🔨 Kırılma Noktası: İslam’ın Bozulan Yolu ve Çıkış Reçetesi"
Kanalizasyon Kanallarının Birleştirilmesi Değil, Tek Kaynaktan Su Dağıtımı Umuduyla
UYARI / HATIRLATMA
Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.
Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.
İnsan başıboş bırakılmamıştır. Yaratıldığı andan itibaren Rabbi tarafından bazı kelimelerle bilgilendirilmiş, yönlendirilmiştir. Ancak zamanla bu bilgiler, yine insan eliyle tahrif edilmiş, ya yozlaştırılmış ya da gündem dışı bırakılmıştır. İşte bu yüzden Allah, her dönemde peygamberler göndererek bu sapmaları düzeltmiş ve insanlara tekrar doğruyu göstermiştir.
İnsan ilahi hükümlerden uzak kalsa bile asla bir boşlukta kalmaz. Aksine, Allah’ın hükümleriyle dolması gereken o alan, şeytani yönelimlerle ya da nefsin arzularıyla dolacaktır. Bu yüzden önemli olan, içimizi rastgele bir bilgiyle değil; arı, duru, berrak olan vahiy ile doldurmaktır. Vahiy, bu kirliliği arındırmak için bir program olarak indirilmiş ve hayatın bu düzene göre şekillenmesi istenmiştir.
Aklı olan her insan, bir şekilde bir tarafa meyletmektedir. Eğer iradesi elinde değilse, başkalarının çıkarları doğrultusunda hareket eder. Bu işin sıfır noktası yoktur: Ya Allah’ın istediği çizgidedir ya da O’nun reddettiği bir yoldadır. İnen ayetler de insanı bu konuda ikaz eder, tarafını belirlemesini ister. Allah, insanı kendi tarafına davet ederken, şeytanlaşmış kişi ve gruplardan uzak tutmak ister. Buna rağmen tercihini Allah’tan yana yapmayan herkes, kaçınılmaz şekilde bâtılın tarafında yer alır ve attığı her adım onu sapkınlığa daha çok yaklaştırır.
Adem’le başlayan bilinçlendirmenin amacı da onu ve eşini düşmanlarına karşı uyarmaktı. İblis, ayağının Adem yüzünden kaydığını söyleyerek kıyamete kadar onun soyunu saptırmaya ant içmişti. Adem ve eşi kolay bir hayata bırakılmış, ancak yasağa (mal ve soy sevgisi) yönelerek yanılmışlardı. Allah ise, İblis gibi inat etmeyen bu insanları bağışlamıştı. O günden bugüne nice toplumlar geldi geçti, nice peygamberler gönderildi. Ama şimdi, her köşe başında bir "yasak ağaç" duruyor. İnsanlar birinden kaçsalar bile başka birine yöneliyorlar. En tehlikelisi olan “şirk ağacı”ndan yedikten sonra diğerlerinin zehrini fark bile edemiyorlar.
İnsanın yaratılışıyla birlikte din de başlamıştır. Gelen her peygamber, bozulan tevhid anlayışını düzeltmek için gönderilmiştir. Bu yüzden her tebliğ, önce Allah’ın tek ilah olduğunu vurgular. Tevhid bozulursa her şey bozulur. Şirkle birlikte yapılan salih amellerin bir anlamı kalmaz. Zümer Suresi 65. ayet, şirk koşulması halinde tüm amellerin boşa gideceğini açıkça bildirir.
Allah’ın kaldırdığı sınırları (ırk, renk, mal sevgisi, kibir vs.) korumaya çalışanlar ve bunları başka sistemlerin düzelteceğine inananlar, aslında aynı şirke düşmektedirler. Vahyin amacı ıslahtır. Eğer onu sadece bir hizmet rehberi gibi görürsek, zulüm düzenlerinin içinde sözde adalet peşinde koşarız ki bu da beyhudedir.
Bugüne kadar yapılan ıslah hareketleri, peygamberlerin metotlarından uzak kaldığı için başarısız oldu. Bunun en temel sebebi, doğru bilgi eksikliğidir. Ehl-i Sünnet diye tanımlanan cemaatler, Peygamber toplumunu örnek alıyoruz deseler de, örnek aldıkları kişiler birbirlerini boğazladılar. Henüz birkaç ayetle ayağa kalkabilen ilk müminlerin kararlılığına rağmen, bugün bu ümmet Kur’an’la barışamamıştır. Kur’an, kimi ellerde ruhbanlık anlayışına kurban gitmiştir.
Oysa ilk müminler, sadece Kur’an ile kardeşliği ve dayanışmayı başarmışlardı. Bugün de aynı Kur’an elimizdedir. O zaman nasıl oluyor da her geçen gün daha da çöküyoruz? Bu bir bilinç, zihin ve bilgi sorunudur. Nice kitap ezberleniyor ama yaşanmıyor. Bugün insanlar İslam adına bir şeyler yaşıyor olabilir ama bunların Kur’an’daki karşılığı nedir? Bu sorunun cevabı ortadadır.
Toplumda Kur’an’ın anlaşılmayacağını savunanlar, anlamak için yirmi küsur ilim öğrenmeyi şart koşanlar, aslında Kur’an’ı işlevsiz kılmakta ve hakikatten uzaklaştırmaktadır. Şüpheli hadislerin doğruya götürmesi mümkün değildir. Bu yüzden başvuru kaynağımız, içinde şüphe olmayan Kur’an olmalıdır. Kur’an dışındaki hiçbir metin bu vasfa sahip değildir ve onları kutsamak şirke kapı aralamaktır.
Resulullah’ın kendisi bile, sadece inen ayetlerle amel etmiş ve insanları onlara uymaya çağırmıştır. O, keyfi hüküm koymamıştır. Ancak ondan sonra gelenler, dine bid’at ve hurafeleri sokmuş, hakikati perdelemişlerdir. Ashab-ı Kehf’in tavırları örnek alınacağına köpeklerinin ismi ve sayısı tartışılmıştır. Kadir Suresi’ndeki geceyi anlamak yerine, o gecenin tarihini aramakla oyalanılmıştır. Bu saptırmalar, zalim yöneticileri rahatsız etmediği gibi teşvik de edilmiştir.
Bugün hâlâ İslam dünyasının geldiği nokta, bin yıllık bir çöküşün göstergesidir. Gerçek bir özeleştiri yapılmadıkça kurtuluş mümkün değildir. Her Müslüman, peşinden gittiği lider veya kaynağa şu soruyu sormalıdır: “Bu bilgi beni niye kurtarmıyor?” Cevabını ise sadece Kur’an’da aramalıdır. Allah’ın hükmünden başka hiçbir ilke ve yasa mümin için bağlayıcı değildir.
Bugün birçok beşeri ideoloji (demokrasi, milliyetçilik, sosyalizm, tasavvuf vs.) birer din gibi insanlara hayat tarzı sunmakta, onları kendi ölçülerine davet etmektedir. Ekonomik, hukuki, sosyal sistemleri ve kutsalları olan bu yapılar, dinin temel tanımına uygundur. Fark, bu kuralları kimin koyduğundadır. Eğer bunları beşer koymuşsa bu şirkten başka bir şey değildir.
O hâlde dinimizi çok dikkatli seçmeliyiz. Ya Allah’ın belirlediği din ya da beşerî sistemler… İkincisi şirktir. Allah’ın hüküm alanına müdahale edilemez. Her kim bunu yapar ya da buna rıza gösterirse Allah’a savaş açmış olur. Bugün insanlar sadece semavi dinleri din sanmakta, beşerî dinlerin farkına bile varmamaktadır. Hâlbuki şirk, sadece heykellere tapmakla değil, Allah’tan başkasını hüküm koyucu kabul etmekle de olur.
Uçağımız düşmüştür. Ve artık kara kutuyu açma vaktidir. Her seferinde “Takdir-i ilahi” deyip hatayı örtmek yerine, yanlışları gösteren kaynağa dönmeliyiz: Kur’an’a. Aksi hâlde ne bu uçak bizim uçağımız olur, ne bu pilot bizim pilotumuz…
İşte bu yüzden her Müslüman, “Ne bu din benim dinimdir, ne de bu peygamber benim peygamberimdir” diyebilmeli ve yeniden Kur’an ile inşa edilen toplumu anlamaya çalışmalıdır. Peygamberimiz, Kur’an’la bir toplum kurdu. Biz ise bilgi ve mantık kırıntılarıyla hareket ederek yirmi üç yüzyıl geçse de aynı sefaleti yaşamaya devam edeceğiz.
Kur’an, tarihin her döneminde azınlıkların nasıl galip geldiğini gösterir: Nuh’un gemisi, Musa’nın geçişi, Ashab-ı Kehf’in sığınışı, Resulullah’ın hicreti… Gerçek galibiyet, Allah katında kazanmaktır. Allah da, “Eğer inanıyorsanız, mutlaka üstünsünüz” buyurmaktadır. Bu üstünlük sayıca değil; sadakat, fedakârlık ve teslimiyetle mümkündür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder