Bu Blogda Ara

6 Mayıs 2025 Salı

Hadis Kuyusu: Gerçekten Rahmet mi, Yoksa Fırtına mı? ♨️

 ♨️ Hadis Kuyusu: Gerçekten Rahmet mi, Yoksa Fırtına mı?

Hadis mecrası, kör bir kuyu gibidir; tıpkı Yusuf’un kuyuya atıldığı gibi. Bekleyin, birileri kovayı salsın ve “Evreka, evreka, işte size bir çocuk buldum!” desin. 

Yoksa, dipsiz kuyuya düşenlerden kaç kişi sağ kalabilir ki? Gerçekten çok az. Çoğu insan, bu dipsiz kuyuda kaybolur, tıpkı asfalt olanlar gibi. Üzerinden neler geçiyor, kim bilir!



UYARI / HATIRLATMA

Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.
Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

Yazımıza devam edelim.


Neyse ki, Rahman’ın sonsuz rahmeti devreye girer ve Yusuf’u bir kova ile kuyudan çıkarır. Su, bazen gerçekten rahmet olabilir. 

Umulur ki, hadis kuyusunda canhıraş çırpınanların da aralarından kurtulanlar olur, ama eğer düşük bir değer karşılığında satılmazlarsa tabii.

Şimdi, bu kuyunun başında kalburcular var. Kova artık onların elinde, kuyudan ne çıkarsa insanlara “Bu rahmettir” diyerek düşük bir bedelle satıyorlar. Ne de olsa kuyu onların. 

Oturmuşlar başına, kuyudan ne çıkarsa artık sizin şansınıza. Şans oyunları gibi, hatta neredeyse şaka gibi!

“Şu su iyi değil, şu su her derde deva, şu su hakkında ihtilaftayız, çözünce gel!” tarzında kuyu işletmeciliği yapıyorlar. 

Hele bir de suya susamış olanlar var ki, kuyudan ne çıkarsa içiyorlar garibanlar. Ne de olsa susamışlar, utanmasa kuyuya atlayacaklar. Atlamayanlar da yok değil. Az susamış olanlar ise daha seçici. Onlar, suyun billur billur, az bulanık görünmesini istiyor, içenlerin içini biraz olsun ferahlatmasını.

Ama unutmayın, aynı kaynaktan besleniyorsunuz. Sunuluş şekli farklı. Biri bardakta, öbürü yalakta. Fark etmiyor ki, su aynı su, kaynak aynı kaynak. Değişen tek şey, pazarlama tekniği.

İslam ümmeti adını taşıyan kalabalık, maalesef 1400 yıldır bu kuyunun başında kalburcuların kendilerine sundukları su görünümlü irinle avutuluyor. Bu gerçekleri dile getirdiğinizde ise bazı uyanıklar “Ama olmaz ki, siz kuyudan çıkan hiçbir şeyi kabul etmiyorsunuz! Bari bir yudum alın, içinde hiç mi temiz su yok?” diyorlar. Oysa mesele, suyun temiz olup olmaması değil. Biz kalburcu muyuz? 

Hangi su temiz, hangisi kirli, bunları mı eleyeceğiz? Bu, 73 haraminin işi. Biz, şu ayet sahih mi, bu ayet mevzu mu diye tartışmıyoruz. Haşa! Biz tüm ayetleri kabul ediyor, ona göre iman ediyoruz.

Peki bu kalburcuların derdi nedir?

Bunlar, ne İsa’dan yanalar ne de Musa’dan. Hem hak’tan yana gözüküyorlar hem de batıldan yana. 

Bir çeşit, “israiloğulları” gibi, soğanı, mercimeği ve hıyarı hakka tercih ediyorlar. Hele bir de yanında bıldırcın eti ve maden suyu olunca iş tamamdır. Tam bir serkeşlik hali, bir sağa bir sola gidip geliyorlar. Bir de toplum mühendisliği yapmak istiyorlar (ya da “kalbur mühendisliği” mi demeliydik?). 

Ellerine almışlar kalburu, eleyip duruyorlar. “Şu essah, şu mevzu; şu essah, şu mevzu.” Kalburun altı uydurma, üstü essah. Kıstasınıza bakar mısınız? Bunu da bize din diye satıyorlar. Kimisi bu iş için rüyaya yatıyor, kimisi çamura batıyor. Yani bizim ipliğimiz bir adamın rüyasında pür-i pak bir dededen alacağı cevaza bağlı. O salık verirse kurtulduk, vermezse yandık!

Kalbur kimin elindeyse, onun borusu ötüyor. Bunu neye göre yaptıklarının detaylarıyla uğraşmayacağım. Uğraşsak ne Ali Cengizler çıkar altından! Kalburla zihniyet arasında düz bir mantık ilişkisi kurmuşlar.

İşin kötüsü şu: Çoğu kalburcunun gözünden kaçan esas mesele de budur. Nedir o esas? Bunlar, ellerinde yazılmış olan hadis kitaplarındaki sözlerin doğruluğuna bakıyorlar. Eğer söz doğruysa, o söz peygambere aittir; değilse değildir. (Doğru-yanlış kıstasları, ne kadar akıllarını çalıştırdıklarıyla doğru orantılıdır.) 

Bunlar, hadis yayınlarında yazan tüm doğruları peygambere izafe ediyorlar. Sakat olan anlayış budur: “Peygamber dedi.” Mesele, sözün doğruluğu veya yanlışlığı değil. Dünyada ne kadar doğru varsa, hepsini peygambere fatura edecekler. Bir filozofun herkes tarafından kabul gören bir sözünü peygamber dedi deseler, hemen yutacaklar. Ah, bunu bir anlasalar ama, zor!

Şimdi doğru bir sözü, Allah’a havale etmekle peygambere havale etmek arasındaki fark nedir? Gerçi bunlar, bu haltı da yediler. Kutsi hadisler adı altında Allah’a da hadis isnat etmediler mi? Aştılar artık. 

Kur’an’ın bir benzerini getirebileceğini iddia edenlerle ne farkları kaldı ki? Allah’a meydan okurcasına, bırakın peygamberi, Allah’a bile söz isnat ettiler. Hala bu sapanlara ve gazaba uğrayacaklara itimat edenler var, onayanıyoruz.

Bir örnekle gidelim, belki daha rahat kavrayacaklar:

“Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık için savaşan bizden değildir. Irkçılık üzerine ölen de bizden (Müslümanlardan) değildir.” (Kırk Hadis’ten)

Evet, bizde de değildir. Böyle bir adamı tanımayız. Çünkü o faşisttir, ırkçıdır, gafildir, zalimdir, psikolojisi bozuk, algı organları çalışmıyor ve bilinçsizdir. Bu adam nasıl benden olsun ki?

Yukarıdaki söz gerçekten doğru bir sözdür. Buna paralel pek çok doğru söz de söylenebilir. Ancak bir sorun var: Bu sözü “peygamber” söylemiş gibi muamele etmek sakattır. O yüzden, anonim gözüyle bakmak en karlısıdır. 

Bu sözü peygamberden önce de niceleri söylemiştir, peygamber de söylemiş olabilir. (Bakın, hep zanla konuşuyorum, çünkü kimse orada değildi. Peygamber o sözü söylerken, aranızda işiten var mıydı?)

Eğer öyle olsaydı, en sağlam diye nitelendirilen bir hadisin bile üç türlü rivayeti olmazdı. Diyanet gibi bir kurum bile bunun farkına varıp eline kalburu aldıysa, farkına varamayanların halineacırız.

Kur’an’a göre yaşamaya başlayan, O’nun buyruklarına göre hareket eden, Kur’an’dan başka kaynağa gözünü dahi çevirmeyen insanlara en kolay çamur atma mantığıdır: 

“Siz hepsini toptan reddediyorsunuz” demek. Evet, öyle. 

Ancak dikkat edin: Biz hepsinin uydurma olduğunu veya uydurmadığını söylemiyoruz. Bizim dinimizin, haramını-helalini, ibadetini-muamelatını, kul ile Allah ilişkisini, insan ve toplum ilişkisini, saygı-sevgi dengesini ve hak-hukuk ilkesini belirleyici yegane ve tek kaynağı Kur’an’dır. Onun haricinde, din adına herhangi bir “kalem-kağıt” ilişkisine dayanan başka bir kaynak yoktur.

Zararsız gibi görünen bu kalburcuların asırlardır yeryüzünü nasıl fitneye boğduğunu görün artık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder