Bu Blogda Ara

tekasür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tekasür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Haziran 2025 Perşembe

TEKASÜR SURESİ "bilinçsel hesap"











UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. 

Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

21 Haziran 2012 Perşembe

Samirinin Buzağısı ve Kapitalizm 🐮

 🐮 Samirinin Buzağısı ve Kapitalizm


Kur’an, insanlık tecrübesine yön verecek biçimde, hayatın her alanına dair çeşitli örneklerin farklı biçimlerde sunulduğunu bildirmektedir. Bu çerçevede, anlatılan kıssalar arasında en çok zikredilen şahsiyetlerden biri Hz. Musa’dır. Onun kıssası, yalnızca tarihsel bir olgunun aktarımı değil, aynı zamanda her döneme hitap eden evrensel mesajlar içeren bir sembolizmi barındırır. Ne var ki bu kıssaların çoğu zaman salt tarihsel anlatılar olarak okunması, içerdiği evrensel ve çağlar üstü ilkelerin göz ardı edilmesine neden olmaktadır.

Bu çalışmada, Hz. Musa kıssasının bir bölümü olan Sâmirî ve buzağı hadisesi ekseninde, din, mal, güç ve kitle psikolojisi arasındaki ilişkiler ele alınacak; kıssanın tarihsel bağlamından soyutlanarak çağdaş sosyoekonomik ve ideolojik yapılarla analojik bir karşılaştırması yapılacaktır. Bu analizle, Kur’an kıssalarının güncelliği ve yaşamsal gerçeklikle kurduğu bağ vurgulanacaktır.

1. Kur’an’da Hz. Musa ve İsrailoğulları’nın Temsilî Konumu

Hz. Musa'nın kıssası Kur’an’da sadece tarihsel bir peygamber anlatısı olarak yer almaz. Aynı zamanda iman, teslimiyet, toplumsal dönüşüm ve liderlik gibi temaların örneklendiği bir öğretidir. Nitekim İsrailoğulları’nın tutarsızlıkları ve imanlarındaki zaaflar sıkça vurgulanır:

“Ve bir zaman demiştiniz ki: 'Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız.' Derken sizi yıldırım yakaladı, siz de bakıp duruyordunuz.” (Bakara, 2/55)

Bu ayet, İsrailoğulları’nın vahyi doğrudan tecrübe etme ve mutlak güven duyma yerine, sürekli görünür mucizeler talep eden ve bu nedenle imanlarında istikrarsızlık yaşayan bir topluluk olduğunu ortaya koyar.

2. Sâmirî Hadisesi ve Buzağı Sembolizmi

Hz. Musa’nın Tur Dağı’na çekilişi sırasında kavminin başına geçen Harun’un ikazlarına rağmen, Sâmirî’nin öncülüğünde buzağıya yöneliş, iman ile sermaye ve güç arasındaki tehlikeli ilişkinin sembolik bir tezahürü olarak değerlendirilebilir. Kur’an’da bu hadise şöyle anlatılır:

“Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli yaptı. ‘İşte sizin de, Musa’nın da tanrısı budur. Ama Musa unuttu.’ dediler.” (Tâhâ, 20/88)

Buzağının altından yapılması ve “ses çıkarması” meselesi, sembolik bir anlatım biçimidir. Burada, altın (sermaye) ve buzağının çıkardığı ses (cazibe, çekim gücü, propaganda aracı) aracılığıyla insanları etkileme ve yönlendirme mecazı kurulmuştur. Nitekim Kur’an buzağının, sıradan bir nesne değil, içinde “böğürme sesi” olan bir varlık olduğuna özellikle dikkat çeker. Bu, modern dünyada medya, reklam, ekonomik göstergeler ve semboller yoluyla yapılan yönlendirme pratiklerini çağrıştırmaktadır. Nitekim günümüz finans sisteminde yükselişin sembolü olarak kullanılan “boğa” figürüyle olan benzerlik oldukça dikkat çekicidir.

3. Sâmirî’nin Söylemi ve Tevhid Düşüncesine Karşı İtirazı

Sâmirî’nin Hz. Musa tarafından sorgulanması üzerine verdiği cevap, onun Tevhid düşüncesine karşı alternatif bir sistem önerisi getirdiğini gösterir:

“Ben onların göremediği bir şeyi gördüm; Elçi’nin izinden bir tutam aldım, onu attım. Beni nefsim böyle yapmaya sevk etti.” (Tâhâ, 20/96)

Buradaki “görme” (بَصُرْتُ) fiili yalnızca fiziksel bir gözlem değil, bir öngörü, bir sezgi, bir içgörü anlamında kullanılmıştır. Sâmirî, Tevhid düşüncesinin toplumu nasıl dönüştüreceğini fark etmiş ve bu değişimin kendi çıkarları açısından tehdit oluşturduğunu anlamıştır. Bu nedenle peygamberin mesajından bir parçayı alıp onu “fırlatması” (yani dışlaması), Tanrısal olanın yerine insan merkezli bir sistem koyma teşebbüsüdür.

4. Kıssanın Çağdaş Yorumlanışı: Modern Buzağılar

Sâmirî hadisesi, yalnızca tarihsel bir sapma örneği değil, aynı zamanda her dönemin “buzağı”larını tanımlama açısından da işlevseldir. Bugün sermaye, medya, moda, şehvet, teknolojik hegemonyalar vb. yapılar; insanları hakikatin sesi yerine çıkarın sesine kulak vermeye çağırmaktadır. Buzağının “böğürmesi”, günümüzde reklamların, ideolojik söylemlerin, ekonomik göstergelerin gürültüsünde yeniden yankılanmaktadır.

Bu bağlamda kapitalizm, modern dünyanın buzağısı olarak okunabilir. Sermayeyi kutsayan, üretim-tüketim ilişkilerini mutlaklaştıran, insanı araçsallaştıran yapılar, Sâmirî’nin tevhid karşısındaki söylemini sistematikleştirmiştir. Bu nedenle:

“Sâmirî onların göremediğini gördü…” (Tâhâ, 20/96)

ayeti, sadece bir bireysel gözlem değil; geleceğin toplumsal dinamiklerini öngörme, alternatif bir yaşama biçimi tasarlama ve ilahi düzenin yerine beşeri bir sistem kurma arzusunun ifadesi olarak okunabilir.

5. Sonuç: Sâmirî’nin Söyleminin Evrensel Mesajı

Sâmirî kıssası, dinin araçsallaştırılması, sermayenin kutsanması, halkın zaaflarının kullanılması ve hakikatin üzerinin cazibe unsurlarıyla örtülmesinin tarihsel bir örneğidir. Aynı zamanda bu kıssa, çağımızın ideolojik ve ekonomik düzenlerinin dinle ve değerle kurduğu ilişkiye dair eleştirel bir perspektif sunar. Sâmirî, modern dünyanın her çağda yeniden ürettiği bir zihniyetin temsilidir. Kur’an’ın bu kıssayı anlatmadaki temel amacı, sadece geçmiş bir halkı eleştirmek değil, her dönem ve toplum için ibret alınacak evrensel ilkeleri ortaya koymaktır.

ŞANLI ATALAR DİNİN MASALLARI 📴

📴 ŞANLI ATALAR DİNİN MASALLARI


KELLE SAYISI SAYILARAK GERÇEK BULUNABİLİR Mİ?



Peygamberimiz’in döneminde elleri ile kendi putlarını yapanların nasıl olup da bu putlara taptığına hayret ederiz. Üstelik Peygamberimiz’in putlara tapmanın saçmalığını ve tek Allah’a ibadet edilmesi gibi mantıklı bir savı ortaya koymasına rağmen, nasıl olup da reddedildiğini, üstelik el yapımı putlar uğruna öldürülmek istendiğini hatırlayınca hayretimiz artar. Peki, Peygamberler’i putların uğruna öldürmeyi bile isteyebilen yığınları harekete geçiren mekanizma neydi? Kuran bize bu mekanizmanın “gelenek” olduğunu göstermektedir. Kendilerine gelen her mesajı; “Biz atalarımızın yolundan, geleneklerimizden vazgeçmeyiz” diye reddeden kitlelerin, doğru yolda olmak için gelenekleri taklidi yeterli görmeleri, bu kitlelerin sapıklığının sebebidir.
 Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde; “Hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuza (geleneğe) uyarız” derler. Ya atalarının aklı bir şeye yetmez, doğru yolu bulamamış idiyseler?2-Bakara Suresi 170

 Kuran’ın birçok ayetinden, sapıtanların geleneğe uymak uğruna sapıttığını ve geleneğe karşı gelen düşüncelere şiddetle karşı çıktıklarını görüyoruz. Yukarıdaki ayete dikkat edersek, geleneğe karşı getirilen ilk izah, aklın kullanılmasının gerekliliği ve ataların aklı kullanmadığıdır. Kuran’da, bu ayetle, akılsal kriterler veya vahiy üzerine oturtulmayan hiçbir geleneğin (ne kadar köklü olursa olsun), hiçbir önemi olamayacağı ortaya konulmaktadır.

  PEYGAMBERLER KENDİ DEVİRLERİNİN RADİKALLERİDİR

 Dinler tarihini incelersek, tarihin akıl ve gelenek çarpışması olarak geçtiğini görürüz. Her Peygamber kendi döneminin radikalidir, yani olayları kökten değiştirmeye kalkan kişisidir. Peygamberler, Allah’tan aldıkları mesajı insanlara iletirler ve iman sahipleri akılları aracılığıyla Allah’ın delillerini görerek, Allah’ın mesajlarına ve onları getiren elçiye (Peygamber’e) uyarlar. Bunu yaparken kendi toplumlarının gelenek ve göreneklerinden Allah’ın mesajı ile çelişenlerin hepsini bir kenara atarlar. Mesajı reddedenler ise geleneği yıktıkları için onları bozgunculukla, atalara ihanetle suçlarlar ve atalar (gelenek) namına aklın yolunu reddederler. Mesajı reddedenler için akıl, başvurulması gereken bir kriter değildir. Mesajı reddetmek için mesajın gelenekle çelişmesi yeterlidir. Ayrıca akılcı bir izaha gerek yoktur. Geleneği sürdüren unsur taklittir. Taklitte akılcı kriter aranmaz. Akılcı düşünce, körü körüne taklidi reddeder, delil ister. Bu yüzden taklide dayalı gelenek, aklın işletilmesine hoş bakmaz. Çünkü işleyen akıl, gelenekteki yanlışlıkları sorgulayacak ve reddedecektir. Böylece taklit ortadan kalkacaktır. Bu yüzden atalardan miras kalan gelenek ve bunu devam ettiren taklit, gerçek dine götüren akılcı düşünceyle hiçbir zaman bağdaşamaz. Tarih boyunca ataları taklidin, Allah’ın indirdiği dinlere karşı teşkil ettiği engel, Kuran’dan şu ayetlerle örneklenebilir:

Nuh Peygamber’e karşı şöyle denilmiştir:
... Hem biz, bunu geçmiş atalarımızdan da işitmiş değiliz.23-Müminun Suresi 24

 Hud Peygamber’e karşı şöyle denilmiştir:
Sen bize yalnızca Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın kulluk etmekte olduklarını bırakmamız için mi geldin?7-Araf Suresi 70

 Salih Peygamber’e karşı şöyle denilmiştir:
... Atalarımızın kulluk ettiklerine kulluktan sen bizi engelleyecek misin?11-Hud Suresi 62

Şuayb Peygamber’e karşı şöyle denilmiştir:
Ey Şuayb, atalarımızın kulluk ettiklerini bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?11-Hud Suresi 87

İbrahim Peygamber’e karşı şöyle denilmiştir:
Biz atalarımızı böyle yaparken bulduk.26-Şuara Suresi 74

 Musa Peygamber’e karşı şöyle denilmiştir:
... Biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmedik.28-Kassas Suresi 36

 Peygamberimiz’e karşı ise şöyle denilmiştir:
... Bu sizi atalarınızın kulluk etmekte olduklarından alıkoymak isteyen bir adamdan başka bir şey değildir.34-Sebe Suresi 43

 ŞANLI ATALAR” EDEBİYATI

 Kuran’a göre Allah’ın kitabı üzerinde olmadan, akılcı bir yol seçmeden doğru yola erişilemez. Kuran akıllara yolu kapayıp, geleneği din yapan zihniyeti reddeder. Oysa bugün, din adına ortaya çıkanların çoğu, akıllara tüm kapıları kapatıp, gelenek haline dönüştürdükleri mezhepleri, din diye halka yutturmaya çalışmaktadırlar. Bugün birçok kişiye, Kuran’ın sunduğu İslam’ı anlatıp midye ve karidesi haramlaştırmanın, haremlik selamlığın Kuran’da olmadığını söylediğinizi düşünün: “Bunca yıldır atalarımızdan gördüğümüz budur, sen bunca evliyaların içinde olduğu geçmiş nesillerden iyi mi biliyorsun?” ifadesine benzer bir cevapla karşılaşabilirsiniz. Veya “Bu yolda akılla yürünmez, şanlı atalarımız bunları halletmiş, sen de onlara tabi ol, kurtuluşa er” şeklinde uyarılarla karşılaşabilirsiniz. Kuran’ın anlattığı İslam’a karşı çıkan bu kitlelerle, Peygamber’e karşı çıkan kafirler arasındaki ortak zihinsel yapıyı hemen fark edersiniz. Tüm bu kitleler “tarihsel süreçten gelmeyi” diğer bir tabirle “atalardan mirası” başka bir anlatımla “geleneği”, Allah’ın vahyi Kuran’dan da, akıldan da üstün tutmaktadırlar. Siz şahıslara Kuran’a göre haremlik selamlığı, kadının gerçek yerini anlatırken, şahıslar size mezheplerle cevap vermekte ve mezheplerin doğruluğu için; atalarımızın mezheplere inandığını ve mezheplere inanan kişi adedinin çokluğunu delil olarak gösterirler. Bunlar, Allah’ın yegane kılavuzuna karşın atalarının kabullerini ve bu kabullerini içeren kitapları delil diye gösterirler.

20- …İnsanlardan öyleleri vardır ki; hiçbir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında mücadele edip durur.
21- Onlara; “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde, şu cevabı verirler: “Hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız…”31-Lokman Suresi 20, 21

 Bu ayetler, genel bir şekilde herkese hitap eder. Sadece ortak koşucu putperestlere hitap etmez. 20. ayeti iyice okursak, kitapsız bir şekilde Allah hakkında konuşan, mücadele eden kişilerin yanlışına dikkat çekildiğini görürüz. 21. ayette, Allah hakkında mücadele eden bu kişilerin, Allah’ın indirdiği kitaba davette nasıl yan çizip atalarının yolunu, gelenekleri benimsediklerini anlıyoruz. Bu ayetlerden, Allah hakkında mücadele edenlerin, Allah’ın indirdiği kitaba dayanmadıkları takdirde muhtemelen gelenekçiliği, ecdatperestliği, atalarının yolunu benimsedikleri sonucunu çıkartabiliriz. Bunlardan bazıları, Kuran’a saygı gösteriyor olabilirler ama Kuran’ın yanına dini kaynak diye yüzlerce cilt eseri koyarak ve atalarının hayata bakışını ve geleneklerini, bu kitaplarıyla dinselleştirerek, Kuran’ı yüzlerce dini kaynaktan herhangi bir kaynağa indirerek, dine büyük zarar vermektedirler.

BİLMEDİĞİNİN ARDINDAN GİTME

 Bu, ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.38-Sad Suresi 29

 Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp; bunların hepsi ondan sorumludur.17-İsra Suresi 36

 Kuran’ın Allah’ın kitabı olduğunu anlayacak olan akıl sahipleridir. Allah aklın işletilmesini, doğru yola varma yolunda önemli bir faaliyet olarak takdim eder. Kuran’a göre, bilinmeyen bir şeyin ardına düşülmemelidir. Atalarımızın bize ilettiği bir yapıyı, sırf atalarımız iletti diye kabul ve müdafaa etmek, bu ayetle çelişir. Kuran’a göre, her iman sahibi akletmelidir, Allah’ın kitabını rehber kabul etmek, akletmenin bir neticesi olacaktır. Kuran, atalarımızın kabulleri yüzünden kabulleri oluşan sürüler olmamamızı istemektedir. Buna karşın, mezhepçi dini yapıyı savunanlar, birçok zaman aklın gereksizliği, aklın imanla çeliştiği yönünde Kuran’a ters fikirler ileri sürmektedirler. Aslında buna şaşırmamak gerekir. Yoksa uydurma mezhepçi yapılardaki akılla bağdaşmayan yüzlerce izah, din diye nasıl yutturulacaktır? Elbette ki akıl reddedilerek. Kitleler öyle bir hale getirilmiştir ki ya akıl reddedilip din kabul edilecek, ya da kişiler aklına sahip çıkıp din konusunda şüphelere boğulacaklardır. Bu kitabın temel amaçlarından biri de kitlelere bu iki şık arasında sıkışmadıklarını, din diye yutturulan mezheplerin din olmadığını, gerçek dini yalnız ve yalnız Kuran’ın temsil edebileceğini ve bu dinin akılla çelişmediğini göstermektir.

Kuran, Allah’ın varlığının delillerinin aklın işletilmesi ile bulunabileceğini söyler. Fakat Kuran, aklın kullanılmasını sadece Allah’ın varlığının delilleriyle sınırlamaz. Allah’ın varlığının, aklın işletilmesi sonucu anlaşılması, aklın işletilmesinin önemini ve Allah’ın, aklın düzgün çalıştırılmasını doğruya ulaşmada bir aracı yaptığını gösterir.

 HİNDULAR KELLE SAYARSA

 Kuran’ın yanına yüzlerce kitap koyup Kuran’ı etkisiz kılan ve akla savaş açan gelenekçi-mezhepçi İslamcılar, tarihsel geçmişe sahip olmalarından ve kalabalık olmalarından delil çıkartmaya çalışmaktadırlar. Oysa Kuran’a göre bir gerçeğe, o gerçeğe uyanların kelle sayısını sayıp ulaşamazsınız. Bu mantıkla, Hindular’ın arasında doğan biri, etrafta saydığı kellelerin çoğunluğunun inancından dolayı, ineklerin kutsal olduğuna inanabilir. Böylece ataların izinde olmanın ve kendisine benzer bolca kelle saymanın, doğru yolda olduğunu gösterdiğini düşünür. Ya da daha evvel örneğini verdiğimiz bir Hıristiyan’ı düşünün. Atalarından gelen gelenekte, Katoliklik veya Ortodoksluk gibi köklü mezheplerde, Hz. İsa’nın “oğul tanrı” kabul edildiğini gören ve etrafında Hz. İsa’yı “oğul tanrı” kabul edenleri daha fazla bulan bu şahıs; Hz. İsa’yı oğul tanrı kabul ettiğinde, kelle sayıcısı mantığa göre haklı olacaktır. Geleneksel-mezhepçi İslamcı, bu örneklerdeki yaklaşımlara haklı olarak karşı çıkar ve aşağıdaki ayetleri örnek gösterebilir:

 Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahmin ile yalan söylerler.6-Enam Suresi 116

 Onların çoğu, Allah’a ortak koşmadan iman etmez.12-Yusuf Suresi 106

 Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi çoğunluğa uymak, çoğu zaman kişilerin sapıtmasına sebep olabilir. Birçok zaman diliminde azınlıklar haklı olmuşlardır. Allah, kelle sayıp gerçeği bulmamıza olanak vermemiş ve aklımızı işletmeye bizi mecbur etmiştir. Gelenekçi-mezhepçi İslamcıların bir Hindu’ya veya bir Hıristiyan’a yanlışını gösterirken yukarıdakine benzer izahlar yaptığına, bu ve benzeri ayetleri kullandığına şahitlik edebilirsiniz.
Hindu veya Hıristiyan’a akıl vermekte doğru ölçüleri kabul eden gelenekçi-mezhepçiler, Kuran’ın anlattığı İslam’a davet edildiklerinde, hemen çoğunluk olduklarının arkasına saklanmaya, tarihsel kökenlerine sığınmaya kalkarlar. Çoğunluğun ve geleneğin, Hz. İsa’yı oğul tanrı, ineği ise kutsal kabul edenleri nasıl saptırdığını gelenekçiler çok iyi anlar ve anlatırlar. Fakat Kuran’ın anlattığı İslam’a karşı çoğunluk ve geleneği, kendi delili yapmaya çalışanlar yine aynı şahıslardır!..

  HEM AKLINI ÇÖPE ATIP HEM DE AKIL VERMEYE SOYUNANLAR

Kuran’a göre inananlar,  inandıkları  gerçekler uğruna toplumun gelenekleriyle zıt düşmekten, toplumdan dışlanmaktan çekinmemelidirler. Kuran’da, Peygamberler’in bu konuda nasıl örnek teşkil ettiklerini ve canları pahasına toplumlarının yanlış kabullerine nasıl karşı koyduklarını görebiliriz. Bizim gözlemlerimize göre, mezhepçi İslam’ı yaşayan birçok kişi arkadaşlarının, cemaatinin, ailesinin kendisini dışlamasından; “Bizim oğlan sapıttı, başörtüsünü inkar ediyor” veya “Bizim kız mezhepsiz olmuş, üstelik erkeklerle el sıkışmaya başlamış” veya “Ahmet hadis düşmanı olmuş” veya “Leyla hayızlı namaz kılıyormuş, vah vah” gibi izahlar yapmalarından, iğneli kınamalardan çekinmektedirler. Toplumun kabullerine karşı çıkamayanlar, hele hele bu kabullerin en yoğun ve en koyu yaşandığı tarikatların yakınlarında iseler, bu gruplardan gelecek baskı ve arkadaş ortamını kaybedip yalnız kalma korkusu, bu kişilerin gerçekleri görememesinin sebeplerinden biri olabilmektedir. Toplumun geleneklerini, tabularını koruması da işte bu dışlama mekanizmasıyla mümkün olmaktadır. Allah’ın rızasından uzaklaşmaktan korktuğundan daha çok toplumdan dışlanmaktan korkanlar, elbette ki geleneklerin zihinlere vurduğu zincirlerden kurtulamazlar.

 Allah kuluna yetmez mi? Seni, O’ndan başkasıyla korkutuyorlar.39-Zümer Suresi 36

 Gelenekleri ve kalabalıkların kelle sayısını putlaştıranların durumu çok gariptir. Bu kitleler taklidi akla üstün tutup, geleneği ve çoğunluğu taklit ederler. Sonra taklide kurban ettikleri akıllarıyla, size akıl hocalığı yaparlar. Bunlar hem güdülen koyun olmanın erdemini savunurlar, hem de sizi gütmeye kalkarlar !..