🧲 SALAT 5 (Zikir)
Kur'an'ın Mesani (çok yönlü) anlatım üslubunun, Mufassal (ayrıntılı açıklanan) özelliği, özellikle 57. ve 58. ayetlerde örneklenmiştir. Bu metot, Kur'an'ı derinlemesine öğrenmek isteyenler için oldukça öğreticidir. Kur'an, birçok kavramı birebir aynı cümleler içinde kullanarak, anlamlarını birbirinin yerine koyarak açıklamaktadır. Bu anlatım tarzı, hem kavramların derinlikli bir şekilde anlaşılmasını sağlar hem de tekrarla öğrenmeyi pekiştirir. Şimdi, Türkçeden bir örnek üzerinden bu metodu inceleyelim.
Türkçe örnek:
"Salı günü evinden büyük bir telaşla çıktı, neredeyse AYAKKABILARINI giymeyi unutacaktı."
"Salı günü evinden büyük bir telaşla çıktı, neredeyse PABUÇLARINI giymeyi unutacaktı."
Bu iki cümlede tek fark, "ayakkabı" ve "pabuç" kelimeleridir. Ancak Türkçede bu iki kelime birbirinin yerine kullanılabilen eş anlamlıdır. Türkçe öğrenen bir Arap, bu iki cümleyi okuduğunda, anlamın aynı olduğunu kolayca anlayacaktır. Bu metot, bir kavramın eş anlamlılarını bir arada kullanarak, anlamı pekiştiren bir tekniktir.
Kur'an'da bu metot, özellikle İslam ve Vahiy kavramlarını tanımlayan elliden fazla sıfat-isim tamlamasında kullanılmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
"Sana da Vahyettik."
"Sana da El-Kitabı verdik."
"Sana da El-Kur'an'ı verdik."
"Sana da El-Zikri indirdik."
"Sana da El-Nuru verdik."
"Sana da El-Furkân'ı indirdik."
Bu sıfat-isim tamlamaları, İslam ve Vahiy kavramlarını farklı şekillerde ifade etse de özünde aynı anlamı taşımaktadır.
Din, Millet, Kıble kavramları için de aynı yöntem uygulanmıştır. Aşağıdaki ayetlerde, birbirinin yerine kullanılan bu kavramların aynı manayı taşıdığı görülür:
“Sen onların MİLLETLERİNE (milletehum) tabi olmadıkça, Yahudi ve Hristiyanlar senden kesinlikle razı olmayacaklardır. De ki: ‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın yoludur.’” (Bakara 120)
“Andolsun, kendilerine kitap verilenlere her ayeti getirsen de, yine onlar senin kıblene TABİ OLMAZ; sen de onların KIBLELERİNE (kıbletehum) tabi olacak değilsin.” (Bakara 145)
“Ve sizin DİNİNİZE (dinikum) tabi olanlardan başkasına inanmayın.” (Al-i İmran 73)
Maide Suresi'nin 57. ve 58. ayetlerinde, "Müminlerin dini" ve "Es-Salât" aynı manada kullanılmıştır çünkü her ikisi de İslamı anlatmaktadır. Buradaki incelik, Kitap Ehlinin Vahyi inkar etmeleri ve kendilerinin doğru yolda olduklarını iddia etmeleridir. Onlar ateist ya da deist değillerdi, ancak Muhammed'e indirilen Vahyi reddediyorlardı.
Kur'an'da "Vahyi" anlatan bir dizi ayet vardır. Örneğin:
“Onlar ki, o-VAHYİ hayatlarına hakim kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (Enfâl 3)
“Musa ve kardeşine vahyettik: ‘Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın, evlerinizi dini kimliğiniz yapın ve o vahyi orada öğrenerek uygulayın.’” (Yûnus 87)
“Ve onlar, Rablerinin rızası peşinde direnirler ve o-VAHYİ hayatlarına hakim kılarlar.” (Ra’d 22)
Kur'an'da Zikrullah (Allah’ın Zikri) kavramı da Vahyi anlatan bir terimdir. Kur'an'da Zikrullah terimi, vahyin kendisini ifade eder ve sıklıkla El-Kur'an için de kullanılır.
Örnekler:
“Onlar: ‘Ey kendisine Zikr veren, gerçekten sen mecnunsun,’ dediler.” (Hicr 6)
“Hiç şüphesiz Zikri biz indirdik, onun koruyucuları da gerçekten biziz.” (Hicr 9)
“Sana da Zikr’i indirdik.” (Nahl 44)
Sonuç olarak, Zikrullah, Allah’ın vahyi demektir. Tıpkı Kitabullah, Kelimetullah, Ayetullah gibi terimler de Allah’a ait farklı sıfatları ifade eder. Bu kavramlar, İslamın temel öğelerini ve vahyi anlatmak için sıkça kullanılır.
Bir sonraki bölümde, Cuma Suresi’nin 9. ayetinde, insanların işlerini bırakıp Zikrullah (Allah’ın Vahyi) için koşmalarının gerektiği vurgulanacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder