Bu Blogda Ara

KOLLEKTİF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KOLLEKTİF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2025 Pazartesi

ŞURA SURESİ "danışma ilkesi"



🧩 1. Vahyin Evrensel Alt Yapısı (Şûrâ 51)

“Bir beşere Allah’ın konuşması, ya vahiy yoluyla ya perde arkasından yahut bir elçi göndermek suretiyle olur...”

Bu ayet, vahyin üç farklı tarzını açıklıyor:

  • Doğrudan kalbe ilham (rûhî ve sezgisel vahiy),

  • Perde arkasından konuşma (Hz. Musa örneği),

  • Elçi gönderme (İbrahim ve Lut'a gidenler)

Ama şaşırtıcı olan şu:

Bu anlatımla Allah adeta diyor ki: Vahiy sadece peygamberlere özgü bir olay değildir. Vahyin formları, insan-bilinç-yaratan ilişkisini çok daha geniş bir zemine yayıyor. “İlham”, “sezgi” ve “doğrudan kalbe doğan hakikatler” gibi bireysel tecrübelere kozmik bir meşruiyet kazandırıyor.

Dikkat edilirse göğe yükseltip de görüşme yok.


🧠 2. “O sizin için dinden, Nuh’a emrettiğini şeriat yaptı” (Şûrâ 13)

“Sana da vahyettiğimiz şeyleri; Nûh’a ve ondan sonrakilere vahyettiğimizi, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya verdiğimizi din olarak size de yasa kıldı...”

Bu ayette şaşırtıcı olan:

  • Tüm peygamberlerin tebliğ ettiği din özde birdir.

  • Farklı çağlarda, farklı şekillerde gelen vahiyler aslında aynı özden (tektanrılıktan, tevhidden) kaynaklanır.

Yani:
İslam, Muhammedî bir icat değil; evrensel bir “dinî bilinç akışı”nın son halkasıdır.
Bu, vahyi tarihsel değil; kozmik bir bilinç devinimi olarak okumamıza kapı aralıyor.


💡 3. “Rûh”un İnişi (Şûrâ 52)

“İşte böylece sana da emrimizden bir rûh vahyettik...”

Burada Kur’an için “ruh” deniyor.

Yani Kur’an canlı, diriltici, ruhani bir varlık gibi sunuluyor.

Bu ifadeyle, Kur’an bir kitap değil; bir bilinç nefesi gibi resmediliyor. Tıpkı insanın ruhu gibi…
Ruh nasıl ki cesedi hayata geçiriyorsa, Kur’an da hakikati hayata döndüren bir nefes olarak tanımlanıyor.


🔄 4. Danışma (Şûrâ 38): Siyasi değil, varoluşsal bir ilke

“Onların işleri aralarında danışma (şûrâ) iledir.”

Sadece siyasi bir model değil.
Bu, insanî varoluşun temel ilişkisel modeli olarak sunuluyor.
Yani bir kişi veya grup kendi başına mutlak doğruya ulaşamaz. Hakikat, birlikte düşünme, birlikte arama çabasıyla doğar.
Bu ayet sanki der ki:
👉 "Bilgelik, tek başına hükmetmekten değil; birlikte tefekkür etmekten doğar."


🔥 5. Kur’an’daki Tek Sure: “Şûrâ” yani Kolektif Bilinç

Bu isme sahip tek sure: Şûrâ (Danışma).
Bu bile başlı başına dikkat çekici.

Kur’an’da geçen danışma kavramı aslında sadece siyaset değil, vahiysel bilinç yapısının ortak üretimi anlamına gelir.
Yani:

Vahiy bile bir “şûrâ” zemininde işler.
Allah, elçiye bildirir. Elçi cemaate bildirir. Cemaat tartışır, uygular, yorumlar. Bu kolektif bilinç devinimiyle din yaşayan bir organizmaya dönüşür.


🎯 6. Vahyin Tersine Yüzü: “Onlar dinlerini parça parça etti” (Şûrâ 14)

“Onlar, kendilerine bilgi geldikten sonra sırf aralarındaki ihtiras ve kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler...”

Bu ayette vahyin asıl düşmanı gösterilir:
Cehalet değil, benliktir.
Yani toplumları parçalayanın bilgisizlik değil, ego savaşı ve grup fanatizmi olduğu söyleniyor.


🎁  Harfler!

Şûrâ suresi, başında hurûf-u mukattaa olan iki farklı harf grubunu birleştiren tek suredir:

Hâ-Mîm
ve
Ayn-Sîn-Kâf

Sanki diyor ki:

“Bunlar harflerdir, bilinç kodlarıdır. Her biri bir boyut açar. Bu sure ise, bu bilinç boyutlarının bile buluştuğu eşsiz bir alandır.”


⛅ SON SÖZ:

Şûrâ Suresi, sadece bir "danışma ilkesi" değil, aynı zamanda:

  • Vahyin iniş modellerini,

  • Bilincin ruhsal kaynaklarını,

  • Tarihsel peygamberlik zincirinin tekliğini,

  • Kolektif tefekkürün önemini
    ortaya koyan bir bilinç haritasıdır.

21 Haziran 2012 Perşembe

BİREYCİLİK ve TOPLUM 🛗

 🛗 BİREYCİLİK ve TOPLUM

 
  İnsan denen memeli canlı türü toplumsal bir yaratıktır.  Zaten kelime anlamı bile çoğuldur. Arapçada "ins" olan kelimeyi dile getirirken bile "insan" diyerek çoğullaştırmış oluyoruz.  Birey olarak bir ins’i meydana getirirken bile en az iki tane metobolizmaya (dişil, erkil) ihtiyaç vardır. İnsan özü itibariyle tek başına doğmaya, yaşamaya ve ölmeye müsait olmayan bir canlıdır.
 Yaratıcının huzurundan, işlediği kabahatler yüzünden apar topar kapı dışarı edilen insan, kovulmaya bile toplu halde maruz kalmıştır. Madem  kabahat toplu işlendi, o zaman bu kabahat yine toplu halde düzeltilmeliydi. Onun için İlk toplu  hayat belirtisi olan toplumdan günümüz toplumuna  kadar gelen bütün kutsal öğretiler, toplum yaşamını düzenleyen bilgiler barındırıyordu. 

 Misal:
 - Zekat, infak, sadaka üçlüsü sosyal dayanışma
- Hak, hukuk ve adalet üçlüsü eşitlik ilkesi
- Ahlakilik, mütevazilik ve anti egoizm üçlüsü zararsızlık/faydalılık ilkesi
- Ana-baba, evlat-uşak ve kendisi, aile düzeni gibi burcu burcu toplumsal düzenlemeler kokan öğeler olarak örneklendirilebilir.

 Bu bağlamda ins’in ahad olarak yaşamak söz konusu değildir. Ahad olan yaratıcıdır.  Dünyaya gelene kadar ins’tir fakat doğtuktan sonra kaba etine tokatı yeyip zırladığı andan itibaren ins değil insandır.

 Hal böyle iken toplu kabahatler işlenmesin diye herhangi bir kutsal kitaba tabiyeti söz konusu olduğu vakit, insan gibi anlamak, algılamak ve yaşamak zorundadır. Kendisine edindiği şifa ve besin kaynağını etrafındaki insanlarla paylaşmak zorundadır.Kendisinin hizmetine sunulan deve kuşu hayvanı (yumurtasından, kılından tüyünden istifade edilen hayvan cinsi)  gibi kafasını kuma saplayıp yaşamaya çalışmamalıdır.  Kaba eti her zaman açıkta ve diğer insanların gözü önünde kalacaktır. Bu gerçekten asla kaçamaz.

 “Yalnız doğdum yalnız yaşarım ve yalnız ölürüm” felsefesi doğan hiçbir ins  için geçerli değildir. Absürt bir sözdür bu zaten.  Doğum işi dişil canlıyla birlikte gerçekleştirilmek zorundadır.  Yaşamın belli aralarında aktarmalı da olsa hayatına devam eder. Belli bir süreye kadar annesiz, sonra eşsiz, sonra da gassalsız (gassal nedir sorusu için Alo 188 arynz.)  yapması mümkün değildir. 

 Madem öyle ne kutsal kitabı kum yerine koymak, ne de kendisini ins olarak yaratıldığı halde deve kuşu hayvanı yerine koymak doğru bir davranış değildir.  Bir kere kafasını soktuğu kumun ce-re-yistalleri (lafzen kristal) buna müsaade etmemektedir

 Kutsal kitap ütopik öğretiler barındırmaz.  Zahire bakar ve baktırır.   

 Bakalım nasıl oluyor bu:

 • Adem-eşi ve iblis, 
• Musa-Harun-Samiri-Firavn ve Ahmak kavim,
• İmran-Karısı, doğurduğu kızı (Meryem), torunu (İsa) ve ahmak kavim  (Zekeriyya’yı nasıl unuturuz),
• İbrahim - inat babası – İbrahim’in oğulları – iyi huylu karısı – dindaşı Lut ve ailesi (karısı hariç) – ahmak toplumu ve toplumunun tanrıları,
• Nuh – gemisi – kötü huylu karısı – şımarık oğlu – hayvanlar – ahmak toplumu,
• Hud – toplumu,
• Salih – toplumu,
• Muhammed – toplumu v.s.

 Yukarıdaki örnekleri çoğaltmak mümkündür.  Okuduğunuz gibi hiçbir ins, ins olarak kalmıyor. İnsanlaşıyor.  İyi ya da kötü.  Kutsal kitaptan doğru beslenen insanlaşıyor.. İnsana karışıyor.

 Yalnız doğan, yalnız yaşayan ve yalnız ölen bir ins prototipi kutsal kitapta yok.
 Sanki kutsal-kitap kendisine inmiş gibi, (kendisine inseydi bile paylaşmak zorundaydı) azim olan kitapta anlatılan her şey sadece ve sadece  kendisini bağlarmış gibi bireysel hareketlenmeler gözlemlenmektedir.  Gerçi bu hal bir mutasyon halidir.  Evresini tamamlayınca düzelir ama, önlemini almak, ins’in  kendi hayrına olur. Yoksa insan olamadan toprak olur.

 Bu dünyada sadece kendisi yaşasaydı, ne kutsal kitaba ne de herhangi bir kutsala ihtiyacı olmayacaktı. Kendisi gibi başkaları da yaşadığı için toplu kabahatler işlenmesin diye bunca çaba.  Yoksa tek başına  fotosentez yapan bir bitki kadar kıymeti yoktur. Öteki var diye kıymeti vardır.

 Suyun başını tutan zalimler nasıl helak oldularsa,  kutsal kitaptan bireysel beslenmek insanı helaka götürür.  Çünkü kutsalın amacı bu değildir.  Yoksa kutsal bilgi kaynağı, kutsal ego kaynağı haline dönüverir. Egosuna yenik düşenin de dostu ve yardımcısı olmaz.

 Sonuç itibariyle, en değerli eylem olan “paylaşım”, insanlar arası Elektrik  alıp verme sanatıdır.  Bunun ihlali söz konusu olduğunda karanlık başlar.  Karanlıklardan aydınlığa çıkan, arkasındaki karanlıkta kalan insana el uzatmak zorundadır. Aydınlığa çıktım diye sevinip, arkayı unuttuğu vakit farkında olmadan kendisi de tekrar karanlığa bürünmüştür. 

 Kutsalı duvardan indirelim.. İndirelim indirmesine de cimrilik edip başkasına vermemezlik etmeyelim. İnsan için indirelim, ins için değil.

 Sözün Özü:  Aynı kutsal kaynaktan beslenenlerin, saf saf duvar gibi kenetlenmesi yaratıcının taktirini toplamak için güzel bir adımdır.   Hiziplenmeler/gruplaşmalar, puzzle gibi dağılmalar  taktir toplayan adımlar değildir.  Bölünüp parçalanmak gücü kaybettirir ve insanı kolay yutulur lokma haline getirir.  Biraz kahır çekmek, biraz da kahır çektirmek icab eder.  "Dertsiz başım ağulu aşım" sofistike bir yaklaşımdır.  Herkesin layık olduğu bir insan toplumu vardır. Doğru toplumu bulana dek hayatın frekanslarıyla oynamak lazım gelir.  Zaten kutsal bilgi kaynağı aynı olanın toplumu da aynılaşır.  Gün gelir voltrana dönüşür. 

 İnsana karışmak ümidiyle...