KİTABI HALKIN DİLİNE İNDİRİN〽️
KİTABI HALKIN DİLİNE İNDİRİN: DİNİN DİLİ NASIL YABANCILAŞTIRILDI?
I. DİL: ANLAMIN TAPINAĞI
Dilin kaderi, düşüncenin kaderidir. Bir toplumun dilini elinden alırsan, düşünme gücünü de elinden almış olursun.
İşte bu yüzden tarihte her “dini sınıf”, önce dili kutsallaştırdı. Kutsallaştırılan dil, halkın erişemeyeceği bir duvar haline geldi; o dilde konuşanlar “âlim”, o dili bilmeyenler “avam” sayıldı.
Kur’an’ın Arapça oluşu, bir ayrıcalık değil, iletişim aracıdır:
“Biz onu düşünüp anlamanız için Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Yûsuf 12:2)
Yani dil, anlamın taşıyıcısı olmalıydı, hapishanesi değil. Ancak tarih boyunca bu taşıyıcı görev, tam tersine çevrildi: Dil, vahyi duvar örer gibi kapatan bir mekanizmaya dönüştürüldü. Hocaların, fakihlerin, medreselerin dili halktan ayrıldı; artık “anlamak” değil, “ezberlemek” kutsal sayıldı.
II. KELİMELERİN TAHRİFİ: ANLAMIN YAĞMALANIŞI
Kur’an, “kelimelerin yerlerini değiştiren” bir zihniyetten söz eder:
“Onlar kelimeleri yerlerinden saptırırlar.” (Mâide 5:13)
Bugün bu ayet, metinsel değil, anlamsal tahrife işaret etmektedir. Zira kelimeler değişmedi; ama anlamları çalındı. Salât “dua”ya, zekât “para”ya, din “ritüel düzenine”, şirk ise sadece “putlara tapmak”la sınırlandırıldı. Oysa Kur’an’da bu kelimeler, sistemik bir bilinç haritası çizer.
Dili elinde tutan din sınıfı, kelimeleri kendi çıkarına göre yeniden tanımladı. Böylece Allah’ın kelimeleri, insan otoritelerin yorumlarında boğuldu. Ve Kur’an’ın evrensel öğretisi, birkaç mezhebin sınırlandırılmış diyalektiğine hapsedildi.
III. DİNİ TEKELLEŞTİREN “ÂLİMLER”: KUR’AN’IN AYNASINDA
Dini kendi tekellerinde tutanlar hep aynı iddiayı dile getirdiler: “Biz âlimleriz, biz biliriz.” Kur’an, bu zihniyeti çok önceden tanımlamıştı:
“Onlardan bir grup vardır ki, dillerini kitapla eğip bükerler ki, siz onu kitaptan sanasınız. Oysa o, kitaptan değildir.” (Âl-i İmrân 3:78)
“Onlar Allah’ın kitabını az bir bedel karşılığında sattılar.” (Bakara 2:79)
“Onlar bilginlerini ve rahiplerini Allah’tan başka rabler edindiler.” (Tevbe 9:31)
Bu ayetlerde Kur’an, ‘din adamı’ kavramını reddeder. Çünkü din adamı, Allah ile halk arasına giren kişidir. Oysa Kur’an şöyle der:
“Aracı yoktur; hüküm yalnız Allah’ındır.” (Yûsuf 12:40)
Gerçek “âlim”, unvan taşıyan değil, hakikatten titreyendir:
“Allah’tan, kulları içinde ancak âlimler korkar.” (Fâtır 35:28)
Yani ilim, makam değil, bilinçtir; kitap ezberi değil, hakikate saygıdır.
IV. KUR’AN’IN HALKA DÖNÜŞÜ
Kur’an’ın mesajı, özel bir kastın değil, her insanın payına düşen ışıktır.
“Bu, insanlar için bir açıklamadır.” (Âl-i İmrân 3:138)
“Biz onu apaçık bir kitap olarak indirdik.” (Yûsuf 12:1)
“Andolsun ki bu Kur’an’da insanlar için her örneği verdik.” (Zümer 39:27)
Vahiy, halkın içinden konuşur. Fakat bugünün camilerinde Kur’an artık çevrilmeyen bir muska, okunur ama anlaşılmaz bir sembol haline gelmiştir. Hoca konuşur, halk dinler; ama hiç kimse Allah’ın doğrudan hitabını duyamaz.
Oysa Allah, “Ey insanlar!” diye seslenir; “Ey âlimler!” diye değil.
V. SONUÇ: ALLAH’IN KİTABI YIKAR
Her dönemde Allah’ın kitabı, insanın kurduğu ilahî otoriteleri yıkmıştır. Tevrat, kâhinleri sarsmıştı. İncil, ruhban sınıfını. Kur’an ise, “hoca otoritesini” yerle bir etmek için indi.
Çünkü Kur’an, Allah’ı tek otorite olarak tanımlar:
“Hüküm yalnızca Allah’ındır.” (Yûsuf 12:40)
Bugün yapılması gereken, Kur’an’ı yeniden halkın diline indirmektir. Dilin duvarlarını yıkmak, anlamı serbest bırakmaktır. Çünkü anlam serbest kaldığında, insan özgürleşir.
Ve işte o zaman, din yeniden Allah’a döner — hocaların değil, halkın Rabbi’ne.
Yorumlar
Yorum Gönder