Tek Bir Kelimeye Çağrı 🔎🗣
Tek Bir Kelimeye Çağrı: Kur’an’da Din Üstü Teslimiyet, Nuhî Miras ve İbrahimî Duruş
Kur’an, insanlığı dinî kimliklere değil, tevhid merkezli bir hakikate çağırır. Bu çağrı, tarihsel bir kimlik değil, evrensel bir ilkeyle temellenir: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak ve sadece O’na yönelmek.
Bu çalışmada, Kur’an’ın “tek kelimeye” çağrısı (Âl-i İmrân 3/64), İbrahim’in örnekliği (3/67) ve Nuhî miras (Saffât 37/83) üzerinden incelenerek, modern dünyada dinî kimliklerin neden ayrıştırıcı ve sınır çizici hale geldiği tartışılacaktır.
Makale, Kur’an’ın evrensel hitabının altını çizerken, vahyin tarihsel sürekliliğine dayalı bir tevhid öğretisini savunur.
---
1. Giriş: Kimliklerin Ötesine Geçen Bir Hitap
Kur’an kendini “bütün âlemler için bir öğüt ve uyarı” (Furkân 25/1) olarak tanımlar.
Bu tanım, mesajın evrenselliğini, dil, kavim, coğrafya ve zamanla sınırlı olmadığını ortaya koyar.
Ancak tarih içinde bu mesaj, belirli kişi, kavim ya da mezheplerle özdeşleştirilmiş ve bu aidiyetler kutsallaştırılarak Allah’ın dinî hitabı kimliklere bölünmüştür.
Bugün “din” denilince çoğu zaman bir hakikat değil, bir etiket anlaşılır: Yahudi, Hristiyan, Müslüman; Şii, Sünnî, Katolik, Ortodoks… Oysa Kur’an’ın çağrısı hiçbir grubu öncelemez; doğrudan insana yönelir.
---
2. Tek Kelimeye Çağrı: Dine Değil, Hakikate
Kur’an’da yer alan şu ayet bu yaklaşımı simgeler:
“De ki: Ey kitap ehli! Gelin, sizinle bizim aramızda ortak olan bir kelimeye... Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım...” (Âl-i İmrân 3/64)
Ayette dikkat çekici olan, çağrının Kur’an’a ya da Muhammed’e değil, ortak bir kelimeye, yani tevhidî hakikate yapılmasıdır.
Bu “kelime”, dilsel bir ifade değil, şirkten arınmış zihinsel ve ahlaki bir tutumdur. Kur’an’ın “tek kelime”yle ifade ettiği çağrı, tarihsel bir dinin değil, evrensel bir teslimiyetin adıdır.
---
3. Nuhî Miras: Hakikat Zincirinin Başlangıcı
Kur’an’da İbrahim’in “Nuh’un şiası” olduğu bildirilir:
“Ve şüphesiz İbrahim de onun (Nuh’un) şiasındandı.” (Saffât 37/83)
“Şia” kelimesi burada mezhep anlamında değil, aynı çizgide olan, izleyen, destekleyen anlamındadır. Bu ifade, İbrahim’in, Nuh’un getirdiği tevhid öğretisinin devamcısı olduğunu gösterir.
Dolayısıyla İbrahim’le başlayan değil, Nuh’la başlayan bir hakikat zinciri söz konusudur. Ancak bu zincir tarih boyunca kırılmış, her peygamber ismi etrafında yeni bir alt kimlik inşa edilmiştir.
---
4. İbrahimî Duruş: Kimliksizleşme ve Hanîflik
Kur’an, İbrahim’i öne çıkarırken onun hiçbir dinî alt kimliğe bağlı olmadığını özellikle vurgular:
“İbrahim ne Yahudi idi, ne de Hristiyan. O hanîf (eğrilikten uzak duran), Allah’a teslim olmuş (müslim) biriydi.” (Âl-i İmrân 3/67)
İbrahim’in dini bir kurum değil, bir yöneliştir. “Hanîf” kelimesi, putları, kurumsallaşmış sapmaları, ideolojik çarpıtmaları terk etmiş kişi anlamına gelir. “Müslim” ise burada Kur’an’ın son dönem anlamında değil, Allah’a teslim olmuş anlamındadır. Böylece Kur’an, hakikati temsil edenin etiket değil eylem olduğunu vurgular.
---
5. Nebîler Arasında Ayrım Yapmamak: Hakikatin Sürekliliği
Kur’an, bütün peygamberlerin aynı misyonu taşıdığını bildirir:
“Biz Allah’a ve bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya, İsa’ya ve tüm peygamberlere verilenlere iman ettik. Onlar arasında ayrım yapmayız.” (Bakara 2/136)
Bu ayet, dinlerin farklı farklı değil, aynı çağrının farklı zamanlarda yenilenmiş halleri olduğunu ortaya koyar.
Ayrım yapmak; kimlik üretmek, ötekileştirmek ve Allah’ın ortak mesajını sınırlı hâle getirmek demektir. Kur’an bu nedenle her peygamberi ortak bir tebliğin taşıyıcısı olarak sunar.
---
6. Allah’ın Arzı, İnsanlığın Ortak Alanı: Sınırları İlga Eden Hitap
Allah’ın hitabı yalnızca kutsal kitaplara değil, doğrudan varlığa da yönelir. Şu ayet bu evrensel yönelişi ifade eder:
“Doğu da Allah’ındır, batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.” (Bakara 2/115)
Kur’an, Allah’a yönelmenin kıbleyle, coğrafyayla ya da mekânla özdeşleştirilmesine karşı çıkar. Bugün dinî aidiyetler coğrafî sınırlarla tanımlanır hale gelmiş; Allah’ın arzı, insan eliyle çizilmiş haritalarla bölünmüştür. Oysa tevhid, mekânı değil yönelişi kutsar.
---
7. Şeytanî Telkin: Kimlik Üzerinden Fitne
Kur’an’da şeytanın en büyük taktiği, insanlar arasında kin ve düşmanlık çıkarmaktır:
“Şeytan aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister...” (Mâide 5/91)
Bu düşmanlık çoğu zaman dinî kimlikler, mezhepler, aidiyetler üzerinden yürütülür. Dinler, barış çağrısı olmaktan çıkarılıp savaş söylemine dönüştürülür. Kur’an bu yüzden uyarır:
“Allah’ın ipine hep birlikte sarılın, ayrılığa düşmeyin.” (Âl-i İmrân 3/103)
Ayrılığa düşmek, sadece farklı olmak değil, birbirini dışlamak ve hakkı sadece kendi cemaatiyle sınırlandırmaktır. Bu da şeytanî bir bölücülüktür.
---
Sonuç: Dinler Değil, Hakikat Ortaktır
Kur’an’a göre “din” Allah’a aittir (Âl-i İmrân 3/19) ve bu din, farklı isimler ve şekillerle değil, tevhidî özüyle tanımlanır.
Nuh’tan İbrahim’e, Musa’dan İsa’ya ve Muhammed’e kadar gelen vahiylerin özü aynı kelimedir: Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, aracı edinmeyin, bölünmeyin.
Bugün insanlık Kur’an’ın önerdiği gibi dinî isimler değil, hakikat ilkeleri etrafında birleşmeye davet edilmelidir.
Ne bir şahsın ismi, ne bir coğrafyanın sınırı, ne bir mezhebin yorumu kutsal olan değildir. Kutsal olan, o tek kelimedir:
Tevhid.
UYARI / HATIRLATMA
Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.
Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın.
Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.
Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz
Yorumlar
Yorum Gönder