Bu Blogda Ara

4 Mayıs 2025 Pazar

AĞACA YAKLAŞMA Beytü’l-Atîk’ten Günümüze Kamu Ahlakı 🤚

 🤚AĞACA YAKLAŞMA Beytü’l-Atîk’ten Günümüze Kamu Ahlakı”



UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.
Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz
Yazımıza devam edelim.


BEYT, ŞEHİRLEŞME VE ŞECERE: Kur’an’da Kurumsal Yapının Ontolojik Temelleri

Kur’an, insanlık tarihine yön veren temel kurumsal yapıların sembolik temsillerini sunarken, aynı zamanda bu yapıların sosyo-ahlaki boyutlarına da işaret eder. Bu bağlamda beyt kavramı, sadece fiziksel bir yapıyı değil, aynı zamanda bir güvenlik, paylaşım ve bilinç alanını temsil eder. Şecer (ağaç) ise kolektif varlığın, toplumsal sermayenin ve paylaşıma konu edilen nimetlerin sembolüdür. Bu makalede, Kur’an’daki Âdem kıssası bağlamında “ağaca yaklaşma” yasağı ile beytin inşası ve işlevi arasında kurulabilecek bağlar tartışılacaktır. Ayrıca şehrin doğuşu ve ilk toplumsal kurum olan Beytü’l-Atîk üzerinden “kamu malı”, “paylaşım etiği” ve “şirk” kavramları ele alınacaktır.


---

Giriş: Şehirleşmenin Ontolojik Zeminleri

İnsanın yeryüzündeki serüveni, bireysel varoluşun ötesinde, kolektif bir düzen arayışını da içerir. Bu düzenin ilk kurumsal yansıması Kur’an’da beyt olarak isimlendirilir. Kur’an’a göre beyt, yeryüzünde insanlar için kurulan “ilk mabet”tir (Âl-i İmrân 3/96):

> “Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk beyt, Bekke’deki (Mekke) kutlu ve âlemler için rehberlik edici olandır.”

Bu beyt, sadece ibadet edilen bir mekân değil, aynı zamanda bir sosyo-ekonomik ve ahlaki bilinç merkezidir. Orası “güven” (emînlik) alanıdır (Bakara 2/125). Bu yapı Kur’an’da Beytü’l-Atîk (Kadim Beyt) olarak da anılır (Hac 22/29, 33):

> “…Beytü’l-Atîk’i (Kadim Evi) tavaf etsinler.”

Bu “kadim yapı”, toplumun tarihsel hafızasında kök salmış adalet, emanet ve paylaşım ilkelerinin mekânsal karşılığıdır.

---


Beyt: Güvenli Alan ve Paylaşım Merkezi

Kur’an’da beyt, aynı zamanda dayanışmanın, adaletin ve eşitliğin kurumsallaştığı bir mekândır. Toplumun birlikte üretip biriktirdiği mallar —ganimet, zekât, infak ve sadaka kalemleri— beytul malin nüvesini oluşturur. Bu yapı, hem mülkiyet ilişkilerinin düzenlendiği, hem de ihtiyaç sahiplerinin gözetildiği bir “ahlakî dağıtım sistemi”ni sembolize eder.

---


Şecer: Topluma Ait Ortak Hazineler

Âdem kıssasında geçen şecer (ağaç), genellikle cinsel çağrışımlı bireysel günahlar üzerinden yorumlanmıştır. Oysa Kur’an bağlamında bakıldığında, bu ağaç kolektif olanı, yani toplum için ayrılmış olan mal ve kaynakları temsil etmektedir. Şu ayet dikkat çekicidir:

> “Ey Âdem, sen ve eşin cennette kalın; orada dilediğiniz gibi yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” (Bakara 2/35)

Buradaki yasak, herhangi bir fiziksel ağaca değil, toplumun geleceğini temsil eden ortak değerlerin istismarına yöneliktir. Âdem’in yaklaşmaması gereken bu şecer, kamuya ait olan “beytul mal”in, yani toplumsal hazinelerin kişisel çıkar uğruna gasbı anlamına gelir.

