Bu Blogda Ara

olur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
olur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2025 Pazartesi

ZÜMER SURESİ "bilinç kümeleri"


🌊 1. “Zümer”in Anlamı: Gruplar Halinde Ölüm ve Diriliş

Zümer kelimesi "topluluklar, kafileler, gruplar" demektir.
Sadece bu ismin kendisi, kıyamet sahnesine gönderme yapar: insanların zümre zümre, yani bilinç gruplarına göre ayrılarak mahşere sevk edileceği bir büyük ayrışma...

🔸 39:71 – "İnkâr edenler zümre zümre cehenneme sevk edilirler."
🔸 39:73 – "Rablerinden korkanlar ise zümre zümre cennete götürülürler."

Bu ayetler, insanların bireysel değil, bilinç kümeleri hâlinde (hakikat algısına göre) sınıflandığını ve bilinçle yolculuk ettiklerini gösterir. Bu, Kur’an’da ender bir tasvir gücüdür. Grup kimliği burada dünyevî değil, manevî benzerliklere dayanır.


🔄 2. Allah, Kullarının Tövbesinden 'Dönmekten' Bıkar mı?

39:53
"De ki: Ey kendilerine yazık eden kullarım! Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. O çok bağışlayan, çok merhamet edendir."

Bu ayet bir şok etkisi yapar:
Çünkü burada, sadece küçük günahlar değil, "cümleten bütün günahlar" kapsama alınır.
İslâm tarihinde bu ayet, ümide dair en radikal merhamet beyannamesi sayılmıştır.



🧠 3. İki Tip İnsan: Derinliğine Secde Eden ve Donakalan

39:23
"Allah, sözün en güzelini, iç içe benzeşen tekrarları olan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların ondan derileri ürperir; sonra hem derileri hem kalpleri Allah'ın zikrine yumuşar."

Bu ayette Kur’an’ın iki yönlü etkisi vurgulanır:

  1. Tedirgin edici sarsıcılığı: “Tüyler diken diken olur.”

  2. Sükûnet verici şefkati: “Sonra kalpler yumuşar.”

Kur’an burada psikolojik bir merhale sistemi gibi işler. Vahyin önce bir şok etkisi yaratması, ardından bilinçte bir dönüşüm ve yumuşama doğurması, onun terapötik (şifa veren) bir dilde çalıştığını gösterir. Bu özellik, hiçbir klasik metinde bu kadar doğrudan tasvir edilmez.


🪞 4. Kur’an’ın Yansıma (Tesbîh) Kurgusu

39:23 aynı zamanda "müteşâbih" (birbirine benzeyen) ifadesini kullanır. Bu, Kur’an’daki ayetlerin iç içe ayna gibi yansıdığını gösterir.

Bu ne demek?

Kur’an’da bir kavram ya da sembol bir ayette geçtiğinde, onu anlamak için diğer ayetlere bakmak zorundasın. Ayetler birbirini yansıtır, tamamlar. Bu yüzden bu surede Kur’an şöyle tanıtılır:

Müteşâbihen” — benzerliklerle örgülü.
Yani Kur’an lineer bir kitap değil, döngüsel ve örüntüsel bir metindir. Bu, modern edebiyat kuramlarıyla birebir örtüşen bir dil örgüsüdür.


🔒 5. Ruhlar Uyku Halinde Kabz Edilir!

39:42
“Allah, ölenin ruhunu ölümü esnasında, ölmeyenin ruhunu ise uykusunda kabzeder. Sonra ölümüne hükmettiğini alıkoyar, diğerini belirlenmiş süreye kadar salıverir.”

Bu ayet, uykunun bir tür ölüm, ölümün ise bir tür uyanış olduğunu gösterir.
Yani, her gece uyuduğunda senin ruhun, geri dönüp dönmeyeceği belirsiz bir âlemdedir.
Bu ayet, modern anlamda bilinç-durumları felsefesi ile çarpıcı biçimde örtüşür.

❗ Soru: Sabahları uyanmak için neye güveniyorsun?
Bu ayet diyor ki: Her uyanış, bir “diriltilme”dir.


🌑 6. Hakikat Tek Ama İnsanlar Karanlıklar İçinde!

39:22
"Allah, göğsünü İslam’a açtığı kimse Rabbinin nuruyla değil midir? Kalpleri Allah’ı anmaktan katılaşanlara yazıklar olsun!"

Aynı zamanda 39:5’te geçen “O, geceyi gündüze, gündüzü geceye sarar.” ifadesi de şaşırtıcıdır.

Burada kullanılan fiil "yukevvir" — küre gibi sarma, yani dünyanın geoit şekline bir işaret olarak görülür. Bu da Kur’an’ın astronomik metaforlarla düşündüğünü gösterir.


🌀 7. Sahte İlâhlar: Aslında Kendilerine Bile Sahip Değil

39:43-44
"Yoksa onlar, Allah’tan başkasını şefaatçiler edindiler mi? De ki: Şefaat tümden Allah’a aittir."

Burada Kur’an, insanların kendilerine “aracı” yaptıkları her şeyi (putlar, ideolojiler, kişiler) sorgular.

Kur’an diyor ki:

“Şefaat bir yetkidir. Bu yetki sadece hakikatin kaynağı olan Allah’tadır. Başkalarının şefaati, sadece izinle olur.”

Yani hiçbir "manevî otorite", kendiliğinden seni kurtaramaz.
Sahte arınma sistemlerini, şekilciliği ve kültürel kurtarıcı mitlerini yıkar bu ayet.

13 Mayıs 2025 Salı

Dini Kaynaklarda İnsanlığın Ortak Paydası 🌐




1. Fıtrat Ortak Paydası

Kur’an, evrenselliğini insanların fıtratına seslenerek kurar. Yani kültürel değil, yaratılışsal ortaklığa hitap eder:

"Fıtrata uygun olan dine yönel; Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata..." (Rûm 30:30)

 Bu, zamanlar ve mekânlar üstü bir ortak bilinçtir. İnsan vicdanı, adalet, merhamet, hakkaniyet, tevazu gibi ilkelerde birleşebilir. Bu da vahyin anlaşılmasını kolaylaştırır.



2. Vahyin Evrensel Dili: Temsiller ve Doğa

Kur’an, evrenselliğini doğadan örnekler vererek, arı duru bir dil kullanarak kurar.

Güneş, ay, kuşlar, toprak... Bunlar her coğrafyada aynı.

Kur’an’ın metaforik dili de buradan beslenir. Mesela “güneşin doğması”, “yağmurun inmesi”, “ağacın kökü ve dalları” gibi temsiller coğrafya ve kültür fark etmeksizin insana hitap eder.



3. Tarihten Bağımsız Hakikatler

Kur’an’daki ilkeler belirli bir döneme ait olmaktan çok, insanın evrensel zaaflarına ve potansiyellerine odaklanır:

Zulmün her türlüsü kötüdür

Şirk, yani hakikati bölmek, parçalamak tehlikelidir

Vahiy, hakikatin tebliğidir ve insana özgürlüğünü hatırlatır.

Bu ilkeler bir hadise, rivayete veya tarihsel bağlama mahkûm değildir. Onları anlamak için özel bir tarih bilgisine gerek yoktur — sadece dikkat, niyet ve vicdan yeterlidir.


4. Hadis ve Rivayetlere Bağımlılık Eleştirisi

Mesela "Şu rivayet gözden kaçmış olsun derdi yok” cümlesi çok önemli. Kur’an merkezli bir bakış için bu, büyük bir özgürlük imkânıdır. Çünkü rivayet sistemleri kültüre, döneme, yorumlara bağlıdır. 

Oysa Kur’an:

  • Doğrudan muhatap alır (ya eyyuhe’n-nâs...)
  • Açıklayıcıdır (tibyânen li-kulli şey’)
  • Işıktır (nûr), 
  • Rehberdir (hudan), 
  • Ayırt edicidir (furkân)

    Böyle bir kitap, aracı olmadan da anlaşılabilir. Bu da evrenselliğin anahtarıdır.

5. Darusselâm’a Çağrı: Bir Vizyon

Kur’an’ın nihai hedefi bir toplumsal bilinçtir: Darusselâm — barış ve selamet yurdu. Bu, bir “coğrafya” değil, bir “ontolojik durum”dur:

Adaletin kurumsallaştığı

Zulmün ortadan kalktığı

Her bireyin hakikate erişim imkânına sahip olduğu bir bilinç düzeyi


Bu hedef, her topluma ve her çağa hitap eden bir idealdir.

---


Aynı Kitap, Aynı Güneş: Evrenselliğin Mümkünlüğü Üzerine

Düşünün ki dünyanın farklı coğrafyalarındaki insanlar aynı kitabı okuyor. Aynı emirleri alıyorlar. Dilleri farklı, tarihleri farklı, yaşadıkları zorluklar, iklimler, gelenekler farklı. Fakat okudukları kelam aynı. Bir çağrıya kulak veriyorlar: Darusselâm’a — barış ve selamet yurduna — davet.

Bu nasıl mümkün olur?

Kur’an bu soruya kendi cevabını verir: Fıtrat. 
Çünkü insan nerede doğarsa doğsun, güneşi tanır. 
Toprağı bilir. 
Kuşun uçmasını görür. 
Gecenin karanlığına, sabahın aydınlığına aşinadır. 
Adaleti arar, zulmü hisseder. 
Sevilmek ister, korkar, umut eder. 

İşte Kur’an, bu en derin ortaklıklara hitap eder. Onun dili tabiat gibidir: Aracısız, doğrudan, yalın ve aynı zamanda derinliklidir.

Kur’an’ın kullandığı temsiller bu yüzden evrenseldir. Yağmurun rahmeti, gecenin örtüsü, dağların sabitliği, nehirlerin akışı... Bunları anlamak için hiçbir coğrafi ön koşul yoktur. Herkes kendi vadisinden bu ayetlere kulak verebilir. Kur’an böylece yerel değil, evrensel bir bilinç oluşturur.

Ve belki de en devrimci olanı şudur: Kur’an’ı anlamak için bir rivayete, bir aracıya, bir özel tarikata ihtiyaç yoktur. “Şu hadis gözden kaçmış” diye bir kaygı taşımaz çünkü mesajı evrensel vicdana seslenir. Allah, kitabını doğrudan insana indirmiştir. Kula değil; müminlere değil; bir mezhebe değil...

 "Bu, insanlar için bir bildiridir..." (Âl-i İmrân 3:138)


Kur’an’daki çağrıya kulak veren herkes, hangi dili konuşursa konuşsun, aynı selamı arar: Darusselâm. Bu selam; adaletle, şefkatle, tevazu ile kurulan bir hayat nizamıdır. Bu selamı getirmek için okunan kitap aynı; güneş aynı; ay aynı. Kuşlar aynı ötüşle uyanıyor, toprak aynı sabırla taşıyor hayatı.

Kur’an, işte bu ortak gerçekliği temel alır. Onun evrenselliği, kültürleri tek tipleştirmeye değil; farklılıklar içinde ortak hakikati hatırlatmaya yöneliktir. Böylece her toplum, kendi toprağında Kur’an’ın tohumunu eker, kendi diliyle su verir, ama aynı hakikatin meyvesini toplar.


---



2 Mayıs 2025 Cuma

TAPMAK NEDİR? ( “A-b-d” (عبد) Kavramının ) 🛐




Tapmak Nedir?

Kur’ân Perspektifinde ‘Abd’ Kavramının Teolojik ve Ontolojik İnşası

İslam geleneğinde “ʿabd” (عبد) kökü genellikle “tapmak” ya da “ibadet etmek” anlamlarında değerlendirilmiş; bu kavram Allah’a yönelik ritüel davranışlarla sınırlandırılmıştır. Ancak Kur’ân’daki kullanımları dikkatle incelendiğinde, “ʿabd” kavramının yalnızca bir ibadet biçimini değil, daha köklü bir "itaat, yöneliş, boyun eğme" halini temsil ettiği görülür. Bu çalışma, ‘abd’ kavramının Kur’ân’da nasıl çok katmanlı biçimde inşa edildiğini; Allah, şeytan, tâğût ve diğer sahte otoriteler bağlamında nasıl kullanıldığını ele alarak, geleneksel anlayış ile Kur’ân merkezli yaklaşım arasındaki farkları ortaya koymaktadır.


---

1. Kur’ân’da ‘Abd’ Kavramının Anlam Katmanları

1.1. ‘Abd’ Sadece Allah’a Yönelik Değildir

Kur’ân, ‘abd’ kavramını yalnızca Allah’a yönelişte değil; şeytana, tâğûta ve Allah’tan başka otoriteler karşısında da kullanır. Bu yönüyle “ibadet”, sadece ritüel bir eylem değil; itaat edilen ve hayat düzeni belirleyici olarak kabul edilen merkeze yönelişi tanımlar.


---

2. Şeytana Kulluk: ‘Abd’ Kavramının Negatif Formu

Kur’ân, kimsenin doğrudan “şeytana tapıyorum” demediğini; ancak şeytanın telkinlerine uymanın bir “kulluk” biçimi olduğunu vurgular:

> "Babacığım! Şeytana kulluk etme (لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ); çünkü o Rahman’a isyan etti."
(Meryem, 44)



Bu ifade, şeytanın doğrudan bir tanrı ilan edilmesine gerek olmadan, ona tabi olmanın da bir ‘ibadet’ olduğunu ortaya koyar.


---

3. Tâğût’a İtaat: Şirk Biçimi Olarak Kulluk

Tâğût, Kur’ân’da Allah dışında mutlak otorite ve hüküm koyucu olarak benimsenen yapıları ifade eder. Bu otoritelere sorgusuz bağlılık da bir “kulluk” olarak değerlendirilir:

> “Allah, kendisine lanet ettikleri kimseleri, gazaba uğrattıklarını ve onlardan tâğût’a kulluk edenleri (وَعَبَدَ الطَّاغُوتَ) haber verir.”
(Mâide, 60)



Bu ayet, tâğût’a ibadetin bir şirk biçimi olduğunu açıkça ortaya koyar.


---

4. Ataların Yoluna Uyma: Geleneksel Kulluk

Kur’ân, kulluğu sadece bireysel değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel bir yöneliş olarak da ele alır. Ataların izinden körü körüne gitmek de bu bağlamda bir kulluk türüdür:

> “Atalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz de onların izinden gidiyoruz.”
(A’râf, 70)



Bu tür geleneksel bağlılık, düşünsel teslimiyetin bir şekli olarak Kur’ân’da eleştirilir.


---

5. Tevhidî Kulluk: Dini Allah’a Has Kılmak

Kur’ân’ın merkezinde, dini yalnızca Allah’a has kılmak (ihlâs) ilkesi yer alır. Tevhid, sadece Allah’ı tanımak değil; sadece O’na yönelmek, O’ndan başkasını otorite kabul etmemektir:

> “De ki: Bana, Allah’a kulluk etmem ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamam emredildi.”
(Ra’d, 36)



> “De ki: Ben, Rabbimden gelen apaçık deliller geldikten sonra, sizin Allah’tan başka yöneldiğiniz şeylere kulluk etmekten nehyolundum.”
(Mü’min, 66)




---

6. Esnâm: İnsan Eliyle Üretilmiş Putlar

Kur’ân’da “esnâm” sadece taş heykelleri değil; insan eliyle oluşturulmuş, anlam yüklenmiş tüm sahte otoriteleri kapsar. Bu putlar ideolojiler, sistemler, gelenekler ve yazılı kurallar da olabilir:

> “Rabbim! Beni ve soyumu, putlara (esnâm) kulluk etmekten uzak tut.”
(İbrahim, 35)



> “Yonttuğunuz şeylere mi kulluk ediyorsunuz?”
(Sâffât, 95)




---

7. Ellerle Yapılanlar ve Ontolojik Vebal

Kur’ân sıkça, insanların “elleriyle yaptıkları” şeylerden sorumlu tutulacaklarını vurgular. Bu, sadece fiziksel eylemleri değil; inşa ettikleri düşünsel ve kültürel sistemleri de kapsar:

> “Bu, kendi ellerinizle yapmış olduklarınızın karşılığıdır.”
(Âl-i İmrân, 182)



> “Başınıza gelen her musibet, ellerinizle kazandıklarınızdandır.”
(Şûrâ, 30)



Bu ayetler, sahte değer sistemlerine yönelmenin ontolojik sorumluluk doğurduğunu gösterir.


---

Sonuç: Teolojik Değil Ontolojik Kulluk

Kur’ân’daki ‘abd’ kavramı, klasik anlamda ritüel ibadetlerin çok ötesinde, ontolojik bir bağlılık biçimi olarak karşımıza çıkar. Buna göre:

Kulluk, neye tabi olunduğuyla ilgilidir; kişi hayatını hangi ilkeye göre şekillendiriyorsa, ona kulluk ediyordur.

Tevhidî kulluk, yalnızca Allah’a yönelmeyi değil, tüm sahte otoriteleri reddetmeyi gerektirir.

Putlar, yalnızca heykeller değil; insan eliyle yapılan her tür anlam, sistem ve otoritedir.

Şirk, bazen açıkça değil; kültürel, geleneksel ya da fikrî teslimiyet yoluyla da ortaya çıkar.


Bu çerçevede Kur’ân, bireyi ritüelci bir tapınmadan çok daha derin bir sorumluluk bilincine çağırır: Kime kulluk ettiğini sorgulamak, kime boyun eğdiğini fark etmek ve yalnızca Allah’a yönelmek.


---