Bu Blogda Ara

ayet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ayet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Haziran 2025 Pazartesi

Güzel Örneklik olan Nebîler 📖✨




Kur’an Yeterliliği ve Peygamberlik Kurumuna Bakış: "İbrahim ve Beraberindekilerde Güzel Örnek" Tartışması 📖✨

İslam düşünce tarihinde önemli tartışma konularından biri, Kur’an’ın dinin tek ve yeterli kaynağı olup olmadığı, dolayısıyla Son Nebi’nin (selam üzerine olsun ) uygulaması ve uydurulan hadislerin dinin anlaşılmasındaki rolüdür. 

Bu bağlamda, bazı kesimler "Son Peygamber ile  İbrahim ve beraberindekilerde güzel örnekler vardır" ayetlerini, hadislerin dinde delil olma vasfına bir kanıt olarak sunarken, ayetin bağlamından koparıldığını ve Kur’an’ın yeterliliğini gölgelediğini savunan farklı bir bakış açısı da mevcuttur. 

Bu makalede, bu farklı bakış açısını Kur’an’ın kendi beyanları çerçevesinde değerlendireceğiz. 🔍🕌

"İbrahim ve Beraberindekilerde Güzel Örnek": Hadislerin Kanıtı mı? 🤔

Mümtehine Suresi’nin 4. ayeti olan
"İbrahim ve beraberindekilerde sizin için güzel bir örnek vardır" ifadesi, genellikle peygamberlerin ve salih kişilerin hayatlarının müminler için birer rehber niteliği taşıdığını vurgulamak için kullanılır. 

Ancak, bu ayetin hadislerin dinin delili olduğu yönünde bir kanıt olarak sunulması, bazı önemli soruları beraberinde getirir.

Zira, ayette bahsedilen İbrahim ve beraberindekilerin "hadisleri" olarak bilinen ve günümüze ulaşan bir derleme bulunmamaktadır. Eğer ayet, hadislerin dinde delil olma vasfına işaret ediyorsa, o halde İbrahim’in hadisleri neden yoktur?

Bu durum, "güzel örnek" kavramının hadis külliyatıyla sınırlı olmadığını, aksine Kur’an’ın sunduğu peygamber kıssaları ve öğretilerindeki ahlaki ve ilkesel duruşu ifade ettiğini düşündürmektedir. 📜🌟

Kur’an’ın Yeterliliği ve "Rasul Ne Verdiyse Alın" Ayeti 📜⚖️

Haşr Suresi’nin 7. ayetinde geçen

"Rasul size ne verdiyse onu alın, sizi neden men ettiyse ondan da sakının" ifadesi, 

Kur’an’ın yeterliliğini savunanlar için başka bir tartışma konusudur.

Bu ayet genellikle Peygamber’in her sözünün ve fiilinin dinin bir parçası olduğu şeklinde yorumlanır. 

Ancak, bu yorum, ayetin genel bağlamından koparıldığında Kur’an’ın kendi içindeki bütünlüğünü zedeleyebilir.

Ayetin tamamına bakıldığında, "ganimetler" ve "Allah’ın taksimi" gibi konularla ilişkili olduğu görülür. Peygamber’in tebliğ ettiği dinin temel esasları Kur’an’da açıkça ifade edilmişken, bu ayeti 

Kur’an’ın dışında bir "ikinci kaynak" ihtiyacına delil olarak görmek, Kur’an’ın "her şeyi açıklayan" bir kitap olduğu yönündeki ayetlerle çelişebilir (Nahl Suresi, 89. ayet). 📖✔️

Samiri ve Rasul’ün İzi: Bir Uyarı ⚠️🐄

Tarih boyunca, dinin ana sapmalarının genellikle peygamberin izinin yanlış yorumlanması veya asıl amacından saptırılmasıyla meydana geldiği görülmektedir.

Kur’an’da bahsedilen Samiri kıssası (Taha Suresi, 87-97. ayetler) bu duruma çarpıcı bir örnektir.
Samiri, Hz. Musa’nın yokluğunda, O’nun ayak izinden aldığı toprakla buzağı heykeli yapmış ve İsrailoğullarını sapkınlığa sürüklemiştir.
Bu kıssa, peygamberin "izini" takip etme adına, asıl vahiyden (Tevrat’tan) uzaklaşarak kendi yorumlarını ve geleneklerini dinin bir parçası haline getirme tehlikesine karşı bir uyarı niteliğindedir.

Benzer şekilde, Son Peygamber’in vefatından sonra, O’nun sözlerinin ve fiillerinin yorumlanması ve derlenmesi sürecinde, Samiri’nin yaptığı gibi, Kur’an’ın asıl mesajından uzaklaşma riskinin her zaman mevcut olduğu unutulmamalıdır. 🕊️❌

Sonuç: Kur’an’ın Merkeziliği 🕋📚

Kur’an, kendisini "hidayet rehberi," "furkan" (doğruyu yanlıştan ayıran), "her şeyi açıklayan" ve "tamamlanmış din" olarak tanımlar.

Eğer Kur’an bu özelliklere sahipse, dinin anlaşılması ve yaşanması için başka bir kaynağa mutlak bir ihtiyaç duymak, Kur’an’ın bu beyanlarıyla çelişecektir.

Peygamber’in rolü, Kur’an’ı tebliğ etmek, açıklamak ve yaşayarak örnek olmaktır. Ancak bu, O’nun sözlerinin ve fiillerinin, Kur’an’dan bağımsız veya Kur’an’ın üzerinde bir otoriteye sahip olduğu anlamına gelmez.

"İbrahim ve beraberindekilerde güzel örnek" arayışı da, Kur’an’ın sunduğu ilkeler ve ahlaki duruş çerçevesinde değerlendirilmeli, Kur’an’ın yeterliliğini gölgeleyen yorumlardan kaçınılmalıdır.

Zira, dinin ana sapması, Samiri kıssasında olduğu gibi, peygamberin izini takip etme adına asıl vahiyden uzaklaşmakla başlar.

Unutulmamalıdır ki, İslam’ın temel direği ve yegane ana kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. 🕯️🌟


---

16 Haziran 2025 Pazartesi

Lut’un Kızları Kimdir?






🔍 "Lut’un Kızları Kimdir?"

Kur’an Bağlamında Yanlış Yorumlanan Bir Ayetin Doğru Anlaşılması


Kur’an’da geçen Lut kavminin helakı kıssası, özellikle Hicr Suresi 71. ayet bağlamında sıkça yanlış anlaşılan örneklerden biridir. Ayette geçen “işte şunlar kızlarımdır” ifadesi, bazı yorumcular tarafından Lut’un öz kızları olarak algılanmış, bu da Lut’un kendi kızlarını "eşcinsel arzulara" sahip sapkın kavmine teklif ettiği gibi asılsız bir yargıya varılmasına neden olmuştur. Oysa bu yorum, Kur’an bütünlüğüyle çelişmekte ve Lut’un konumunu yanlış yansıtmaktadır.


---

1. Hicr 71 Ayeti Bağlamında Lut’un Sözü

“(Lut:) Dedi ki: ‘İşte şunlar, kızlarımdır! Eğer yapmak istiyorsanız!’”
(Hicr, 15/71)



Bu söz, Lut’un sapkın kavmine yaptığı bir ikazdır. Onların eşcinsel yönelimlerine karşı bir uyarıdır. Lut, bu sözle onları helake götüren sapkınlıktan vazgeçmeye çağırmaktadır. Ancak burada “kızlarım” ifadesinden kasıt öz kızları değil, toplumun kadınlarıdır.


---

2. Peygamberlerin "Babaları" Olduğu Kavim

Kur’an’da peygamberlerin gönderildiği topluma bir baba-evlat ilişkisi içinde hitap ettikleri görülür. Lut da bu bağlamda kavmine hitap etmektedir. Bu bağlamda "kızlarım" demesi, toplumun kadın bireylerini kastettiği anlamına gelir.

Benzer bir sembolik söylem Kur’an’da başka şekillerde de geçer:

“Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha yakındır. Onun eşleri de müminlerin anneleridir.”
(Ahzab, 33/6)



Bu ayet, sembolik "aile" kavramının peygamberlik bağlamında kullanıldığını açıkça ortaya koyar. Aynı şekilde Lut’un da "kızlarım" demesi, kavminde yer alan kadınları simgeler.


---

3. Meleklerin Kimliği Zaten Biliniyor

Lut kavmi, şehre gelen misafirlere yönelmişti. Ancak bu misafirler insan suretine girmiş meleklerdi. Lut’un melekleri korumaya çalışması, onları kavminin saldırısından uzak tutmak istemesi ile ilgilidir. Ancak melekler daha sonra kimliklerini açıklarlar:

 “Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamayacaklar…”
(Hud, 11/81)



Bu ayet gösteriyor ki, Lut'un kızlarını öne sürme amacı ahlaki bir çağrıdır, teklif değil. Zira zaten melekler, insanlarla ilişki kurulacak varlıklar değildir. Lut da onların kimliğini biliyordur ve sadece kavmine sembolik bir çağrıda bulunmaktadır.


---

4. Aynı Söz, Şuara Suresinde Açık Şekilde Geçiyor

Lut’un bu sembolik ifadesi başka bir surede daha net biçimde dile getirilir:

“Gerçekten ben sizin için, kızlarımı daha temiz (at-har) buluyorum. Allah’tan korkun da beni misafirlerim karşısında rezil etmeyin. İçinizde aklı başında hiç kimse yok mu?”
(Şuara, 26/166–167)



Burada da “daha temiz” ifadesiyle eşcinsellik yerine doğal olan karşı cinsle evliliğe işaret edilmiştir. “Daha temiz” oluş, fıtrî, ahlaki ve toplumsal açıdan uygun olanın kadın-erkek birlikteliği olduğunu vurgular.


---

5. Lut İsmi ve Anlamı

Lut (لُوط) isminin Kur’an’da anlamı verilmez, ancak sözlükte "yakınlık kuran, bağlılık duyan" kök anlamları taşır. Kur’an’da bu isim bir soy veya yerli anlamla değil, ahlaki bir tutum ve risalet mücadelesi ile anlam kazanır. Lut’un hikâyesi, ahlaki çöküşe karşı direnen bir peygamberi simgeler.


---

Sonuç

Hicr 71 ayeti, Lut’un öz kızlarını “sunma” gibi asılsız ve Kur’an bütünlüğüyle çelişen yorumlara değil;
– Peygamberin kavmine yaptığı ahlaki bir uyarıya,
– Toplumun kadınlarını “kızlarım” diye anmasına,
– Eşcinsellikten vazgeçip temiz ve fıtrî olan evlilik yoluna dönmeye çağırmasına,
– Melekleri koruma çabasına,
– Ve en nihayetinde Kur’an’daki peygamber-kavim bağına işaret etmektedir.

Bu yorum yalnızca Kur’an’a dayalıdır ve metin içi bağlamla uyumludur. Bu tür ayetler, Kur’an’ın mecazî dili ve sembolik ifade tarzı dikkate alınmadan literal okunursa peygamberler hakkında iftiraya varan yanlış anlamalara yol açabilir. Bu sebeple Kur’an’ı, Kur’an’ın kendisiyle anlamaya devam etmek gerekir.



6 Haziran 2025 Cuma

Bakara’daki “Dirilme” Teması 🧩

UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. 

Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

4 Mayıs 2025 Pazar

Bir Su, Bir Soy, Bir Başlangıç 👨‍👩‍👦‍👦

 👨‍👩‍👦‍👦 Bir Su, Bir Soy, Bir Başlangıç


 Kur’an ayetlerinden Târık 86/5-8 ve İnsan 76/2 ayetlerinin yorumuna dayanan bir analiz yapacağız. İnsanın nesilden nesile aktarılarak ve toprak kökenli bir yaratılışla var edilmesidir:

---


İnsanın Yaratılışı: Katışık Nutfe, Sulb ve Teraib Kavramlarının Kur’an Temelli Yorumu


Kur’an’da insanın yaratılışı üzerine birçok ayet yer alır. Bu ayetlerin bazılarında, yaratılışın biyolojik yönüne dikkat çekilirken, bazıları ise insanın özünü, kökenini ve sürekliliğini metaforik ve temsilî bir dille anlatır. İnsan Suresi 2. ayet şöyle der:


> “Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık.” (İnsan, 76/2)


Buradaki "nutfe" kelimesi, Kur’an’da çoğu zaman “az miktarda sıvı” anlamında geçer. “Emşâc” kelimesi ise “karışık, katışık” anlamındadır. Bu ifadenin, sadece biyolojik sperm ve yumurta birleşimine indirgenmesi, Kur’an’daki temsilî anlatımı sınırlamak olur. Çünkü Kur’an bütüncül bir varlık anlayışı sunar. Bu durumda “katışık nutfe”, sadece fizikî birleşmeyi değil, aynı zamanda insanın çeşitli boyutlardan (biyolojik, psikolojik, sosyal, tarihî) gelen unsurların bileşimi olduğunu da ima eder.


Benzer şekilde Târık Suresi 86/5-7 ayetlerinde şöyle buyrulur:


> “İnsan neden yaratıldığına bir baksın. Atılan bir sudan yaratıldı. O su, erkeğin sulbü ile kadının teraib’i arasından çıkar.”


Burada geçen “mâin dâfik” (atılan, fışkıran su) ifadesi yaratılışın hareketli ve dinamik bir süreci olduğunu vurgular. "Sulb" kelimesi, sözlükte bel kemiği anlamına gelse de, Kur’an’da daha çok neslin devam ettiği köken ve süreklilik anlamında kullanılır (bkz. Nisa, 4/23). “Sulb” böylece nesli devam ettiren öz, yani soy hattı demektir.


"Teraib" ise göğüs kemiği veya göğüs bölgesinde yer alan yapılar anlamına gelir. Fakat bu da salt anatomik bir tanım değildir; kadınla ilişkilendirilen ön tarafın, yani doğurganlık ve şefkat gibi niteliklerin işaretçisi olarak değerlendirilebilir. Ayetteki "sulb ile teraib arası" ifadesi bu iki yönün birleşimini, yani erkek ve kadın katkısıyla oluşan neslin temsilini dile getirir.


Ayet, yaratılışı açıklarken ayrıntılı bir biyolojik rapor sunmaz; daha ziyade insanın yaratılışını düşünmeye, kendi kökenini ve zayıf başlangıcını hatırlamaya davet eder. Dolayısıyla bu ifadeler, insanın hem fizikî hem de manevî anlamda “nereden geldiğini” sorgulaması gerektiğine işaret eder.


Kur’an’ın birçok yerinde insanın aslen “topraktan yaratıldığı” vurgulanır:


> “Sizi bir topraktan yarattı, sonra bir nutfeden…” (Fâtır, 35/11)


> “Biz insanı süzülmüş bir çamurdan yarattık.” (Mü’minûn, 23/12)


Bu ayetler açıkça gösterir ki nutfe, yaratılışın ilk unsuru değildir. Nutfe, toprak kökenli yaratılışın soy boyunca aktarılmasıdır. Bu bağlamda “sulb”, sadece bir organ değil, geçmiş nesillerden süzülerek gelen yaratılış zincirinin, yani insanın maddî ve manevî soyunun sembolüdür.


Öyleyse insanın yaratılışı, şu şekilde özetlenebilir:

İnsan, topraktan başlatılan bir yaratılışın, nesilden nesile aktarılarak devam etmesiyle vücut bulur. Bu süreç, hem erkek hem kadın katkısıyla yürür. “Katışık nutfe” ifadesi bu iki yönlü katkının ve çok boyutlu özelliğin bir yansımasıdır. “Atılan su” ise, yaratılışın süreklilik içeren ama değersiz görünen bir maddeden başladığını hatırlatır.


Kur’an, insanın bu kökeni hatırlamasını, kendini tanıması ve sorumluluğunu anlaması için ister. Çünkü değersiz bir sıvıdan yaratılıp sonra düşünen, sorgulayan, tercih eden bir varlık haline gelmek, insanın kendi nefsini tanımasında anahtar bir rol oynar.



---

Karanlıkta Ateş Yakan ADAM Sahte Işıkların Aldatıcı Parıltısı 🔥

 🔥 Karanlıkta Ateş Yakan ADAM Sahte Işıkların Aldatıcı Parıltısı


Bakara 2:17-20 — Temsili Anlatım


17. ayet:


> Onların durumu, bir ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş etrafını aydınlatınca, Allah onların nurunu giderir ve onları karanlıklar içinde, görmez bir halde bırakır.



18. ayet:


> Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden (hakikate) dönemezler.



19. ayet:


> Ya da onlar, gökten şimşek, gök gürültüsü ve yıldırımlarla dolu bir fırtınaya yakalanan kimselere benzer. Karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek içindedirler. Ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri kuşatmıştır.



20. ayet:


> Şimşek neredeyse gözlerini alacak. Onlara bir aydınlık verince orada yürürler; karanlık çökünce dururlar. Allah dileseydi onların işitmelerini ve görmelerini giderirdi. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.


---


Kavramların Temsili Anlamları


1. Karanlıklar (ẓulumât):


Vahiyden uzaklık, bilgi, bilinç ve yön yoksunluğu anlamında kullanılır.


Kur’an’da “karanlıklar” genellikle çoğuldur: cehalet, şirk, heva, zulüm, sapkın ideolojiler gibi çok yönlü sapmayı simgeler.



2. Ateş (nâr):


Kişinin kendi aklıyla, ideolojilerle, felsefi görüşlerle veya geleneklerle bir “aydınlanma” çabasıdır.


Bu aydınlık geçicidir, sahte bir nurdur.


Gerçek nur (ışık), yalnızca Allah’tandır (bkz. Nur 24:35).



3. Nur (nūr):


Allah’tan gelen vahiy, hakikat bilgisi, doğru yön.


Allah bu nuru “giderir”, çünkü kişi bu nuru kendi tercihiyle reddetmiştir (bak: İbrahim 14:1, Hadid 57:28).



4. Sağır, dilsiz, kör (ṣumm, bukm, 'umy):


Gerçeği işitmeyen, söylemeyen ve göremeyen bir iç durumun mecazlarıdır.


Biyolojik değil, bilinçsel ve ahlaki bir kapanmışlığı ifade eder.



5. Şimşek ve gök gürültüsü (ṣawāʿiq, raʿd):


İlahi uyarıların (vahyin, ayetlerin) etkileyici ama korkutucu oluşunu simgeler.


İnsanlar bu karşılaşmada “kulaklarını tıkar”, yani hakikatten kaçar.



6. Yıldırım (ṣawāʿiq):


İlahi müdahale, cezalandırma ya da sarsıcı gerçekliktir.


İnsan, bununla yüzleşmemek için kulaklarını tıkar ama bundan kaçamaz.



7. Şimşek çakınca yürürler, karanlıkta dururlar:


Hakikat parlayınca faydalanmak isterler, fakat sürekli kılmadıkları için karanlıkta kalakalırlar.


Bu da tutarsız bir inanç ve davranış halini simgeler.


---


Sonuç (Kıssanın Mesajı):


Bu ayetler, vahiyden yoksun insanın kendince bir aydınlanma çabasının sahte ve geçici olduğunu ortaya koyar. Gerçek ışık, sadece Allah’ın nurudur. Kendi "ateşini" yakan insan, bir süreliğine çevresini görebilir ama bu ışık onu kurtuluşa götürmez; çünkü yönü yoktur, hakikat rehberi yoktur.



---