Bu yaklaşım, “ağaca yaklaşınca çıplaklıklarının ortaya çıkması” (A’râf 7/20-22) temsili ile birleşince, toplumun güven yapılarının çökmesiyle birlikte ahlakî bozulmanın başlamasını ifade eder. Kamusal alanın sömürülmesi, toplumsal çıplaklığı ve yozlaşmayı doğurur.

Kur’an, bu bağlamda uyarısını şöyle ifade eder:

> “Şeytan, anne ve babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Onların örtülerini açıp çirkinliklerini kendilerine göstermek istemişti.” (A’râf 7/27)

Bu ayetle, kolektif bilincin kaybı, şeytani vesvese ve dünyevî ihtiraslarla birleştiğinde, hem ahlaki hem de kurumsal yıkımın başlayacağına dikkat çekilir.

---


Şirk, Mülkiyet ve Şecer

Kur’an’da şirk, sadece Tanrı’ya ortak koşmak değil, aynı zamanda yetki, mülkiyet ve sorumluluğu parçalamak anlamına da gelir. Topluma ait olanın bireysel çıkarla iç içe geçirilmesi, Kur’an’a göre bir tür şirktir. Beytü’l-Atîk gibi kurumlar, kamu bilincinin ve tevhid düzeninin yeryüzündeki tezahürleridir. Bu düzenin ihlali, insanın kendini ilahlaştırmasına, yani “şirk” koşmasına giden yoldur.

---


Kur’an’da beyt, yalnızca bir ibadet mekânı değil, güvenlik, adalet ve paylaşım ilkeleriyle şekillenmiş bir toplumsal yapı idealidir. Şecer ise bu yapıya ait ortak kaynakların sembolüdür. Âdem’in kıssasında geçen ağaca yaklaşma yasağı, modern anlamda “kamu malına el uzatmama” ilkesinin temsilî anlatımıdır. Toplumun çöküşü, bu ağaca bireysel hırsla yaklaşılmasıyla başlar. Kur’an bu semboller üzerinden insanlığa, şehri kurarken ahlakı unutmamayı, paylaşımda adaleti gözetmeyi

---


Bizler, Kur’an’la yeniden doğanlarız.
Hiçbir etnik, coğrafi, tarihsel, mezhepsel ya da ideolojik kimliğe bağlı değiliz.
İsmimiz Müslüman’dır (Hac, 78).
İnancımız İslam’dır (Âl-i İmrân, 19).
Yolumuz Tevhid yoludur (En’âm, 161-162).
Kıblemiz, Beyt-i Atîk’tir (Kâbe’dir) (Hac, 29).
İmamımız, Allah’ın Kitabı’dır (Zümer, 23).
Ümmetimiz, tek bir ümmettir (Enbiyâ, 92).

İnancımız, babadan kalma bir inanç değil; hakikate teslim oluşumuzdur (Bakara, 170; Zümer, 17-18).
Biz atalarımızı değil, Allah’ı izleriz (Lokman, 21).
İslâm bir teslimiyettir: Akla, kalbe ve hayata yerleşmiş bir adanıştır (Bakara, 131; En’âm, 162).
Salâtımız, Rabbe yönelmiş bilinçli bir dayanışma ve öğreti ortamıdır (Bakara, 43; Mâûn, 4-7).
Oruç, nefsin terbiyesi; zekât, malın arınmasıdır.
Hac, yeryüzü kardeşliğinin canlı sembolüdür.
Cihad, yalnızca savaşmak değil; zulme, batıla, cehalete karşı bilgiyle, adaletle, dayanışmayla direnmektir (Furkan, 52; Hac, 39).

Biz, ümmet-i vasatız (Bakara, 143). Yani adaletle şahitlik eden, ölçüyü gözeten, aşırılıktan uzak duran denge toplumuyuz.
Birbirimizi yalnızca takva ile üstün görürüz (Hucurât, 13).
Hiçbir zenginlik, soy, cinsiyet ya da aidiyet bizce ölçü değildir.
Bizim nahl’imiz (sözümüz), Rabbin bal arısı gibi: her çiçekten alır ama şifa verir (Nahl, 68-69).
İzzet yalnızca Allah’a, O’nun Resûlü’ne ve müminlere aittir (Münâfikûn, 8).
Biz kimlik değil, şahsiyet sahibiyiz. Kimlik bir etiket, şahsiyet bir iradedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder