Sorgulanmamış Kabuller
Sorgulanmamış Kabuller
Bu sorulara verilecek sağlıklı cevaplar, bireyin varlığının bilincine ulaşmasını sağlar. Ancak zihinde beliren bu cevapları mutlaklaştırmadan, yaşam boyu öğrenme merakı ve doğruyu arayış çabasını tutarlı biçimde sürdürmek, hayatı anlamlı kılmanın en temel yoludur.
Bilgisizliğinin farkında olan insan, varoluşsal anlamda kendisini kuşatan her şeye sorgulama bilinciyle yaklaşır. Bu tutum, bireyin doğuşundan itibaren türlü etiketlerle sınırlandırılmasına karşı kendi kalabilme mücadelesidir; yani özsaygının bir tezahürüdür.
Doğruluğu kesinleşmemiş bir bilgiyi doğru kabul etmemek, acelecilikten ve önyargıdan kaçınmak bu serüvende ilk aşamadır. Çünkü insanı yanlışlara sürükleyen iki temel zaaf, acele karar vermek ve önyargılı yaklaşmaktır. Bu olumsuzluklardan uzak durmak, daha az hatalı bilgi ve davranışı beraberinde getirir.
Ne var ki, yaşanan gerçeklik bize şunu gösteriyor: Eğitim-öğretim alanındaki her kurumsal yapı, bireyin ilk tanıştığı fikrî yapılanmalar, süreç içinde mutlaklaştırıldığında özgürlüğün önünde birer engel haline gelebilmektedir.
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan birey, aslında hayatının sonunu da başlangıcını da hazırlamaktadır. Bu gidişin tek istisnası, ön kabullerini sorgulayan ve onları aşabilen kişilerdir ki, tarihe baktığımızda bunun oldukça az bir örneği vardır.
Bilgiden ziyade zanna, kesinlikten uzak doğrulara tutunan birey, sağlam ve herkes için geçerli bilgiye ulaşmada başarısız olur. Bu nedenle bilmemiz gereken ilk şey, “Hiçbir şey bilmediğimizi bilmek”tir. Şüpheci ve sorgulayıcı bir yöntem, “ortak doğrulara” ulaşmanın köşe taşlarını döşer. Böyle bir tavır, insanı fıtratına ve yaratılıştan gelen sağduyusuna döndürebilir; ortak bakış açılarını mümkün kılar.
Benliğini engellerden kurtarıp kendini gerçekleştirme yolunda yürüyen her bireyin rehberi bu olmalıdır.
Bunun için, karşılaştığımız bilgileri sorgulamadan kabul etmekten vazgeçmeliyiz. Ezberlenen bilgi, asla imana dönüşmez. Özgürleşmenin ilk adımı, soru sormaktır. Çünkü düşüncelerimizi sorularımız belirler. İnsan kim olduğunu, nasıl bir insan olduğunu ve nereye gittiğini sorulara verdiği cevaplarla belirler.
“Düşünmek” dediğimiz şey, aslında kendimize sorular sormak ve onlara cevap aramaktır. Öğrenme de buradan başlar. Zihnimizdeki duvarları yıkacak, bizi tarihin, coğrafyanın, çevrenin ve kendi zindanımızın ötesine taşıyacak şey, doğru sorular sormaktır.
Bugün din adına ya da beşerî ideolojiler adına iddia sahibi olanların çoğu, inandıklarını söyledikleri kaynaklara vâkıf değildir. Allah adına konuşanların, Allah’tan gelen ilkelerle tarih boyunca üretilmiş yorumları ayırt edememesi, özgürleştirici öğretileri göz ardı ederek hayatı cehenneme çevirmektedir.
Aynı şekilde çeşitli “izm”leri savunanların en büyük zaafı, bilgi kaynağı olarak kabul ettikleri kişilerin de birer insan olduğunu unutmalarıdır. Onların yaşadığı tarihsel ve sosyo-kültürel şartları yok sayarak mutlaklaştırmaları, bu şahsiyetleri putlaştırmaları, bireyin özgün varlığının önünde en büyük engeldir.
Bu engelleri aşmanın tek yolu, özgürleştirici sorular sormaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder