Bu Blogda Ara

SÜNNET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SÜNNET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Haziran 2025 Pazartesi

Güzel Örneklik olan Nebîler 📖✨




Kur’an Yeterliliği ve Peygamberlik Kurumuna Bakış: "İbrahim ve Beraberindekilerde Güzel Örnek" Tartışması 📖✨

İslam düşünce tarihinde önemli tartışma konularından biri, Kur’an’ın dinin tek ve yeterli kaynağı olup olmadığı, dolayısıyla Son Nebi’nin (selam üzerine olsun ) uygulaması ve uydurulan hadislerin dinin anlaşılmasındaki rolüdür. 

Bu bağlamda, bazı kesimler "Son Peygamber ile  İbrahim ve beraberindekilerde güzel örnekler vardır" ayetlerini, hadislerin dinde delil olma vasfına bir kanıt olarak sunarken, ayetin bağlamından koparıldığını ve Kur’an’ın yeterliliğini gölgelediğini savunan farklı bir bakış açısı da mevcuttur. 

Bu makalede, bu farklı bakış açısını Kur’an’ın kendi beyanları çerçevesinde değerlendireceğiz. 🔍🕌

"İbrahim ve Beraberindekilerde Güzel Örnek": Hadislerin Kanıtı mı? 🤔

Mümtehine Suresi’nin 4. ayeti olan
"İbrahim ve beraberindekilerde sizin için güzel bir örnek vardır" ifadesi, genellikle peygamberlerin ve salih kişilerin hayatlarının müminler için birer rehber niteliği taşıdığını vurgulamak için kullanılır. 

Ancak, bu ayetin hadislerin dinin delili olduğu yönünde bir kanıt olarak sunulması, bazı önemli soruları beraberinde getirir.

Zira, ayette bahsedilen İbrahim ve beraberindekilerin "hadisleri" olarak bilinen ve günümüze ulaşan bir derleme bulunmamaktadır. Eğer ayet, hadislerin dinde delil olma vasfına işaret ediyorsa, o halde İbrahim’in hadisleri neden yoktur?

Bu durum, "güzel örnek" kavramının hadis külliyatıyla sınırlı olmadığını, aksine Kur’an’ın sunduğu peygamber kıssaları ve öğretilerindeki ahlaki ve ilkesel duruşu ifade ettiğini düşündürmektedir. 📜🌟

Kur’an’ın Yeterliliği ve "Rasul Ne Verdiyse Alın" Ayeti 📜⚖️

Haşr Suresi’nin 7. ayetinde geçen

"Rasul size ne verdiyse onu alın, sizi neden men ettiyse ondan da sakının" ifadesi, 

Kur’an’ın yeterliliğini savunanlar için başka bir tartışma konusudur.

Bu ayet genellikle Peygamber’in her sözünün ve fiilinin dinin bir parçası olduğu şeklinde yorumlanır. 

Ancak, bu yorum, ayetin genel bağlamından koparıldığında Kur’an’ın kendi içindeki bütünlüğünü zedeleyebilir.

Ayetin tamamına bakıldığında, "ganimetler" ve "Allah’ın taksimi" gibi konularla ilişkili olduğu görülür. Peygamber’in tebliğ ettiği dinin temel esasları Kur’an’da açıkça ifade edilmişken, bu ayeti 

Kur’an’ın dışında bir "ikinci kaynak" ihtiyacına delil olarak görmek, Kur’an’ın "her şeyi açıklayan" bir kitap olduğu yönündeki ayetlerle çelişebilir (Nahl Suresi, 89. ayet). 📖✔️

Samiri ve Rasul’ün İzi: Bir Uyarı ⚠️🐄

Tarih boyunca, dinin ana sapmalarının genellikle peygamberin izinin yanlış yorumlanması veya asıl amacından saptırılmasıyla meydana geldiği görülmektedir.

Kur’an’da bahsedilen Samiri kıssası (Taha Suresi, 87-97. ayetler) bu duruma çarpıcı bir örnektir.
Samiri, Hz. Musa’nın yokluğunda, O’nun ayak izinden aldığı toprakla buzağı heykeli yapmış ve İsrailoğullarını sapkınlığa sürüklemiştir.
Bu kıssa, peygamberin "izini" takip etme adına, asıl vahiyden (Tevrat’tan) uzaklaşarak kendi yorumlarını ve geleneklerini dinin bir parçası haline getirme tehlikesine karşı bir uyarı niteliğindedir.

Benzer şekilde, Son Peygamber’in vefatından sonra, O’nun sözlerinin ve fiillerinin yorumlanması ve derlenmesi sürecinde, Samiri’nin yaptığı gibi, Kur’an’ın asıl mesajından uzaklaşma riskinin her zaman mevcut olduğu unutulmamalıdır. 🕊️❌

Sonuç: Kur’an’ın Merkeziliği 🕋📚

Kur’an, kendisini "hidayet rehberi," "furkan" (doğruyu yanlıştan ayıran), "her şeyi açıklayan" ve "tamamlanmış din" olarak tanımlar.

Eğer Kur’an bu özelliklere sahipse, dinin anlaşılması ve yaşanması için başka bir kaynağa mutlak bir ihtiyaç duymak, Kur’an’ın bu beyanlarıyla çelişecektir.

Peygamber’in rolü, Kur’an’ı tebliğ etmek, açıklamak ve yaşayarak örnek olmaktır. Ancak bu, O’nun sözlerinin ve fiillerinin, Kur’an’dan bağımsız veya Kur’an’ın üzerinde bir otoriteye sahip olduğu anlamına gelmez.

"İbrahim ve beraberindekilerde güzel örnek" arayışı da, Kur’an’ın sunduğu ilkeler ve ahlaki duruş çerçevesinde değerlendirilmeli, Kur’an’ın yeterliliğini gölgeleyen yorumlardan kaçınılmalıdır.

Zira, dinin ana sapması, Samiri kıssasında olduğu gibi, peygamberin izini takip etme adına asıl vahiyden uzaklaşmakla başlar.

Unutulmamalıdır ki, İslam’ın temel direği ve yegane ana kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. 🕯️🌟


---

22 Haziran 2025 Pazar

Kıyamet Günü Ortaklar ve İddiaları: Gerçek Şirk Nerede Başlar?




Kıyamet Günü Ortaklar ve İddiaları: Gerçek Şirk Nerede Başlar?

Kuran-ı Kerim, kıyamet gününde yaşanacak dehşet verici manzaraları ve insanların sorgulanma süreçlerini net bir şekilde ortaya koyar. Bu sorgulamaların en can alıcı noktalarından biri de, şüphesiz, şirk meselesidir. En'am Suresi'nin 22. ve 23. ayetleri, o gün ortak koşanların nasıl bir durumla karşılaşacaklarını ve ne tür mazeretler ileri süreceklerini çarpıcı bir şekilde tasvir eder:

"O gün onların hepsini toplayacağız. Sonra ortak koşan kimselere 'İddia ettiğiniz ortaklarınız nerede?' diyeceğiz." (En'am-22)

Bu ayet, mahşer gününün o çetin anında, Allah'tan başkasına ibadet eden, O'na ortak koşanların yüz yüze kalacakları büyük sorguyu gözler önüne serer. Onlar, dünyada kendilerine şefaatçi ya da aracı edindikleri "ortaklarını" arayacak, ancak onları bulamayacaklardır. Bu soru, sadece putlara tapanları değil, Allah'ın mutlak birliğine gölge düşürecek herhangi bir düşünce veya eylemde bulunan herkesi kapsayan evrensel bir sorgudur.

Ayette geçen "ortaklar" kavramının yalnızca cansız putlarla sınırlı olduğu düşüncesi, büyük bir yanılgı ve tehlikedir. Zira şirk, sadece bir taşa, ağaca veya heykele tapmakla sınırlı değildir. Şirk, Allah'ın koyduğu hükümlerin ötesinde hükümler koymaya kalkışmak, O'na ait olan yetkileri başkalarına atfetmek veya Allah'tan başka varlıklara, kutsal kişilere ya da metinlere Kur'an'ın önüne geçecek bir otorite atfetmekle de ortaya çıkabilir.

İkinci ayet ise bu durumdaki insanların çaresizliğini ve inkarlarını gözler önüne serer:
"Sonra onların 'Allah'a yemin ederiz ki biz Rabbimize ortak koşanlar değildik.' demekten başka onların bahaneleri olmayacak." (En'am-23)
Bu ifade, şirke bulaşmış olanların dahi kıyamet günü kendilerini nasıl inkar edeceklerini gösterir. Onlar, dünyada yaptıkları şirkin farkında bile olmayabilirler, ya da yaptıkları eylemlerin şirk olduğunu kabul etmeyebilirler. 

Bu durum, özellikle günümüzde Kur'an'a muhalif hadisleri Kur'an'ın önüne koyarak veya Kur'an'la çelişen rivayetlere iman ederek dinde yeni hükümler uyduranlar için ciddi bir uyarı niteliğindedir.

Ne yazık ki, tarih boyunca ve günümüzde birçok insan, Kur'an'ın açık ve net ilkelerine rağmen, çeşitli rivayetleri veya geleneksel yorumları dinin asli kaynağı gibi kabul etmiş ve Kur'an'ın ruhuna aykırı uygulamalara yönelmiştir. Kimi zaman peygamberlere, velilere veya dini önderlere, Allah'ın vasıflarına ortak koşacak derecede ulviyet atfedilmiş, kimi zaman da Kur'an'da olmayan ibadet şekilleri veya hükümler dinin bir parçası gibi algılanmıştır.

Bu durumdaki kişiler, o gün geldiğinde, "Biz Rabbimize ortak koşanlar değildik" diye yemin etmekle yetineceklerdir. Çünkü onlar, kendilerini samimi birer mümin olarak görmüş, belki de iyi niyetle hareket etmişlerdir. Ancak Allah katında şirk, niyetten bağımsız olarak, O'nun mutlak birliğine ve Kur'an'ın eksiksizliğine gölge düşüren her türlü eylem ve inancı kapsar.

Dolayısıyla, bu ayetler bize çok önemli bir ders vermektedir: Gerçek şirk, sadece putperestlikle sınırlı değildir. Allah'ın kelamına, yani Kur'an'a tam olarak teslim olmadan, başka kaynakları Kur'an'ın önüne koyarak veya Kur'an'a aykırı rivayetlere dayanarak dini anlamaya çalışmak, farkında olmadan şirke düşme riski taşır.

Kıyamet günü "ortak koşanlardan değildik" bahanesi, o günün çetin sorgusunda kimseye bir fayda sağlamayacaktır. Asıl olan, dünya hayatında iken Kur'an'a sıkı sıkıya sarılmak, onun ışığında doğru yolu bulmak ve Allah'ın birliğini tam anlamıyla kavramaktır.

UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. 

Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

19 Haziran 2025 Perşembe

Kur’an’dan Dersler Çıkarmak -1 💫


Vahiyden Hayata Yolculuk

Kur’an, yalnızca geçmişte inmiş bir kitap değil; her çağın insanına seslenen, diriltici bir hitaptır. Onun amacı, hayatı sadece düzenlemek değil, insanı dönüştürmek ve yeryüzünde adaletin, merhametin ve bilincin taşıyıcısı kılmaktır. Kuran’dan ders çıkarmak; yüzeydeki lafzı okumak değil, o lafzın ardındaki anlam evrenine nüfuz ederek kendi iç dünyamızı, toplumsal gerçekliği ve evrensel ilkeleri yeniden görmek demektir.




1. Kur’an, Bir Hikmet Kitabıdır

Kur’an, yalnızca hukukî emirlerle sınırlı bir metin değildir. O, *“kitâbun hakîm”*dir; yani her ayeti yerli yerinde ve derin anlamlıdır (Yâsîn 36:2). Bu yüzden Kur’an’dan ders çıkarmak, onu kuru bir bilgi kaynağı değil, yaşam rehberi olarak okumayı gerektirir. Ayetler, hikâyelerle, kıssalarla, temsillerle ve evrensel ilkelerle insana kendi hâlini fark ettirir.

2. Kur’an’da Anlatılan Her Kıssa, İnsanlık Durumlarını Gösterir

Kur’an’daki kıssalar, sadece tarihten bir kesit sunmaz; insanın içsel mücadelesini, zaaflarını, yükselişini ve çöküşünü temsil eder. Âdem kıssası, insanın sınavla karşılaşmasını; Firavun kıssası, güç ve kibir sapmasını; Meryem ve İbrahim örnekleri ise teslimiyetin ve hakikate adanmışlığın simgesidir. Her bir kıssa, bugünümüzle yüzleşmemizi sağlar.

3. Kur’an, Zihin Açan Bir Derstir

Kur’an, insanı düşünmeye, akletmeye, sorgulamaya davet eder. Onun sıkça kullandığı hitap “teakkalûn, yetezekkerûn, yefkahûn” yani aklını kullananlar, hatırlayanlar, anlayanlar şeklindedir. Bu da Kur’an’dan ders çıkarmanın pasif bir kabullenme değil, aktif bir düşünsel çaba olduğunu gösterir. Kur’an, ezberlenmekten önce anlaşılmak; sesli okunmaktan önce içselleştirilmek ister.

4. Kur’an’ın Amacı Değişimdir

Kur’an’ın hedefi salt inanç bildirimleri değil, insanın davranışlarında ve toplumun yapısında köklü bir dönüşümdür. Tevhid, sadece Tanrı’nın birliğini onaylamak değil; hayatın her alanında tek otoriteyi ilahi rehberlikte tanımaktır. Şirkten sakınmak, yalnızca puta tapmamak değil; güç, gelenek, otorite, para gibi şeyleri mutlaklaştırmaktan vazgeçmektir.

5. Kur’an’dan Ders Almak, Sorumluluk Almaktır

Kur’an’ı anlayan, sadece bilgiyle donanmış olmaz; aynı zamanda sorumlulukla yükümlü hale gelir. Çünkü “Bu, kendilerine kitap verilenlerin yükümlülüğünü artırır.” (el-Müddessir 74:31). Okuyan her birey, artık gördüğünü gizleyemez, duyduğunu unutamaz, bildiğini inkâr edemez. Kur’an’dan ders alan, hayatına şahitlik yüklenmiş demektir.


---

Sonuç:

Kuran’dan ders çıkarmak, yüzeysel bir okuma değil; derinlemesine bir yüzleşme sürecidir. Bu dersler bazen kalbi yumuşatır, bazen sertçe sarsar ama daima hakikati gösterir. Çünkü Kur’an bir hitaptır: Yani çağırır, uyarır, hatırlatır. O halde onu okuyalım, anlayalım ve hayatımıza rehber kıralım. Zira en büyük kayıp, hakikatin elimize ulaştığı halde ondan nasiplenmemektir.

UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. 

Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

Kur’an’dan Dersler Çıkarmak -2 💫


🔹 1. Tevhid: Hayatın Merkezine Vahyi Koymak

Kur’an’da tevhid, sadece inançla ilgili bir ilke değil; yaşamın tüm boyutlarında tek kaynağa yönelmek, parçalanmış otoriteleri reddetmektir. Modern şirk biçimleriyle yüzleşme.




🔹 2. Şirk: Bölünmüş Bilinç, Çok Başlı Yaşam

 Kur’an’a göre şirk, yalnızca putperestlik değil; aklı, iradeyi ve toplumsal düzeni çok merkeze bağlama halidir. Bugünün seküler tapınakları ve şirk kültürleri.


🔹 3. Adalet: İlahi Dengenin Yeryüzündeki Temsili

Kur’an’da adalet (el-ʿadl) sadece hukuki bir kavram değil; varoluşun özü ve toplumsal barışın teminatıdır. Adaletin bireysel, sosyal ve epistemolojik boyutları.


🔹 4. Zikir: Bilinci Canlı Tutmanın Yolu

Kur’an’da zikir, tekrar edilen sözlerden çok, hakikati unutmamaktır. Zikir, bireyin varlıkla kurduğu anlamlı bağın adıdır. Vahiy-zihin-hayat ilişkisinde zikir.

🔹 5. Kıssa: Zamanlar Üstü İbret Dersleri

Kur’an kıssaları, geçmişin anlatımı değil, bugünün aynasıdır. Âdem, Musa, İbrahim, Firavun ve diğer figürler üzerinden içsel mücadele, toplum yapısı ve tarih bilinci.


🔹 6. Aklı Kullanmak: Kur’an’da Düşünce Sorumluluğu

“Hiç düşünmez misiniz?” (a-fe-lâ taʿqilûn). Kur’an’ın en çok tekrar ettiği öğüt, aklı kullanma çağrısıdır.
 Akletmenin önündeki engeller ve özgür düşüncenin inşası.


🔹 7. Nefs ve Arınma: Kur’an’ın Ruhsal Psikolojisi

 Nefs, insanın içsel cephesi. Onu terbiye etmek, vahyin en temel hedefidir. Kur’an’a göre kurtuluş, içsel denge ve arınma ile mümkündür (şems 9–10).


🔹 8. Sorumluluk ve Şahitlik: Kur’an’a Kulak Verenin Görevi

Kur’an’dan ders alanın, ona şahidlik etmesi gerekir. Şahid olmak, hakikate taraf olmak, bâtıla karşı durmak ve dili, kalbi ve eylemiyle adaletin sesi olmaktır.

"İŞİTTİK VE İTAAT ETTİK" YA RABBİ

---

UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. 

Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

11 Haziran 2025 Çarşamba

Allah’ın Açıklamadıklarından Din Üretmek: Sınırı Aşmak”


UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. 

Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

Kur’an’da Ders ve İbret: Düşünen Kalplere Mesaj

UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. 

Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

3 Mayıs 2025 Cumartesi

Samiri ve "Rasul İzi" 👣

 


👣 Samiri ve  "Rasul İzi" 

Samiri ve Günümüzde "Rasul İzi" Üzerinden Yapılan Saptırmalar


Kur'an'da Samiri, İsrailoğulları'nın Hz. Musa'ya karşı isyan etmesine ve doğru yoldan sapmalarına sebep olan bir figür olarak karşımıza çıkar. Samiri, halkın imanını bozan, onları yanlış bir yola sürükleyen ve bu süreçte bir tür sembolik "rasul izi" oluşturmuş bir kişidir. Peki, Samiri'nin yaptığı bu yanlışlık ve sapkınlık, günümüzde de benzer şekilde "rasul izi" üzerinden nasıl devam etmektedir?



Samiri'nin Saptırma Yöntemi


Samiri'nin yaptığı ilk saptırma, halkın Hz. Musa'dan ayrılıp bir tür heykel veya put inancına kaymasına sebep olmasıdır. Samiri, halkı doğru yoldan saptırırken, görünür bir "rasul izi" bırakmıştı. Hz. Musa'ya ait bir iz olduğunu iddia ettiği toprak parçası veya nesneye, halkı inandırmak ve onları doğru yoldan saptırmak amacıyla başvurmuştu. Bu, samiri’nin manevi bir iz bırakması değil, tersine halkı kendi sahte yoluna çekmek için kullandığı bir aldatmacaydı. Samiri'nin yaptığı saptırma, zayıf ve cahil kalpleri etkileme ve onlara yanlış bir iz bırakma çabasıydı. O, sahte bir iz yaratarak insanları aldatmaya çalıştı.


Günümüzde Samiri'nin İzleri


Bugün, Samiri’nin yarattığı sahte "rasul izi" örneği çok daha karmaşık ve sofistike bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Özellikle dini öğretiler ve ritüeller üzerinden yapılan manipülasyonlar, insanları doğru yoldan saptıran modern bir Samiri anlayışını yansıtmaktadır. Bu tür manipülasyonlar, özellikle sosyal medya, popüler kültür ve bazı dini liderlerin açıklamaları aracılığıyla yayılmaktadır.


Samiri’nin halkı aldattığı gibi, günümüzde de benzer şekilde bazı kişiler, halkı yanıltmak için sahte "rasul izi" bırakmaya çalışmaktadır. Bu, dinin özünden sapma, batıl inançlara dayanma ve yanlış bir dini anlayışın halk arasında yayılması şeklinde gerçekleşir. Modern Samiriler, insanlara "doğru yol" olarak sundukları sapkın öğretileri, bazen geçmişte yaşanmış bir olayla veya kutsal kabul edilen bir figürle ilişkilendirerek, kendi amaçlarına hizmet eden bir "rasul izi" yaratmaktadırlar.


Sünnet ve Hadislerin Yanlış Yorumlanması


Bunun en belirgin örneklerinden biri, sünnet ve hadislerin yanlış yorumlanarak halk arasında yayılmasında görülmektedir. Samiri, halkına doğru yolu göstermek yerine, onlara bir tür "put" ya da sembol sunmuştu. Günümüzde de benzer bir süreç yaşanmakta, bazı kişiler, Hz. Peygamber'in söz ve davranışlarını, gerçek anlamlarından saparak, kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde yorumlamakta ve bu yanlış yorumlarla halkı yönlendirmektedir.


Hadislerin ve sünnetin doğru anlaşılmaması, bazı dini figürlerin yanlış bilgi ve öğretileri halk arasında yayılarak, onları Kur'an'ın özünden sapmalarına sebep olabilmektedir. İşte bu noktada, "rasul izi" olarak sunulan yanlış bilgiler, toplumsal anlamda büyük bir sapmaya neden olabilmektedir. Böylece, halk doğru yolu kaybedebilir ve dini anlayışları saptırılmış olur.


İman ve İnançta Kirli İzler


Bir başka önemli nokta, Samiri'nin halkı saptırırken kullandığı enstrümanlardır. Samiri, halka güvendiği ve onlara inandırdığı bir "iz" sunarak onları kötü yola sürükledi. Günümüzde de benzer şekilde, iman ve inançta insanların zihninde yanlış izler bırakılmakta, doğru dinî bilgi ve anlayış bulanıklaştırılmaktadır. Bu izler bazen kültürel bir pratik, bazen de yanlış öğretiler aracılığıyla kendini gösterir.


Günümüz Samirileri, dini inançların özünden sapmalarını, bazen dinin kutsal öğretileri gibi sunmakta; bazen de eski veya geleneksel olan uygulamaları, daha çağdaş ve popüler yorumlarla insanlara sunmaktadır. Bu tür sapmalar, zamanla halk arasında yerleşik hale gelmekte, toplumsal bir algı yaratılmaktadır. İşte burada da Samiri’nin "rasul izi" benzeri yanlış izler, insanları doğru yoldan saptırmak için kullanılan yöntemler haline gelmektedir.


Sonuç: Gerçek "Rasul İzi" ve Doğru Yön


Sonuç olarak, Samiri’nin halkı saptırırken oluşturduğu sahte "rasul izi", günümüzde de benzer şekilde varlığını sürdürmektedir. Bugün de doğru yolu kaybeden insanlar, kendilerine birer "rasul izi" olarak yanlış izler bırakmakta, dini anlayışlarını sapkın yollara kaydırmaktadırlar. Ancak, asıl "rasul izi", Hz. Muhammed'in (sav) takip ettiği Kur’an’a dayalı öğretilerle ve onun hayatına dair doğru anlayışla ortaya çıkar. Bu da yalnızca doğru bilgi ve sadakatle mümkündür.

21 Haziran 2012 Perşembe

Ehli sünnet UYDURMASI nedir ? 🔏

 🔏 Ehli sünnet UYDURMASI nedir ?


  Bildiğiniz gibi memleket, hatta dünya, ehli sünnetten geçilmiyor. Sayıları çok olunca da, yaptıkları hatalar bile İslam’a fatura ediliyor. Ehli sünnet, Kuran Müslümanlarının sürekli haklı çıkmasını hazmedemediği için yalanlama, iftira, hakaret gibi yöntemlere başvurmuş ve onları sapkınlıkla itham etmiştir. Hatta artık Cuma vaazlarında bile hocaların Kuran Müslümanlarından şikayetçi olduğunu görmekteyiz. Geçen gün Cuma vaazında hoca diyor ki: “Şimdi Kuran Müslüman’ı diye yeni bir şey çıktı. Arkadaşlar bunlara ödün vermeyelim, ehli sünnetiz biz…” Hocamıza göre Kuran Müslüman’ı kavramı yeni çıkmış. Şimdi bakalım bu kavram yeni mi çıkmış, yoksa Hz. Muhammed bile Kuran Müslüman’ı mıymış?

 Ahkaf Suresi-9. De ki: “Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahyedilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. “

Enam Suresi-50. Onlara şunu söyle: “Ben size Allah`ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vahyedilene uyarım ben!” Sor onlara: “Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?”

A’raf Suresi-203. Onlara bir ayet getirmediğinde, “onu da şurdan burdan derleseydin ya, ” diye konuşurlar. De ki: “Ben sadece Rabbimden bana vahyedilene uyuyorum. Bu, Rabbinizden gelen gönül gözleridir, doğruya kılavuzdur, iman eden bir toplum için rahmettir. “

Yukarıdaki ayetlere baktığımızda Hz. Muhammed’in de yalnızca ve yalnızca Kuran-ı Kerim’e uyduğunu, yani Kuran Müslüman’ı olduğunu görüyoruz. Peki o halde Peygamber’in yolundan asıl gidenler Kuran Müslümanları ise, neden horlanıyor, sürekli eleştiriliyor ve ehli sünnet tarafından neden sürekli hakarete uğruyoruz? Ehli sünnet tarafından Kuran Müslümanlarına sürekli ağır eleştiriler gelmektedir. Bunlardan en önemlisi Hz. Muhammed’e oldukça saygısız davrandığımız eleştirisidir. İşin doğrusu bu bir iftiradır. Çünkü Kuran Müslümanlarının sadece Peygambere değil, sokaktaki bir vatandaşa bile saygısız davranmak gibi bir hakkı ve misyonu yoktur. Ayrıca biz PEYGAMBERLERİ AYIRARAK bölücülük yapmayız, sadece Hz. Muhammed’i sevip, en üstün Peygamber olarak onu görüp, baş köşeye sadece onu oturtmayız. Peygamberlerimizin hiçbirini birbirinden ayırmamayı seçeriz (Bakara Suresi Son iki ayete bakınız ), hepsini çok severiz ve hepsinin baş köşeye oturtmaya layık görürüz.

Bakara Suresi-136. Söyle deyin: “Allah`a, bize indirilene, İbrahim`e, İsmail`e, İshak`a, Yakub`a, onun torunlarina indirilene, Mûsa`ya ve İsa`ya verilene ve diger nebilere verilene inandık. Bunlar arasından hiç kimseyi ayırmayız. Biz yalnız Allah`a teslim olanlarız. “

Allah bize Peygamberleri ayırmamamız gerektiğini işte böyle öğütlemektedir. Eğer böyle davranılmamışsa, bir Peygamber belirleyip, o en üstün Peygamber gibi görülmüşse, bir sonraki ayette Allah onlar için gerekli sözü söylemektedir:

Bakara Suresi-137. Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa, hiç kuskusuz, iyiyi ve güzeli bulmuş olurlar; eğer sırt dönerlerse artik onlar parçalanmış olurlar. Onlara karşı sana Allah yeter. En iyi işiten, en güzel bilendir O.

Allah, “Peygamber olmaydı alemleri yaratmazdım, ” demiş. (haşa) Peki nerde demiş bunu? Kuran’da böyle bir söz yoktur. Eğer Kuran’da dememişse olay bitmiştir. Yani o söz Peygamberi putlaştırmak isteyenlerce ortaya atılmış batıl bir sözdür. Onun yerine Allah Kuran’da şunları söylemiştir:

Bakara Suresi-29. O Allah`tır ki, yeryüzündekilerin tümünü sizin için yarattı.

Mümin Suresi-64. Allah odur ki, yeryüzünü sizin için durulacak yer, göğü bir bina yaptı; sizi yaratıp donattı ve görünüşünüzü güzel yaptı, sizi temiz ve güzel nimetlerle rızıklandırdı. İşte bu Allah`tır sizin Rabbiniz! Âlemlerin Rabbi olan Allah ne kadar yücedir!

Mümin Suresi-67. O, O`dur ki; sizi önce topraktan, sonra bir spermden, sonra bir embriyodan yarattı. Sonra sizi bebek olarak annelerinizin karnından çıkarıyor, sonra güçlü çağınıza ulaşasınız ve nihayet ihtiyarlar olasınız diye sizi yaşatıyor. İçinizden bir kısmı daha önce vefat ettiriliyor. Tüm bunlar, belirlenen bir süreye ulaşasınız ve aklınızı işletesiniz diyedir.

Yukarıdaki ayetleri açıklamaya bile gerek yok. Demek ki Allah’ın bütün bunları yaratmasının Peygamberle alakası yokmuş. Bizim içinmiş her şey.

Ehli sünnetteki yobazlar genelde böyledir. Hz. Muhammed’i öv, göklere çıkart, alkışlarlar, fakat yine Peygamberin savunduğu kitaptan bir iki ayetle gerçekleri söyle, suratına tükürür ve karşı taarruza geçerler. Kadınlar da Cumaya gitsin dersin, olay çıkar, türbanlı kardeşler çıkıp, “Cuma namazı erkeklere farzdır, ” diye tuttururlar da tuttururlar. Buna mukabil, bayram namazı yok dersin, saniyesinde fasık ilan edilirsin. “Kuran’da bayram yok ki, namazı olsun!” dersin, “Şeytan bizim düşmanımızdır, var olan sabah namazını size kıldırmıyor, ama olmayan bayramın olmayan namazını kılıyorsunuz. ” dersin, yine de inandıramazsın, aforoz olursun.

Sevgili ehli sünnet, sinirlerinize hakim olun, siz neyi savunuyorsunuz da, birisi size Kuran’dan iki ayet söyleyince hücuma kalkıyorsunuz? Kuran’a karşı, Allah’a karşı hücuma kalkmayın, bozguna uğrarsınız.

Ehli sünnet kardeşler, vakit geç olmadan kendilerini düzeltebilirlerse kendileri için iyi olacaktır. Mezhepçiliğin, hadisçiliğin, gelenekçiliğin, Hz. Muhammed’in yoluyla zerre alakası olmadığını görebilirlerse belki düzelip kendilerini kurtarabilirler. Ama eğer böyle devam ederlerse, yani, bir yazısında Hz. Muhammed yerine Muhammed yazdı diye yazıyı yazana hakaret ederlerse ve yazının içeriği hakkında hiç konuşmazlarsa, her önlerine koyulanı sorgulamadan kabul etmeye devam ederlerse, dini hayatlarına birinci plana koyduklarını zannedip dinle tamamen alakasız yaşarlarsa, kim olursa olsun eğer tartıştıkları insana haklı olduklarını ispatlayacak bir kanıtları olmazsa, hakkında bilgilerinin olmadığı şeylerin peşinden gitmeyi sürdürürlerse, bilmeliler ki, uğraşacakları son insanlar Kuran Müslümanları olmalıdır.

 Çünkü Kuran, Müslümanları her şeye ayetlerle karşılık verebilecekleri için, asla köşeye sıkışamayacakları gibi, bir de üstüne üstlük karşılarındakilerin inançlarını da sarsarlar.

18 Haziran 2012 Pazartesi

KURANA HADİS VE SÜNNET 🗞

🗞 KURANA HADİS VE SÜNNET


Kur’an ve sünnet arasındaki ilişki, İslam düşüncesinde tarih boyunca çeşitli boyutlarıyla ele alınmıştır. Ancak modern dönemde bu ilişki, özellikle epistemolojik bağlamda yeniden değerlendirilmek zorunda kalınmıştır. Geleneksel anlayış, sünneti Kur’an’la eş değer bir referans olarak konumlandırırken; çağdaş eleştiriler, dinin asli kaynağı olan Kur’an’ın merkeze alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu çalışma, Kur’an’ın temel belirleyici olduğu bir yaklaşımla sünnet ve hadis kavramlarının sınırlarını tayin etmeyi amaçlamaktadır.

1. Kur’an’ın Merkezî Konumu ve Sünnetin Bağlamı

İslam inanç sisteminin temel kaynağı, hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde Allah tarafından korunmuş olan Kur’an’dır (Hicr 15/9). Bu bağlamda, herhangi bir dini hüküm ya da inanç ilkesi, öncelikle Kur’an’ın açık ve muhkem beyanlarıyla temellendirilmelidir. Sünnet, bu asli kaynağa bağlı olarak, Hz. Peygamber’in vahyi yaşantıya dönüştürme sürecinde sergilediği uygulamaları ifade eder. Ancak burada önemli bir ayrım gözetilmelidir: Sünnet, vahiy doğrultusunda gerçekleşmiş ve toplumsal pratiğe dönüşmüş uygulamalardır. Bireysel tercihler, örfî davranışlar veya dönemin şartlarına dayalı uygulamalar bu tanımın dışında kalmaktadır.

2. Sünnetin Niteliği ve Bağlayıcılığı

Hz. Peygamber’in risalet görevi bağlamında gerçekleştirdiği fiiller, dinî açıdan elbette önemli bir örneklik arz etmektedir. Ancak bu örneklik, bağlayıcılık bakımından Kur’an’ın belirleyiciliğine tâbidir. Sahabe döneminde de bu ayrım açık biçimde görülmektedir. Sahabeler, zaman zaman Peygamberimize herhangi bir uygulamanın vahiy kaynaklı olup olmadığını sormuşlar; o da bu soruları doğal karşılamıştır. Bu durum, sünnetin dinî bağlayıcılığının, onun vahiy ile ilişkisine bağlı olarak şekillendiğini göstermektedir.

3. Hadislerin Değerlendirilmesi: Zan ve Kesinlik Ayrımı

Hadis, Hz. Peygamber’e atfedilen sözlü rivayetlerden oluşur. Ancak bu rivayetler, çoğu zaman tek bir kişi üzerinden nakledilmiş, anlamla aktarılmış ve bağlamsal tahrifata açık bilgiler içermektedir. Kur’an’ın “zanna dayalı bilgi”ye karşı uyarıları göz önünde bulundurulduğunda (Yûnus 10/36), hadislerin inanç esaslarını belirlemede referans alınamayacağı anlaşılır. Bu nedenle hadisler, “Peygamber’in sözleri” değil, “Peygamber’e atfedilen sözler” şeklinde değerlendirilmelidir.

4. Kur’an’ın Evrenselliği ve Peygamberin Tarihselliği

Kur’an, tarihsel bağlamda inmiş olsa da mesajı itibariyle evrenseldir. Buna karşın Hz. Peygamber’in uygulamaları, yaşadığı toplumun sosyo-kültürel gerçeklikleriyle iç içedir. Bu bağlamda, Kur’an’ın mesajı zamandan ve mekândan bağımsız olarak geçerliliğini korurken; sünnet, tarihsel ve bağlamsal olarak değerlendirilmelidir. Kur’an’ın sünnetten üstün konumda olması, onun evrensel nitelik taşımasından kaynaklanır.

5. Sünnetin Reddi Değil, Doğru Konumlandırılması

Bu yaklaşım, sünneti veya hadisleri toptan reddetmeyi değil; onların bağlamını, mahiyetini ve sınırlarını doğru belirlemeyi amaçlamaktadır. Nitekim Kur’an’da doğrudan hüküm bulunmayan meselelerde, Hz. Peygamber’in uygulamaları, sahabe örnekliği ve fıkhî birikim yol gösterici olabilir. Ancak bu yaklaşımda esas kriter Kur’an’dır. Kur’an’a aykırı hiçbir rivayet ya da uygulama, dinin bir parçası olarak kabul edilemez.

Sonuç

Hz. Muhammed’e duyulan saygı, onu Allah’ın belirlediği sınırlar içerisinde anlamakla mümkündür. Ona gereğinden fazla yetki atfetmek, bilinçsizce yüceltmek ve beşerî olanı ilahîleştirmek, dinin özüne zarar vermektedir. Kur’an, insanlığa yeterli olacak biçimde açıklanmış, korunmuş ve kolaylaştırılmış bir kitaptır. Dolayısıyla dinî referansların güvenilirliği de bu temel üzerine bina edilmelidir.

Bu çerçevede, dinî bilgi üretiminde temel kıstas Kur’an olmalı; sünnet ve hadis ise bu merkeze göre anlamlandırılmalıdır. Gerçek tevhid bilinci, ancak bu epistemolojik hassasiyetle inşa edilebilir.