşk arasındaki en belirgin ve temel fark; aşkın, daima sahip olmak ve sahip olunmak, sevginin ise anlamak ve paylaşmak üzerine kurulmuş ve kurgulanmış olmasıdır. Bu nedenle aşk tutkuyu, dolayısıyla tutsaklığı, sevgi ise merhameti, paylaşmayı, sorumluluğu, dolayısıyla ahlak ve var olmayı temsil eder. Ahlak ve var olma bir araya geldiğinde özgürlük tezahür eder.  Bunun için sevgi, bir duygu olmanın ötesinde bir  özgürleşme/özgürleştirme halidir. Ahlak ve özgürlük birbirinin varlık sebebidir. Biri olmadan diğeri olmaz. Olsa da varlığını devam ettiremez.

Aşkta almak, sevgide vermek esastır. Aşk, görünüşü ve gücü; sevgi, emek ve sorumluluğu önemser. Şöyle de denebilir; aşk, aşıktan sorgusuz süalsiz bir bağlanmayı, sevgi ise sevenden, sevdiğine kol kanat germesini ister veya bekler. Birincisi benmerkezci (çıkar/sahiplenme esastır), ikincisi ise bizmerkezcidir (ilke ve birliktelik/hayat esastır). Dolayısıyla ilki hayatı zorlaştırır; çünkü özünde zorlama ve kıskançlık vardır, sonraki hayatı kolaylaştırır; çünkü doğal olana yönelir.

Aşk, mutlak anlamda sahip olmayı, sevgi ise karşılık beklemeksizin hak edene vermeyi amaçlar. Aşk, zulme dönüşebilir, sevgi her zaman selam ve barış hudutları içerisinde kalır. Bu hudutların dışına çıkıldığında sevgi, sevgi olmaktan çıkar, başka bir şeye dönüşür. Aşk teslim alır veya teslim olur. Ya kendisi ötekileşir, ya da Muhatabı kendileşir. Sevgi, sürekli barıştır; onun lügatında "öteki" olmadığı gibi "galip" ve "mağlup" da yoktur.
Bu nedenle Kur`an, aşkı konu edinmemiştir, aşktan söz etmez. Ancak sevgi O`nda her sözün başıdır; "Rahman rahim Allah adına" diye başlar. Sadece bu değil, bir konu olarak da sevgi onda önemli bir yer tutar. Sevgi Kur`an`ın nazarında soyut olmaktan çok somut bir olgudur. Başka bir deyişle Kur`an, sevgiyi  kalpten hayata indirmiş, böylece onu anlaşılır ve yaşanılır kılmıştır. Veya sevginin genellikle çift taraflı olduğunu, kalpten kalbe yol/yollar döşediğini hatırlatmaya çalışır. Unutmuş olanlara, sevginin böyle bir işlevi, böyle olduğunu, görecek gözleri olanlara örnekler vererek gösterir. İşitecek kulakları olanlara da, "Sevmek önemli bir erdemdir" ama "sevilmeyi de hak etmek gerekir" der, demek ister. Bazı şeyler yaşandıkça/paylaşıldıkça büyür. Sevgi de böyledir.

"Hak etmek" sevgide en temel önceliktir. Bunun için olsa gerek Kur`an, "Allah .....sevmez" diyerek, sevginin rastgele dağıtılacak bir erdem olmadığını anlatmaya çalışır. Mesala, zalimlerin, saldırganların (mu`ted), müfsitlerin, nankörlerin, müsriflerin, müstekbirlerin, hainlerin, kendini beğenmişlerin, ... yani özellikle bir başkasına haksızlık yapanların sevilmeyi hak etmediğini anlatmaya çalışır. Topluma karşı suç işleyen kişilere sevgi gösterilerek, kötülüğün meşrulaştırılmasını istemez. Ancak, kötülüğün yok edilebilmesi için de, kötülük yapana yaptığının kötülük olduğunu ve bundan vaz geçmesini anlatmak gerektiğini, bu nedenle onlarla diyalog içinde olunmasını da önemser.

Aynı şekilde Kur`an, "Allah, şunu, şunları sever" diyerek neyin ve kimlerin sevilebileceğini, bu sevmenin boyutları ve prensipleri konusunda düşüncelerini de ortaya koyar. Sevginin platonik bir olgu değil, hayatı anlamlandıran ve onu yaşanılır kılan pratik ve sosyal bir olgu olduğunun altını çizer. Sevginin adalet ve makulat çizgisinin dışına çıkmasını sevginin istismarı olarak algılar. Bu nedenle aşırı mal veya dünyalık sevgisini hoş karşılamaz. Dolayısıyla sevginin, seveni tutsak almasından razı olmaz. Sevginin öldürücü değil sağaltıcı bir olgu olduğunu söyler ve onun öldüren, yok eden, kirleten bir nesneye dönüştürülmesine karşı çıkar.

Sevgi üretken ve doğurgandır. Yalnızlaşmayı değil çoğalmayı sembolize eder. "Hubb"/sevgi ve "habbe"/dane-tohum kelimelerinin aynı kökten olması tesadüf değildir. Nasıl ki, dane ve tohum, maddenin var olmasının ve çoğalmasının kaynağını oluşturuyorsa, sevgi de bir var olmayı ve çoğalmayı ifade eder. Aşk ise ifratı, taşkınlığı, dolayısıyla yok olmayı/yok etmeyi... Öyle ki aşkta birisi var olurken ötekisi yok olur. Veya ikisi birlikte yok olur veya başkalaşır. Sevgide ise bütün taraflar birlikte var olup çoğalırlar.

Yani sevgi sağaltan ve çoğaltan bir şey. Alındığında, paylaşıldığında azalmayan aksine çoğalan ve çoğaltan bir şey. Sevgi, zulme ve haksızlığa meydan vermediği gibi hak, hukuk, barış ve adaletin kalıcı olmasının da teminatıdır. Toplumsal anlamda böyle olduğu gibi bireysel ilişkilerde de böyledir. Öncelikle seven kişi haddini ve sınırlarını bilir, bunu bildiği içindir ki ne kendisine ne de karşısındakine zarar verir.

Sevgi sadece ölü ruhları değil, ölmüş toprakları da diriltir. Hayata anlam ve amaç katar. Yani sevgi, bir nevi hür ve sorumlu olma duygusu; sevmek ise hür ve sorumlu olma halidir. "Allah sevgisi"veya "Allah`ı sevmek" dediğimiz şey de, bir varlık olarak onu sevmekten çok (hatta değil) yarattıklarına onun istediği şekilde davranabilme, yakınlaşabilme ve bunu canı gönülden yapabilme halidir.

Kısacası, aşk kölelilikte yok olmanın, sevgi ise özgürlükte var olmanın hikayesini anlatır. Ve denilir ki herkesin bu minvalde anlatılacak bir hikayesi vardır.

19 Haziran 2012 Salı

İLL / -EL Kültürü ve Şirk 🛎

 🛎 İLL / -EL Kültürü ve Şirk

 ŞİRK ; Allah`ın affetmeyeceği tek şey

  
Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah`a şirk koşarsa, elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır. (NİSA 116)

Rabbimiz ayette açıkça belirtmiş. Peki nedir bu şirk ? Putperestlik midir ? Ateistlik midir ? Laiklik midir? Dinsizlik midir ? İnsanı kesin cehenneme götürecek bir şey olduğuna göre onu iyi anlamamız gerekir.

Şirk, Allah’tan başka şeylere uymak, kulluk etmek, ilah edinmek demektir. Peki nedir uymak, tapmak, kulluk etmek ? Sadece namaz kılmak, oruç tutmak mıdır ? Kur’an-ı Kerim’den kıyamet gününe dair bazı bölümlerle konunun temeline dair bir çıkarım yapabiliriz:

«Ey Âdem oğulları! Size şeytana uymayın/tapmayın/kulluk (تَعْبُدُوا) etmeyin, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır» demedim mi? «Bana uyun/tapın/kulluk edin, doğru olan yol budur. » Andolsun o, sizden birçok kuşağı saptırmıştı. Yine de aklınızı kullanmıyor muydunuz? (YASİN 60, 61, 62)


Bir başka ayette intak sanatı ile “Allah dışı yolu” konuşturarak bir özelliğin açıklanması var “Şeytan yolu”:

İş hükme bağlanıp bitince, şeytan der ki: «Doğrusu Allah, size gerçek olan va`di va`detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acıklı bir azab vardır.  (İBRAHİM 22)



ALLAH'ın kendisine kitap, hüküm ayetleri/hikmet ve nübüvvet verdiği hiç bir Beşerin, 'ALLAH'tan sonra bana da (عِبَادًا)kul  olun,' diye halkı kendisine çağırmaz. Aksine, 'Öğrenip öğrettiğiniz kitap gereğince kendisini Rabbine adayan kullar olun,' der(ÂLİ İMRÂN - 79)



Evet rabbimizin kitabından açıkça anlaşılıyor Allah’a uyanlar ve şeytana (عبد)uyanlar ayrımı.

Dinde ERBAB edinilen sadece ALLAHDIR. Kuran ayetleri bizleri; Nebiler, melik-melekler, din adamları ve biribirimizi "erbab" edinmememiz için uyarılarda bulunur. (bkn: ÂLİ İMRÂN 64 ve 80, TEVBE 31)

Şeytan = Kuran dışılık,
ş-t-n; dışlanmış

Yok denecek kadar az sayıdaki marjinal insanlar dışında kimse şeytana tapmadığı veya kimse şeytana namaz kılmadığı, dua etmediği veya oruç tutmadığına göre. Tapmak/kulluk etmenin anlamı açık: Ona uymak, itaat etmek.

İNSAN NEYE VEYA KİME İTAAT EDİYOR VE ONA GÖRE YAŞIYORSA İLAHI O’DUR. Peki şirk dünya hayatında ne şekillerde tezahür ediyor. Yine Rabbimizin kitabına bakalım:

Bunun üzerine onların ilahlarına sokulup: «Yemek yemiyor musunuz?» dedi. «Size ne oluyor ki konuşmuyorsunuz?» Derken onların üstüne yürüyüp sağ eliyle bir darbe indirdi. Çok geçmeden (halkı) birbirine girmiş durumda kendisine yönelip geldiler. Dedi ki: "Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?" «Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır. » (SAFFAT 91, 92, 93, 94, 95, 96)

PUTLARA TAPMAK

PUTLARA(ESNAM) tapmak, dünya üzerinde çok eskiden beri süregelen bir din. Günümüzde batı toplumlarında, simgeselliği tapınaktan çıkarılıp hayatın merkezine getirilmiş olsa da doğu toplumlarında hala gözlenebilen bir inanış şeklidir. Kur’an’da çokça geçen bir olgudur. Putlaştırma, insanlığın iki eli ile olur. Put için önemli olan şekilselliği değil, işlevidir. Şefaat beklenir ve Dinin sahibi Allaha yaklaştırdığına inanılır. Allaha yaklaşmak kavramı, dini iyi anlamada Allah ve onun ayetlerine denk dini bilgi/hadis ihdas etmektir. Putu hatırlatan bir simge mevcuttur; bu bazen taş/heykel, bazen kitap, bazen hat yazısı olabilir. Yeterki o ideoloji ve fikri hatırlatsın. Önemli olan  şekil değil, şeklin içinde barındırdığına inanılan işlevselliğidir. Bu bağlamda Allah ve din adamları kişiselleştirilip, dinde yetkinlik ihdas edilmektedir . Bu putlarda şefaat beklenmekte, onlar aracılığı ile dua edilmektedir.

Bu putlar konuşmazlar, yemek yemezler ve insanların elleri ile oluşturulurlar. Bu putlar yaratıcı kabul edilmez, Sadece yaklaştırıcı kabul edilirler. Putları taş ve metal zannedenler, KURANI geçmişe hapsederek, ÖNCEKİLERİN MASALLARI olarak kabul edenlerdir.



MELEKLERİN İSİMLENDİRİLMESİ

Kuranda rabbimiz lat, uzza ve üçüncüleri menat'tan bahseder. Üçleme.... Bu olgu, İhlas Suresinde; bir parçalanmaz yekpare taş anlamınada gelen SAMET ismine aykırı bir uygulamadır. Allah bölünmez, bir bütündür. Ne doğmuş, ne doğurmuş, nede bir başkasına doğurmasına etki etmiştir.

Şimdi Necm Suresine gözden geçirelim.


Bu surede vahyin gerçek yapısı bildirilmiş olup, putperestlerin, evreni meydana getirdiği ileri sürdükleri ve yaratıcı makamına koydukları etkenler ile ilgili teorilerin bir bilgiye dayanmayan uydurmalar olduğu ifade edilmektedir.


"Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez." (NECM 28)


Allaha isnad edilmeyen yaratılış kuramlarını uyduranlar yaratıcı için enerji der (uzza), diyalektik der (Lat), materyaller der (Menat), Çünkü Allahın yaratıcılık makamına, muhakkak zanna dayalı başka uydurma güçler ve etkenler koymak zorundadırlar. Bu, ahirete inanmamaktan kaynaklanır işte bunlar, zanna dayalı uydurma yaratıcılarını Allaha denk tutanlardır.

"İşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz ki senin Rabbin, evet O, yolundan sapanı daha iyi bilir; O, hidayette olanı da çok iyi bilir." (NECM 30)


Putperestler, uydurdukları yaratıcıların bilerek bir şey yaratmaya iradeleri olmadığını, konuşamadıklarını, görmediklerini bilmektedirler. Çağdaş putperestler "yaratıcı kabul etmediklerini" söylerken onun yerine iradesi olmayan bir çok yaratıcı koymak zorunda kalıyorlar böylece eskileriyle aynı şeyi iddia ettiklerinin farkındalar mı? Yoksa yeni bir şey söylediklerinimi sanırlar? Eski putperestler bunlar kadar bilmedikleri halde aynı şeyleri asırlarca önceden söylüyorlardı yani bunlara göre eskileri ne kadarda ileri görüştelermiş!? Şimdikilerde onların arkasına katılmış gidiyorlar. Aslında değişen hiçbir şey yok. İnsanlar arasında, ilk rasul ademden beri süregelen büyük bir ihtilaf; yani İman-küfür mücadelesi var.



EL /İLL İNANCI

El / İll: Esasında keskinlik veya parlaklık mânâsından alınarak feryad, yemin, ahit ve yakınlık anlamlarına kulanılan bir kelimedir. İbranice "ill" Arapçalaşmış olarak "ilâh" anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu takdirde Allah adına yapılmış olan yemin demek olur. Allahın kendine koyduğu bir isim yoktur ama kuranda kendini esma'ül hüsna ile tanıtır.


De ki: "İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye: O'nu hangi isimle çağırırsanız çağırın, (O hep Birdir; ve) bütün güzel ve üstün nitelikler O'nundur". (O'na dua et, ama) duanda sesini fazla yükseltme, çok fazla alçaltma da, ikisinin ortası bir yol tut;(İSRA 110)
İLL/-EL inançları bir çok Bozulmuş dini kavramların içinde vardır.

ilu, il, el-elah, el-ilah, aloho,İsra-el, bab-el/babil, el-lat, Azra-el, Samu-el, Refa-el, İstaf-el


Kuran inanç karşılaştırmasında Babil ve ba-al'den bahseder. Ba-al بعلِ kökünden gelen ve tapınılan bir esnam olup;  koca (erkek), gök tanrı, ataların putu anlamındadır. Bab-el/Babil şehrinin ismide "il" kökü ile bağlantılı olup, Babil  kulleri, O şehrin tarının kapısını işaret ettiği için "bab-il" olarak anılır. Babil kelimesinin geçtiği ayet için bakınız; بِبَابِلَ Bakara 102

İnsanlık, yaratıcısına "İll" adını vermiş, birbirleri ile isteklerde onun adını kullanmış, onun adına yeminler etmiştir. 

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan(وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَسَاءَلُونَ بِهِ) ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.(NİSA 1)

Yemin konusu ve İLL birbirleri ile bağlantılı konulardır. Yemin, kişilerin kutsalları üzeirne yapılır.

Bizler nasıl "HAK, HUKUK TANIMAZLAR" diye bir deyime sahipsek, Tevbe suresi 8 ve 10. ayetler, dış görünüşüyle hangi anlamda olursa olsun onlar ill ve zimmet namına hiçbir şey tanımazlar demek olur. Yani bir fırsat bulurlarsa bütün ahitlerine rağmen sizin hakkınızda ne Allah'ı, ne yeminlerini, ne yakınlıklarını, ne de ahitlerini ve zimmetlerini tanımazlar, hepsini hiçe sayarlar. Ne kadar feryad etseniz, çağırıp bağırsanız yine de tanımazlar. En keskin, en parlak kutsal haklara ve verdikleri ahde bakmazlar göz göre göre size kıyarlar, dilediklerini yaparlar. Bununla beraber bütün bu mânâlar, şu iki noktayla özetlenebilir: Ne ilâhî, ne beşerî hiçbir hakkı ve ahdi gözetmezler. Sizden kendilerine sağlanacak haklarda değil, kendilerinden size sağlanacak haklarda sizin hakkınızı gözetmezler. Ağızlarıyla sizi razı ve hoşnud etmeye çalışırlar. Vefakârlıktan, dostluktan, insaniyyetten ve insaftan bahseder, iman ve taatten dem vururlar, kandırmak ve inandırmak için yeminler ederler. Verdikleri sözler tam tersine çıktıkça asılsız mazeretlerle özür dilerler, uydurma sebepler ve bahaneler bulurlar. Lâkin bütün bunları sadece dil ucuyla yaparlar halbuki kalpleri hep çekimser kalır, ağızlarındaki söz gönüllerinden geçirdikleri niyyetlerle taban tabana zıttır. Ağızlarından çıkanlar kuru ve boş laflardan ibarettir. Dostluk değil, iki yüzlülük yani yağcılıktır. Ve bunların pek çoğu fasıktır. Taatten ve ahitten uzaklaşmış, aldırışsız ve inatçıdırlar. Pek az bir kısmında görüldüğü gibi, haksızlıktan çekinecek, namussuzluktan sakınacak ne bir inançları, ne kötülükten engelleyici insafları, ne de bir insani yiğitlikleri ve mertlikleri yoktur. Utanmaz ve arlanmaz kimselerdir. "

ÜÇLEME (Allah gibi görme, Allah yokmuş gibi davranma)


BİRİNCİSİ: LAT

 ALLAHIN KİŞİLEŞTİRİLMESİ ve nesnel hale gitirlmesi. Lat insanın, 2:51. ayetteki gibi,  insanın putçu eğilimini yansıtır. LAT, tanrının kişilere ve toplumlara has kılnmasıdır. Allah, alemlerin rabbi olup, bir ülkeyi, kabileyi ve kurumu gözeten bir ilah değildir.

"el-Lat" isimlendirmesine birnevi; toplumların kendi istekleri doğrultusunda hareket ettiğine inandıkları tanrı tasavvurudur.  Kendi adlarına çalışan ve kendilerine hizmet eden ALLAHIN dişi form isimlendirmesi. Diyalektik :  etken. Hareket, dalgalanma, döngü vs. (Lat). Manevi olarak sığınıldığı düşünülen "ill".

İKİNCİSİ; UZZA

Azizin, Müennes ism-i tafdîl şekli el-Uzzâ; izzet ve güç üretkenliği; Enerji : olayları meydana getiren güç, etken (Uzza)... Maddi yetenek, güç, parti, hizip olarak karşımıza çıkmaktadır.

Azîz, yani en üstün, en yüce, en mutlak izzet sahibi yalnızca Allah'tır. Şuara 44. ayette, "Firavun'un izzeti için biz, elbette biz galip geleceğiz” dediler." ayeti el-uzza'yı iyi bir biçimde Otorite olarak tevil etmektedir.

Kısacası Allah yerine kabul edilen, izzet aranılan otorite ve Güç için, Kuran "uzza" demektedir.


ÜÇÜNCÜSÜ; MENAT

Üçün üçüncüsü olan meny’nin dişili MENATMennan (Çok ihsan eden, verici, ihsanı bol) kelimesinden türemiştir. Materyal, para gücünü temsil eder. Yahudilerin altın sevgisinin sembolü buzağı ile aynıdır.

Kuranda üçün üçüncüsü olarak ayrı bir yer verilmiştir. Materyaller : meydana gelen birimler, başka şeyleri meydana getiriyor vs. (Menat) Money/ingilizce para, Manat/azerice para... Materyal olarak düşünebiliriz...

Günümüzde paraya tapanların, derdi imanı para olanların inanç şekli ÜÇÜNCÜSÜ MENAT olmaktadır. 

Şu sözler bir şeyler hatırlatır mı?

“bu makam/şöhrete/güce tırnaklarımı kazıyarak geldim”
“ellerimle, alın terimle kazandım bu parayı…”
“Bu işi yapsa yapsa nüfusu olan şu adam yapar.”
"Bu devirde parasız yaşanır mı ?"
Eş tutmaya gelince… 

DENKLEŞTİRME

Kendi hevasına, yani heves ve arzularına tapmak, ilah edinmek. Canı nasıl isterse öyle yaşamak.

Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha da şaşkındırlar. (FURKAN 43, 44)


*Peygamberleri, din adamlarını ya da başka insanları yani birbirimnizi ilah edinmek:(bkn: ÂLİ İMRÂN 64 ve 80, TEVBE 31)

Onlar Allah dışında hahamlarını, rahiplerini  ERBAB ve Meryemoğlu İsa`yı ilah edindiler. Oysa onlar, tek olan bir ilah`a ibadet etmekten başkasıyla emrolunmadılar. O`ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koşmakta oldukları şeylerden yücedir. (TEVBE 31, 32)

İnsanlar içinde, Allah`tan başkasını «eş ve ortak» tutanlar vardır ki, onlar (bu eş ve ortakları), Allah`ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah`a olan sevgisi ise, daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, hiç tartışmasız bütün kuvvetin tümüyle Allah`ın olduğunu ve Allah`ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (BAKARA 165)
 
Son nebiyi diğer nebilerden ayırmakla, ona istediğimiz şeyleri din adına uydurma hadisler söyletmek ilahlaştırmadık mı? Allah’ı sever gibi severek ilahiler düzmedik mi? Bu listeye güneşe, aya, ateşe, yıldızlara tapmak gibi şeyleri ekleyebiliriz ama günümüzde bu tarz inanışların pek takipçisi kalmamıştır. (Astroloji takipçileri dışında)

Konunun özü açıktır. Allah’a kulluk edenler yani onun indirdiği kitap Kur’an’a göre yaşayan, zamanlarında kendilerine gönderilen peygamberlere itaat eden müminler ve başka her şeye yani şeytana uyanlar.

Kitaba sımsıkı sarılanlar ve salatı ikame edenler, kuşkusuz biz salih olanların ödülünü kaybetmeyiz. (ARAF 170)

Ey Ademoğulları, içinizden size ayetlerimi haber veren peygamberler geldiğinde, kim korkup sakınırsa ve halini düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır. (ARAF 35)
Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilâh`a tapmazlar. Allah`ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa `ağır bir ceza ile` karşılaşır. Kıyamet günü, azab ona kat kat arttırılır ve o içinde aşağılanmış olarak temelli kalır. (FURKAN 68, 69)

Bizim Kur’an anlayışıma göre siyasi, kişisel veya hangi nedenle olursa olsun Allah’ın yolundan başka yol, Kur’an’dan başka kılavuz edinenler şirke maalesef bulaşmıştır. Şeytana uymaktadırlar. Doğru yol bir tanedir çünkü gerçek ilah tektir. Yanlış yol ve sahte ilahlar ise sayısızdır.

Sağcı-solcu, modernci-gelenekci, cemaatçi-cumhuriyetçi, dinci-laikci, sünni-şii vs gibi ayrıma dayalı ideolojiler ve görüşler insanın nasıl yaşaması gerektiği, neyin doğru yanlış olduğu gibi konularda Allah’ın hükümlerinin ve emirlerinin önüne ve karşısına geçmeye kalktıkları anda birer sahte din olurlar ve bu da şirktir. Şirk ise Şeytandan olup Kuran dışına hafif bir sapma ile başlar. Hadiscilik anlayışının Kitaba eş tutulması, Bu bağlamda dikkatle irdelenmesi gerekmektedir. Allah’ın kitabına eş tutulması, Allah’a eş koşulmasıdır.

Şirki sadece dinsel rituel ve ibadet şekilleri olan inanışlar olarak gören anlayış taraflıdır ve Kur’an’a aykırıdır çünkü en başta belirttiğimiz insanlığın şeytana kulluk ettiğini ifade eden ya da kendi hevasını ilah edinenlerden bahseden ayetler bunun delilidir.

İnsanlık tek bir yaratıcıya ve onun son elçisi ile vahyettiği dine-kitaba uymadığı sürece, yani Allah’a kulluk etmeyi reddettiği sürece, batıl ve kısır çekişmelere mahkumdur.

Fakat onlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her gurup kendilerinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedirler. (MÜ`MİNÛN 53)

Şüphesiz: «Bizim Rabbimiz Allah`tır» deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. (AHKAF 13)

Herşeyin doğrusunu Allah bilir.