Kur’an, insanlık tarihinin dönüm noktalarından biri olan tufan hadisesini anlatırken, yalnızca bir doğal felaketi değil, bir inanç ve aidiyet sınavını da gözler önüne serer. Bu kıssanın en dokunaklı anı, hiç şüphesiz Hz. Nûh’un oğluna yönelik son çığlığıyla çerçevelenen dramatik sahnedir:
> "Nûh, oğlu için seslendi: 'Yavrucuğum, bizimle bin, inkârcılarla birlikte olma!' O ise, 'Ben bir dağa sığınırım, beni sudan korur' dedi. Nûh dedi ki: 'Bugün Allah’ın merhamet ettikleri dışında hiç kimse için koruyucu yoktur.' Aralarına dalga girdi ve o da boğulanlardan oldu."
(Hûd, 11/42–43)
UYARI / HATIRLATMA
Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.
Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.
Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz
Yazımıza devam edelim.
Bu sahne, salt bir baba-oğul diyalogu değil; imanın, aidiyetin, soy bağının ve bireysel sorumluluğun çarpıcı bir imtihanıdır.
Kanın Çağrısı mı, İmanın Aidiyeti mi?
Kur’an, Hz. Nûh’un içtenlikle söylediği şu sözle bu gerilimi daha da artırır.
> "Rabbim! Oğlum benim ailemdendir. Senin vaadin elbette haktır!"(Hûd, 11/45)
Nûh, "aile"yi kan bağıyla tanımlamıştır. Ancak Allah ona şöyle cevap verir:
> "Ey Nûh! O senin ailenden değildir. Çünkü onun ameli salih değildir. O hâlde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme!" (Hûd, 11/46)
Bu cevap, insanlığın en temel kabullerinden birini yerle bir eder: Biyolojik yakınlık, inanç bağı karşısında hiçbir güvence değildir. Aile olmak, aynı evi paylaşmak ya da aynı soydan gelmek değil; aynı hakikate yönelmekle mümkündür. “Ameli salih” burada sadece dışsal eylem değil, bir kimliğin ve yönelişin göstergesidir.
Bir Dağ Gibi Umutlar
Oğul, "bir dağa sığınırım" diyerek fiziksel bir korunak arar. Oysa tufan, yalnızca su değil, bir inkâr tufanıdır. O, “dağ”a güvenmiştir; ama bu dağ, onu hakikatin selinden koruyamaz. Dağ, burada kibri, inancı bireysel güçle ikame etme çabasını simgeler. Oğul, kendi aklına ve imkanına dayanır; ancak kurtuluş, yalnızca teslimiyetle mümkündür.
Bu sahnede dalga, yalnız suyu değil, iki anlayışın arasına girer: İmanla inkâr, teslimiyetle kibir, rahmetle ihmâl arasına…
Boğulan Kim?
Kur’an, oğlun "boğulanlardan" olduğunu söyler. Ancak bu yalnızca fiziksel bir boğulma değildir. Oğul, aslında ilk olarak kendi içindeki kurtuluş ihtimalini boğmuştur. O, babasının çağrısını değil; dağın suskunluğunu dinlemiştir. İnkâr, bazen sözcüklerle değil, yönelişle ve tercih edilen sığınaklarla ifade edilir.
Nûh’un Gözyaşı ve Vahyin Cevabı
Nûh, oğlunun boğulmasıyla yalnız bir evladını değil, "ailesinden biri" olma ihtimalini de yitirir. Bu yönüyle kıssa, peygamberin bile duygularıyla sınandığını, onun da yanılabildiğini ve ancak vahyin ölçüsüyle doğruyu bulabileceğini gösterir.
Bu, Kur’an’daki en trajik sahnelerden biridir çünkü kurtuluşa çağrılan kişi, çağrıyı çok yakından işitir ama yine de inkâr eder. Bu, hidayetin zorla verilemeyeceğini; her bireyin kendi özgür iradesiyle yönünü belirlediğini gösterir.
---
Sonuç: Tufanlar Geçer, Yolcular Kalır
Kur’an’daki bu kıssa, modern zamanlarda da geçerliliğini koruyan bir hakikati anlatır: Aidiyet, imanla kurulur. Kurtuluş, soyda değil; yöneliştedir. Tufan her çağda başka biçimlerde gelebilir; kimi zaman suda, kimi zaman fikirde, kimi zaman gaflette… Ama kurtuluşun gemisi hâlâ açık: “Bizimle bin!”
Ve o son dalga… Belki de her insanın içinde hâlâ çırpınan bir sesi boğar: Bir çağrıya kulak vermemeyi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder