Bu Blogda Ara

melek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
melek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Haziran 2025 Çarşamba

İnsanın İçindeki Melek ve Cin: Şeytanî Bilincin Anatomisi







İnsanın İçindeki Melek ve Cin: Şeytanî Bilincin Anatomisi

İki Kaynaklı Varlık Olarak İnsan

Kur’an’da insan, hem fiziksel hem de metafiziksel boyutlarıyla çok katmanlı bir varlık olarak tanımlanır. Yaratılışında toprak (sükunet, beden, aidiyet) ile birlikte ruhtan üfleme (bilinç, akıl, ilahi irtibat) birlikte zikredilir (Hicr 15/29). Ancak bu ruhsal yapının taşıyıcısı olan bilinç, kendi iç dinamiklerinde hem melekî hem de cinî yönleri taşır. Bu iki yön, insanın içsel çatışmalarını, ahlaki mücadelelerini ve nihai tercihini belirler.

Melekî Yapı: Bilince Yön Veren İlahi Sistem

Kur’an’da melekler, Allah’a isyan etmeyen, emredileni yapan (Tahrim 66/6) varlıklar olarak tanımlanır. Onlar düşünmez, sorgulamaz, sadece hakikati uygular. İnsanın içindeki vicdan, sorumluluk bilinci, hakikate meyil gibi yönler bu melekî yapının tezahürü gibidir. Bir anlamda melek, insanın içinde programlanmış “ilahi ses”tir:

“Her insan için bir sürücü ve bir şahit vardır.” (Kaf 50/21)

Bu şahitlik bilinci, insanın içsel kayıt mekanizmasını ifade eder: hakikate karşı duyarlılık.


Cinî Yapı: Enerji, Arzu ve İsyan Potansiyeli

Cinler ise Kur’an’da "dumansız ateşten" yaratılmış, özgür iradeli, gizli ve hızlı varlıklar olarak tanıtılır (Rahman 55/15). Ateş; hareket, enerji, tutku ve aynı zamanda yakıcı bir potansiyeli temsil eder. Bu bağlamda insanın içindeki cinî yön; arzu, heva, benlik, acelecilik, görünmez ama etkili dürtüler şeklinde tezahür eder.

İnsanın içinde bulunan cinî yapı kontrol altına alınmadığında, onu iblisî bir bilinç yapısına dönüştürebilir.

İblis: Cinî Bilincin Sapkın Yansıması

Kur’an’da iblis açıkça “cinlerdendi” (Kehf 18/50). Yani o, Allah’a karşı gelen ilk özgür bilinçtir. Meleklerle birlikte iken secde emrine muhatap olmuş; fakat kendi mahiyetine (ateş) güvenerek, topraktan yaratılanı (insanı) küçümsemiştir.

“Ben ondan üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan.” (A’râf 7/12)


İblis’in isyanı bir eylem değil, bir zihniyet sorunudur:

Kibir,

Irkçılık (yaratılış üstünlüğü),

Benmerkezcilik,

Emre boyun eğmeme.


Böylece İblis, insanın içindeki cinî yapının bozulmuş, sapmış, kontrolden çıkmış hâlidir.

İçimizdeki İblis: Secde Etmeyen Bilinç

İnsanın içindeki cinî yön, ilahi dengeyle yürürse faydalıdır: enerji verir, hareket kazandırır. Ama bu yön kontrolsüz kalırsa şeytanîleşir. Yani her insanın içinde, potansiyel bir iblisî bilinç yatmaktadır. Bu bilinç:

Kendini üstün gören,

Hakikati eğip büken,

“Ben haklıyım” inadıyla gerçeği inkâr eden,

Egoya secde ettiren bir zihniyet üretir.


İnsanın gerçek sınavı, melekî ve cinî yönleri arasında denge kurmaktır. Melek gibi donuk ve robotik olmak da, cin gibi yakıcı ve isyankâr olmak da insanı kendi fıtratından uzaklaştırır.

İnsanın Kurtuluşu: Nefsini Arındıran Kurtulur

Kur’an’da defalarca vurgulanan temel hakikat şudur:

“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.”
(Şems 91/9)



İnsanın içindeki cinî yapının ıslahı, melekî yönle değil, vahiyle mümkündür. Vahiy, içimizdeki şeytanî bilinci tanımamızı ve onu kontrol altına almamızı sağlar. Çünkü:

 “Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır.”
(Fâtır 35/6)


Ama düşmanı yenmenin ilk şartı onu tanımaktır. Ve bu düşman, dışarıda değil; içimizdedir.


---

Sonuç: Melekleşmek mi, İblisleşmek mi?

İnsanın içindeki cinî yön, onu yeryüzünün en hareketli, üretken ve yaratıcı varlığı yapabilir. Ama aynı yön onu zalim ve cahil de kılabilir (Ahzab 33/72). Melekî yapı ise denge ve sadakati temsil eder. Bu iki yapının dengesi, insana özgü seçim yetkisini ortaya çıkarır.

İblis bir varlık değil, bir tercihtir.
Onu içimizde yaşatan da biziz, susturan da.



Ve secde, sadece yere eğilmek değil, egoyu yere sermek demektir.


---

22 Haziran 2025 Pazar

İNSAN MELEKLER VE SECDESİ🔎





"MELEKE, MELİK, MELEKLER, MELÂİKE" Kavramlarının Anlam Derinliği

Arapça م-ل-ك (M-L-K) kökünden türeyen "Meleke", "Melik", "Mülk", "Melikût" ve "Melek" kelimeleri, Kur'an'ın kavramsal zenginliğini ve insanın varoluşsal serüvenini anlamak için anahtar niteliğindedir. Bu kök, "güçle sahip olma, egemenlik, hükmetme, içsel denetim" gibi anlamlara gelerek, hem ilahi kudreti hem de insandaki potansiyel yetileri ifade eder.

"Melek" Kelimesi: Görünenden Ötesi

"Melek" kelimesi, Kur'an'da genellikle görünmeyen ancak düzenleyici, yönlendirici, taşıyıcı ve ilahi iradeyi tecelli ettiren güçleri temsil eder. Cibrîl (vahiy iletici), Mîkâîl (rızık ve doğa olayları), İsrâfîl (kıyamet ve yeniden diriliş) gibi isimleri anılan melekler, bu fonksiyonların somutlaşmış halleridir. Kur'an'da meleklerin söz söylemesi, yönlendirmesi, koruması, vahiy getirmesi, yazması ve insanlara eşlik etmesi gibi çok çeşitli işlevleri bulunur (Bkz: 66/6, 41/30, 16/2, 97/4, 82/10-12).

Melek kavramı, sadece dışsal bir varlık olarak değil, aynı zamanda içsel süreçlerde etkin olan metafiziksel bir kuvvet olarak da okunabilir. Kur'an'ın dağa, göğe, deriye, cehenneme konuşma yetisi atfetmesi (41/11, 36/65, 50/30) ve İblis'e hitap etmesi (7/11-18), bu mecazi/metaforik anlatım dilinin gücünü gösterir. Bu bağlamda melekler, ilahi düzenin kozmik ve içsel işleyişindeki rollerini sembolize eder.

"Melik" ve "Mülk": Egemenliğin Tezahürleri

"Melik" kelimesi, Kur'an'da hem insanlar için (yönetici, hüküm sahibi) hem de Allah için (mutlak egemen) kullanılır. Allah'ın mutlak egemenliğini ifade eden "Melik-i yevmi'd-din" (Din gününün sahibi/hükümdarı - 1/4) ifadesi, O'nun nihai hesap günündeki sınırsız kudretini vurgular. "El-Melik" (59/23) ise Allah'ın evrendeki sınırsız hükümranlığını ve mülk sahibi oluşunu ifade eden Esma-ül Hüsna'dan biridir.

"Mülk" ise sahip olunan yönetim alanı, hükümranlık veya saltanat anlamına gelir (3/26). Hem fiziksel dünyanın egemenliğini hem de manevi bir otoriteyi kapsayabilir.

"Melekût": Âlemlerin Derin Boyutu

"Melekût", "mülk"ün daha soyut, metafizik ve derin boyutunu ifade eder. Evrenin batınî (içsel), derûnî (derin) ve yüce yönü olarak anlaşılabilir. Hz. İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunun gösterilmesi (6/75), sadece fiziksel bir gözlem değil, içsel bir idrak boyutu ve evrenin derin arka planının tefekkürü demektir. Bu, varoluşun sadece görünen yüzünün değil, aynı zamanda onun ardındaki ilahi düzen ve sırların kavranışını ifade eder.

"Meleke": İnsanın İçsel Yetileri ve Yönelimleri

Kur'an'da doğrudan "meleke" kelimesi "içsel yetiler" anlamında geçmese de, "melik", "mülk" ve "melekût" kelimelerinin anlam derinliklerinden hareketle "meleke", insanda egemenliği sağlayan içsel güç, yeti veya yönelim olarak anlaşılır. Bu, bireyin kendisi üzerindeki hakimiyetini ve davranışlarını şekillendiren temel niteliklerdir.

Bu melekeler, kimi zaman öfke, ümit, arzu, sabır, merhamet, cezalandırma gibi farklı yönelimler olarak kişide belirir. Kur'an, bu tür yönelimleri bazen şeytanî (İblis), bazen de rahmanî (melek) etkilerle açıklar. Bu nedenle, İblis'in konuşturulması, tıpkı cehennemin konuşturulması gibi, içsel bir yönelimin sembolik olarak dışsallaştırılmasıdır. Bu, insanın kendi iç dünyasındaki iyi ve kötü eğilimlerin dinamiklerini anlamasına yardımcı olur.

İnsana Secde Eden ve Etmeyen Melekeler: Bilinç, Egemenlik ve İmtihan

Kur'an'da Hz. Âdem'in yaratılış kıssası, insanla diğer varlık türleri arasındaki ontolojik ve sembolik farkı derinlemesine ortaya koyar. Bu anlatının merkezinde, insana secde eden melekler ve secde etmeyen İblis bulunur. Geleneksel olarak göksel bir olay olarak yorumlansa da, Kur'an'daki anlatım, bu kıssayı insanın iç yapısında gerçekleşen bir çatışma olarak okumamıza olanak tanır. Bu bağlamda, meleklerin ve İblis'in sembolik anlamı üzerinden, insana secde eden ve etmeyen "melekeler" kavramı incelenebilir.

Melekler: Bilinçsel Uyum ve İlahi Hizmet

Kur'an'da melekler (ملائكة), genellikle Allah'ın emriyle hareket eden, itiraz etmeyen, bilinçli varlıklar olarak tanımlanır: "Onlar, Allah’ın emrettiği şeylere karşı gelmezler ve emredileni yaparlar." (Tahrîm 66/6).

Meleklerin secdesiyle ilgili kıssa (Bakara 2/30–34, A’râf 7/11–18, Sâd 38/71–85), fiziksel bir tapınma değil, insanın yaratılışındaki potansiyele boyun eğmeyi, onu kabul etmeyi ve hizmet etmeyi simgeler. Bu bağlamda melekler; bilgiye, iradeye, sorumluluğa, akla ve ilahi emanete boyun eğen içsel yetiler (melekeler) olarak da okunabilir.

İblis: Secde Etmeyen Direnç ve İçsel Bencillik

İblis, diğer meleklerden farklı olarak secde etmeyi reddetmiştir: "Ben ondan daha üstünüm! Beni ateşten, onu çamurdan yarattın!" (A’râf 7/12). Bu ifade, insanın içindeki benlik (ene), üstünlük tutkusu, kibir, kıskançlık ve ayrımcılık melekesi olarak yorumlanabilir. İblis'in secde etmeyişi, insanın içinde var olan karanlık eğilimlerin, yaratılış gerçeğine boyun eğmeyi reddetmesidir. Bu, insanın nefsani yönlerinin ilahi düzene karşı direnişini sembolize eder.

Melekelerin Secdesi: İçsel Dengenin Kurulması

Kur'an'da secde, teslimiyetin ve kabulün en güçlü simgesidir. Meleklerin secdesi, insanın yüce potansiyeline teslimiyetini ve bu potansiyele hizmetini gösterir. Bu bağlamda, insandaki secde eden melekeler şunlardır:

 * Akıl: Bilgiye yönelme ve doğruyu kavrama melekesi.
 * Merhamet: Empati kurma, şefkat ve yardım etme melekesi.
 * İrade: Sorumluluğu üstlenme ve doğru kararlar alma melekesi.
 * Vicdan: Adaleti gözetme, iyiliği emredip kötülükten sakındırma melekesi.

Bu özellikler insanın yapısında derinlemesine yer alır ve aktive olduklarında, insanı yeryüzünün halifesi olma potansiyeline taşır.

Secde Etmeyen Melekeler: Bastırılmış veya İsyankâr Yönelimler

İnsanda aynı zamanda, secde etmeyen bir taraf da mevcuttur:

 * Bencillik (ene): Kendini merkeze alma, başkalarını hiçe sayma.
 * İhtiras (hırs): Aşırı arzu ve tatminsizlik.
 * Kıskançlık: Başkalarının sahip olduklarını çekememe.
 * Ümitsizlik (ye’s): İlahi rahmetten ve yardımdan uzaklaşma.

Bu yönelimler, İblis'in karakterini yansıtır. Bunlar, insandaki ilahi düzene başkaldıran veya ona direnen içsel güçlerdir. Kur'an'da İblis'in "ben üstünüm" demesi, bu yönün ırkçılık, sınıfçılık, cinsiyetçilik gibi ayrımcılık biçimlerine dönüşebileceğine işaret eder.

Melekelerin Sınavı: İnsanın Halifeliği

Kur'an'a göre insan yeryüzünde bir halifedir (Bakara 2/30). Bu halifelik görevi, melekelerin uyumlu ve dengeli bir şekilde işlemesiyle mümkündür. Ancak İblis melekesi, sürekli olarak bu sistemi sabote etmeye ve insanı doğru yoldan saptırmaya çalışır: "O sizin için ve soyunuz için apaçık bir düşmandır." (Bakara 2/36). İnsanın sorumluluğu, secde eden melekelerini güçlendirmek, yani olumlu içsel yeteneklerini geliştirmek, ve secde etmeyen İblisî melekeleri ise zayıflatmak ve denetim altına almaktır. Bu, sürekli bir iç mücadele ve kendini bilme yolculuğudur.

Sonuç

Kur'an'daki secde kıssası, sadece kozmik bir anlatı olmanın ötesinde, insanın iç dünyasındaki güçlerin ve eğilimlerin çatışmasını gösteren güçlü bir metafordur. Melekler ve İblis, insanın içindeki iyi ve kötü eğilimlerin sembolleridir. Secde eden melekeler, insanı yücelten ve ilahi iradeye uyumlu kılan; secde etmeyenler ise onu alçaltan ve yoldan çıkaran güçlerdir. Kur'an'ın bu derin anlatımı, bize bu içsel mücadeleyi tanıtarak, insanın gerçek görevini öğretir: yeryüzünde adaleti, merhameti, hikmeti ve tevazuyu hakim kılmak, kendi iç dünyasında dengeyi ve uyumu sağlamaktır.

Ek Kur'an Ayetleri:

 * Bakara 2/30–34: Hz. Âdem'in yaratılışı ve meleklere secde emri.
 * Sâd 38/71–85: İblis'in kibirlenmesi ve secde etmemesi.
 * A’râf 7/11–18: İblis'in isyanı ve insanları saptırma yemini.
 * Tahrîm 66/6: Meleklerin Allah'ın emirlerine itaati.
 * İsrâ 17/70: İnsanın diğer yaratılanlardan üstün kılınması.
 * Hicr 15/28–31: İnsan yaratılışı ve meleklerin secdesi.

UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. 

Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

17 Haziran 2025 Salı

MELEKLERİN KANATLARI






✒️🌬️ Kur’an’da “Kanat” (جَنَاح - Cenâh) Kavramı

Kuş Kanadı mı? Görev, Güç ve Merhamet Sembolü mü?


---

📖 1. Giriş: Kur’an’da Kanat Meselesi

Kur’an’da geçen "kanat" (Arapça: cenâh جناح, çoğulu ecniha أجنحة) kelimesi, genellikle meleklerle birlikte anıldığında, halk arasında fiziksel bir “kuş kanadı” olarak tasavvur edilir. Ancak Kur’an’ın sembolik ve mecazi dili göz önüne alındığında bu kelimenin çok daha derin anlamlar taşıdığı anlaşılır. Bu çalışmada “kanat” kavramı, geçtiği ayetler bağlamında analiz edilerek, sembolik, görevsel, ahlâkî ve ontolojik anlamları açıklığa kavuşturulacaktır.


---

🕊️ 2. Meleklerin Kanatları: Fiziksel Değil, Görevsel Güç

Ayet:

> “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. Allah dilediğini artırır...”
(Fâtır, 35:1)



Bu ayette geçen "kanat" ifadesi, fiziksel bir yapı değil, görev, yetki, hareket kabiliyeti ve ilahi güç anlamına gelir. Meleklerin "iki, üç, dört kanadı" olması; onların katmanlı görevleri ve çok yönlü işlevleri olduğunu gösterir.

📊 Sayıların Sembolik Anlamı:

İkişer: Çift yönlü görev (örneğin: rahmet ve azap, bilgi ve uygulama)

Üçer: Çok yönlü güç ve tamamlanmışlık

Dörder: Dört yönden kuşatıcı görev (doğa, zaman, insan, topluluk)


Melekler fiziksel varlıklar olmadıkları için uçmak için kuş kanadına ihtiyaç duymazlar. Kur’an’daki "kanat", onların Allah’ın emrini yerine getirme kapasitesini anlatır.


---

🤲 3. "Kanat Germek" ve "Kanat İndirmek": Merhamet ve Tevazu

Ayetler:

“Anne babana karşı merhametle kanatlarını indir…” (İsra, 17:24)

“Müminlere kanadını indir.” (Hicr, 15:88)


Bu ayetlerde "kanat indirmek", gücü bir kenara bırakıp tevazu, şefkat, hizmet ve koruyuculuk göstermek anlamında kullanılmıştır. Bu bağlamda “kanat”, üstünlük değil, merhametin eyleme dönüşmüş halidir.


---

🛡️ 4. İlahi Himaye: Peygamberin Üzerine Gerilen Kanat

Ayet:

> “Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı.”
(Duha, 93:3) — (Tefsirlerde “üzerine kanat geren kuş” temsiliyle açıklanır.)



Bu tür ifadeler, Allah’ın peygamberine olan koruyucu, kuşatıcı rahmetini temsil eder. Tıpkı bir annenin yavrusunu kanatlarıyla sarması gibi; ilahi himaye sembolize edilir.


---

🐣 5. Kuluçkaya Yatan Kuş: Koruma ve Rahmet

Temsili Anlatım:

> “Kanatlarını üzerine gererek kuluçkaya yatan dişi kuş gibi...” (Bakara, 2:261 - temsili anlam)



Bu benzetme, şefkat, sıcaklık, sığınma, ve güvende olma duygularını anlatmak için kullanılır. Kanat burada, bir rahmet alanı olarak temsilen yer alır.


---

🕊️ 6. Kanat: Dengeli ve Güvenli Hareket

Temsili:

> “Güvercinin kanatları gibi zarif ve dengeli...” (Maide, 5:106 – temsilî kullanım)



Kanat, yön bulma, dengeyi sağlama ve güvenli ilerleme anlamına gelir. Bu yönüyle istikamet ve hikmet sembolü olarak da değerlendirilir.


---

🔎 7. Kavramın Sentezi: Sembol, Görev ve Ahlâkî Derinlik

Anlam Katmanı Açıklama

Görev ve Güç Meleklerin kanatları = Görev alanları, yetkiler, işlevler
Merhamet Kanat indirmek = Şefkat ve tevazu göstermek
Koruma Kanat gerilmesi = İlahi sığınma ve destek
Denge Kanat = Hareketin dengeli ve ölçülü olması
Katmanlılık Sayılar (2-3-4) = Görevsel çokluk ve sembolik çok boyutluluk



---

🧠 8. Sonuç: Kur’an’da Kanat, Bir Anlam Atlasıdır

Kur’an’da geçen "kanat" kelimesi, hiçbir zaman kuş anatomisi anlamında sıradan bir anlatım değildir. Her geçtiği bağlamda bir görevi, bir ilahi kudreti, bir ahlâkî tavrı ya da bir koruma şemsiyesini temsil eder.

Meleklerin kanatları, onların Allah’tan aldıkları emirleri yerine getirme biçimlerini, görevlerindeki çeşitliliği ve güçlerini temsil eder.

Peygamber ve müminler için kanat, tevazu, hizmet ve merhamet ifade eder.


---

✨ SON SÖZ:

Melekleri kuş gibi kanatlı hayal etmek, Kur’an’ın sembollerini yüzeyde okumaktır.
Kur’an’ın “kanat” metaforu, bizi görev bilincine, rahmet anlayışına ve tevazuyla hareket etmeye çağırır.


---

4 Haziran 2025 Çarşamba

Kur’an’da Melek Kavramı: Kavramsal ve Bağlamsal Bir İnceleme🔎








Kur’an’da Melek Kavramı: Kavramsal ve Bağlamsal Bir İnceleme

Kur’an’da melek kavramı, hem sözcük kökeni hem de bağlamsal işlevi itibariyle oldukça zengin bir yapıya sahiptir. Bu kavram, sadece geleneksel anlamda "kanatlı, nurdan yaratılmış varlıklar"ı değil; aynı zamanda ilahi buyrukları uygulayan, evrensel düzeni sürdüren ve vahiy sürecine katılan güçleri de kapsar.


I. Melek Kelimesinin Kökeni ve Kavramsal Anlamı

Kur’an’da geçen مَلَك / melek kelimesi, çoğul biçimiyle ملائكة / melâike şeklinde de yer alır. Kavramın kökeni hakkında klasik dilciler çeşitli görüşler ileri sürmüş olsa da, Kur’an bağlamı bu kavramı en temelde şu iki eksende tanımlar:

1. Elçilik ve Görevlilik (İlahi İletişim Aracı)

Kur’an, melekleri sıkça Allah’tan aldıkları buyrukları insanlara veya doğaya ileten varlıklar olarak tanımlar:

“O, kullarından dilediğine, ‘uyarın’ diye kendi emrinden olan Ruhu meleklerle indirir.”
(Nahl 16:2)


Bu kullanımda, melekler vahyin taşınmasında elçilik işlevi görürler.

2. Yürütücü Güç / Kudret Temsilciliği

Bazı ayetlerde melekler, ilahi iradenin doğa ve insan üzerindeki etkisini uygulayan güçler olarak tanımlanır:

“Melekler ve Ruh, onun izniyle her iş için inerler.”
(Kadr 97:4)


“Sizi ölüm anında melekler vefat ettirir, onlar yaptıklarınıza gaflet etmezler.”
(En'am 6:61)


Bu bağlamda, melekler yalnızca haber getiren değil, aynı zamanda ilahi sistemin yürütücüsü olan kozmik güçlerdir.


---

II. Meleklerin Niteliği: İnsanüstü Varlıklar mı, Yaratılış Yasasının Temsilcileri mi?

Kur’an’da melekler:

Allah’a karşı gelmeyen (Tahrim 66:6),

Sadece emredileni yapan (Enbiya 21:26–27),

Yalnızca Allah’a ibadet eden (Nahl 16:49–50),

Kendi başlarına konuşmayan ve eylemde bulunmayan (Enbiya 21:27),

Cinsiyet atfedilmesi reddedilen (Nahl 16:57–62; Saffat 37:149–153)
varlıklar olarak tanımlanır.


Bu nitelikler, meleklerin birer bağımsız özne değil, Allah’ın buyruklarını yerine getiren irade dışı işleyen güçler (yasa/kanun) olduğunu düşündürür.

Bu durumda, Kur’an’daki melek kavramı, hem zihinsel-ruhsal güçler (vahiy alma, uyarılma, ilham) hem de kozmik-doğal güçler (ölüm, rüzgarlar, doğa olayları) düzeyinde ilahi sistemin işleyişini sürdüren görevliler olarak anlaşılabilir.


---

III. Kur’an’da Meleklerin Görev Alanları

Kur’an, meleklerin birçok görevde yer aldığını belirtir. Bu görevler, onları insan yaşamının her aşamasında ve evrenin işleyişinde etkin kılar:

1. Vahiy ve Bilgi Taşıma

Melekler, peygamberlere vahyi ulaştıran araçlardır. (Bakara 2:97; Nahl 16:2)


2. Ölüm ve Sonrası

Melekler, can alma (En’am 6:61; Secde 32:11), ölüm anında müminlere selam verme (Nahl 16:32) gibi süreçlerde yer alır.


3. Koruyuculuk ve Gözetim

“Her insan için önünden ve arkasından izleyen, Allah’ın emriyle onu koruyan gözcüler vardır.” (Ra'd 13:11)

“İnsan, ne söz söylerse yanında hazır bir gözetleyici (rakīb ‘atīd) vardır.” (Kāf 50:18)


4. Doğal Olayların İşletilmesi

Melekler rüzgarı, yağmuru, azabı yönlendirirler (Bakara 2:210; Hicr 15:8; Mürselât 77:5)


5. Kıyamet ve Mahşer Süreci

İsrafil’in sûra üflemesiyle başlayan süreçte melekler, yargılama ve ceza aşamalarında da görev alır (Zümer 39:68–75).

---

IV. Temsili Değil, İşlevsel Bir Kavram

Kur’an’da melek, hiçbir zaman sembolik ya da mitolojik bir varlık olarak sunulmaz. Kanatları olması (Fâtır 35:1) ya da "kuvvetli elçi" olarak tanımlanması (Tekvîr 81:19) gibi ifadeler, onların işlevlerini ve süratlerini tanımlayan temsillerdir. Kur’an, melekleri:

İnsanlaştırmaz,

Cinsiyet atfetmez,

Onları tanrısallaştırmayı şirk sayar (Necm 53:26–28).


MELEK VE KANATLAR

Kur’an’da meleklerin “ikişer, üçer ve dörder kanatlı” olarak nitelendirilmesi, genellikle Fâtır 35:1 ayetine dayandırılır:

"Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah’a mahsustur. O, dilediğine yaratmada artırır. Şüphesiz Allah her şeye gücü yetendir."
(Fâtır 35:1)



Bu ifade, literal (gerçek) anlamda bir "kanat"tan ziyade, güç kapasitesi, hareket kabiliyeti ve görevsel çeşitlilik gibi anlamlarla mecazi olarak değerlendirilmelidir.


---

Kanat Nedir? Güç ve İşlev Kavramı Olarak "Cenâh"

Arapça’da geçen "جناح / cenâh" kelimesi, sözlükte doğrudan “kanat” anlamına gelir. Ancak Kur’an’da ve Arap dilinde bu kelime, sadece kuş anatomisine işaret etmez. Aynı zamanda:

Koruyuculuk (şefkat):

“İnananlara karşı kanadını (tebazu, koruma) indir.” (Hicr 15:88; Şuarâ 26:215)



Yetki ve güç:

“Babacığım, benim için bir kanat (destek/güç) kıl.” (Kasas 28:26 – mecaz olarak destek anlamı)



Himaye ve tevazu:

“Onlara tevazu kanadını indir.” (İsrâ 17:24)


Bu bağlamda “kanat”, bir varlığın hareket kabiliyeti, etki sahası ve görev yetkisi anlamına gelir.


---

“İkişer, Üçer, Dörder Kanat” Ne Anlatıyor?

Ayette geçen “ikilik, üçlük ve dörtlük” ifadeleri, meleklerin güç birimlerini ya da görevsel yetki çeşitliliğini temsil eder. Bu bir tür ilahi görevlendirme hiyerarşisi veya işlevsel farklılaşmadır.

Şöyle anlaşılabilir:

“İkişer kanat”: Sınırlı bir görev kapasitesi veya dar bir alan etkisi.

“Üçer, dörder kanat”: Daha kapsamlı, daha güçlü, daha geniş alana tesir eden yetkiler.


Bu, günümüzdeki askerî veya yönetsel güç yapılarındaki “birlik – tabur – tugay – ordu” ölçeklerine benzer bir organizasyon yapısı gibi düşünülebilir. Yani:

Kanat = görev birimi × kudret derecesi


Kur’an’ın devamındaki ifade bunu destekler:
"Allah yaratmada artırır (yebsutu) dilediğine..."
Bu da meleklerin sabit değil, Allah’ın dilemesiyle güç ve işlev bakımından artırılabilen varlıklar olduğunu gösterir.


---

Neden Sayılar Verildi?

Kur’an’da sayıların sembolik anlam taşıdığı sık görülür. Buradaki sayılar da türlü görev dağılımını ve sınıflandırmayı göstermek içindir:

Sayılar mutlak değil, çeşitliliğin bir temsili olarak verilir.

Meleklerin sabit yapılar değil, Allah’ın yaratıcı fiiline tâbi dinamik güçler olduğu vurgulanır.

Sayılar bir “sınır çizme” değil, bir “imkân genişliğini” ifade eder.



---

Kanat = İşlev + Güç + Yönelim

Kur’an’daki “kanat” tasviri:

Anatomik değil, işlevsel-mecazi bir semboldür.

Hareket kabiliyeti, görev sahası ve güç kapasitesini ifade eder.

Meleklerin farklı görevlerde ve farklı güç düzeylerinde olduğunu bildirir.


Kur’an’ın genel mesajıyla da uyumludur: Melekler ne fiziksel olarak kanat çırpan varlıklardır, ne de sınırsız tanrısal güçlerdir. Onlar, Allah’ın yaratma fiilini ve buyruklarını icra eden çok boyutlu güç birimleridir.


---

Sonuç: Melekler Ne’dir?

Kur’an bağlamında melekler, Allah’ın evrende kurduğu düzenin yasalarını yerine getiren kozmik, zihinsel ve ahlaki güçlerin adıdır. Bunlar bazen bir vahyin alınmasında rol alır, bazen insanın iç dünyasında bir ilham olarak belirir, bazen de doğadaki bir olayın işleticisidir.

Kur’an’ın melek anlayışı, batıni ya da mitolojik bir evrenden çok, vahiy merkezli kozmik ve ahlaki düzenin bir açıklamasıdır. Bu yönüyle Kur’an, melek kavramını hem ruhanî bir düzlemde hem de evrensel yasallığın işleyişi içinde anlamlandırır.


UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

4 Mayıs 2025 Pazar

Modern Zihin Büyüsü: Hârût ve Mârût Kıssasının Çağdaş Yorumu 🧠

🧠 Modern Zihin Büyüsü: Hârût ve Mârût Kıssasının Çağdaş Yorumu


Kur’an’da Hârût ve Mârût isimleri yalnızca Bakara Suresi’nin 102. ayetinde geçer. Bu ayette sihir, şeytanî bir bilgi türü olarak nitelenir ve süreç içinde Hârût ve Mârût isimli iki meleğin, insanları imtihan eden birer uyarıcı olarak sihirle ilgili bilgi verdikleri anlatılır. Ancak bu bilgi mutlak anlamda bir öğretim değil, insanların tercihini ortaya çıkaran bir fitne unsuru (imtihan aracı) niteliğindedir. "Biz sadece bir fitneyiz, sakın inkâr etme!" diyerek önce uyarıda bulunurlar.


Kur’an’da sihir, yalnızca fiziksel büyü ya da gözbağcılığından ibaret değildir. Daha kapsamlı bir anlam dünyasında, hakikatin üstünü örten, insanı Allah’tan uzaklaştıran, algısını bozan ve bireyin bilinçli tercihini dumura uğratan her türlü bilgi ve ideolojik sistem de sihir olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda Hârût ve Mârût, sadece tarihsel iki melek figürü değil; hakikate erişme sürecinde insanlığın karşılaştığı etik ve bilişsel sınavların temsilidir.


Günümüzde "modern sihir" olarak tanımlanabilecek öğeler ise, bireyin algısını ve toplumsal düzeni bozan, hakikatin yerine geçen suni yapılar ve ideolojilerdir. Bunlar, medya manipülasyonları, tüketim kültürü, dogmatik ideolojiler, bireycilik vurgusu altında toplumsal bağların çözülmesi, hatta bazı dindar görünümlü yapılar aracılığıyla bireyin özgür iradesine müdahele edilmesidir. Bu yapılar, bireyi "koruma", "bilgilendirme" veya "yüelme" vaadiyle kuşatır; ama gerçekte onu Allah’la doğrudan ilişki kurmaktan uzaklaştırır.


Ayetin devamında, söz konusu sihir aracılığıyla "erkekle eşinin arasını açacak şeylerin öğrenildiği" ifade edilir. Bu ifade yalnızca ailevi bir bozulmaya değil, insanın diğer insanlarla kurduğu temel bağların bozulmasına, toplumsal yapının çözülmesine de işaret eder. Günümüzde bireyi bireye düşman eden ideolojik ve dijital yapılar da bu anlamda modern sihirdir.


Kur’an’da tekrar tekrar vurgulanan bir ilke vardır: Hakikat, yalnızca Allah’tan gelir ve ancak aklı, vicdanı ve vahyi birlikte kullananlar bu hakikate erişebilir. Hârût ve Mârût ise bu hakikate erişim yolunda, insanın sıınması gereken ikazları ve bilinçli seçim sorumluluğunu temsil eder. Sihir, yani hakikati perdeleyen her bilgi ve sistem, insanı Allah ile olan doğrudan bağından kopararak onun üzerinde psikolojik, sosyolojik ve dinî bir egemenlik kurar.


Sonuç olarak, Bakara 102. ayet, bir mitolojik anlatı değil; insanlığın her dönemde karşılaştığı hakikat ile aldatıcı bilgi arasındaki sınava dair evrensel bir temsildir. Modern sihir, bugün büyüğün kültürel, dijital, ideolojik ve dinî formlarla sürmektedir. Bu sınavdan başarıyla geçmek, ancak Hârûtlçe bir uyarıya kulak vererek ve Mârûtlçe bir bilinçle tercihte bulunmakla mümkün .


21 Haziran 2012 Perşembe

KURANDA MELEK KAVRAMI ⚡️


⚡️ KURANDA MELEK KAVRAMI


Arap dilbilim uzmanları, “ملك - melek” sözcüğünün kökeni ile ilgili olarak iki farklı tespitte bulunmuşlardır

Birinci görüşe göre; “melâike” ve bunun tekili olan “melek” sözcükleri, “elçi göndermek” anlamına gelen “ ؤلوك - ulûk” kökünden türemiştir. Aslı “مألك - me’lek” olan sözcük, ism-i zaman, ism-i mekân ve mastardır. Dolayısıyla başındaki “م - mim” ektir. Sonraları “ء - hemze” ile “ل - lâm” harfleri yer değiştirmiş ve sözcük “ملئك - mel’ek” hâline getirilmiştir. Sözcük, “Allah’tan elçi” anlamında isim olarak kullanılmaya başlanınca da hemze terk veya tahfif yoluyla kaldırılmış ve “melek” şeklini almıştır.

İkinci görüşe göre; “kuvvet, yönetim gücü” anlamındaki “ملك - melk” kökünden türemiş olan sözcüğün başındaki “م - mim” ek olmayıp sözcüğün aslındandır. “Mülk, milk, malik ve melik” sözcükleri de bu kökten türemişler ve anlamlarını da bu kökten almışlardır.

Melik (özne) + Meleke (fiil) + Melek (mef’ul) → Melekût (olay sahası)
                           ↑
                         Mülk (güç özü)




Mülk: güç,           
Melik: güç sahibi (özne),   
Meleke: güç fiili (yüklem),
Melek: fiilin mef’ulu (yüklemin nesnesi),       
Melekut da fiil/yüklem alanı veya sahası oluyor.

Kuranda  ise sözcük her iki kökten de türemiş ve türediği kökün anlamına göre farklı manalarda kullanılmıştır. Yani “melâike” sözcüğü bazen birinci görüşteki anlamda, bazen de ikinci görüşteki anlamda kullanılmıştır. Sözcüğün Kur’ân’da hangi anlamda kullanıldığı ise yer aldığı pasajın söz akışından ayırt edilmektedir.

Yani “el-melik”, “melekelerini” kullanarak “melaikeyi” ortaya çıkarıyor, bunların tezahür ettiği sahaya (alem) de “melekut” diyor. Bunu için de “mülk” O’nun oluyor. Bütün bunların yönetiminde Allah var ve hepsi O’nunla ilgili…

Kur’an melek diye güç sahibi olmayı kastediyor. Allah’ın melekleri, Allah’ın güçleri demektir. Rüzgar, fırtına, gök gürültüsü, yağmur gibi tabiatta varolan kuvvetler… Tabiatta varolan bir takım işlevsel fonksiyonlar… Hatta insanın bir takım ruhi ve psikolojik durumları… Peygamberimizin “Gök gürültüsü (ra’d) meleklerden bir melektir” (Tirmizi; Tefsir 13, Kurtubi; 2/19 tefsiri) demesi bunu gösterir.

Ra’d / 13: Gök gürültüsü, O'nun övgüsüyle birlikte, melekler de O'nun korkusundan(خيفت)(yönetim gücünden (hakkından) çekinmek) dolayı O'nu tesbih (kendilerine biçilen görevi uygularlar) ederler. Ve O, yıldırımlar gönderir de onunla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücâdele edip duruyorlar. Oysa O [Allah], çarpması pek çetin olandır.  ((خيفت): korku, yönetim hakkı için çekinmek) kelimesi Rûm 28 ayetteki kullanımına bakınız. )

Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda sözlük anlamı olarak “Kuvvet, yönetim gücü, elçi, haber verici” demek olan “melek” sözcüğü, terim olarak da Allah’ın bütün emirlerine uyan, O’na hiç isyan etmeyen yaratılmışları ifade etmektedir. Kur’ân’dan öğrendiğimize göre, diri ve akıllı olan, her şekle girebilen, sürekli Allah’ı zikir ve tesbîh eden meleklerde cinsiyet, şehvet, yeme-içme ihtiyacı, insanlardaki kötülük işleme yeteneği gibi özellikler yoktur. Tüm dinlerde var olan “melek” kavramı, bu tanımlamaya uygun olarak zihinlerde masum [günahsız], kanatlı güzel bir çocuk görünümüyle tasavvur edilmiştir. Bu tasavvur, genel anlamda “melek” kavramının ifade etmekten uzaktır. Buna rağmen bu tasavvur literatüre genel anlamda “melek” sözcüğünün karşılığı olarak girmiş ve sonuçta her “melek” sözcüğü bu tasavvura göre anlaşılmış ve dinimizde birçok yanlış inanış ve kabullere yol açmıştır. İşte bu sebeple, “melek” sözcüğünün Kur’ân’daki kullanım şekillerini tahlil etmek gerekmektedir.

“Cinn” kavramında aşağıda da inceleyeceğimiz anlama uygun olarak; “kapalı, yani beş duyu ile algılanması mümkün olmayan ama yararlı olan cisim, güç ve enerji” diye tanımlayabileceğimiz “melek”lerin hangi şeyden yaratıldığı Kur’ân’da konu edilmemiştir. Yalnızca İblisin Meleklerden olup Cin yapısında “nar(ateş)” den yaratıldığı bildirilmektedir.(A’râf  12) Fakat Kütüb-ü Sitte’den Sahih-i Müslim ve Müsned-i Ahmed b. Hanbel’de yer alan bir rivâyet, meleklerin “nur”dan yani ışından/enerjiden yaratıldığını iddia etmektedir. Kur’ân’da verilmeyen bir bilgi peygamberimize isnat edilmektedir.

Kur’ân’da iki âyette tesniye [ikil] olarak; on iki âyette tekil olarak; geçtiği diğer âyetlerde de çoğul olarak “melâike” şeklinde kullanılan sözcük, tek bir varlığı ifade etmeyip değişik varlıklar için kullanılmıştır. Açıkça belirtilmek sûretiyle “Arş’ı taşıyan melekler”, “Arş’ın çevresinde bulunan melekler”, “âhiretteki cennet ve cehennem melekleri” Kur’ân’da bu sözcük ile ifade edildikleri gibi, değişik zihinsel ve doğal güçler için de bu sözcük kullanılmıştır. Yani akıl, hafıza, refleks, vicdan, dikkat, algılama, merak, tercih, korku, ümit, zekâ gibi zihinsel fonksiyonlar ile doğadaki iradesiz canlılardan rüzgâr, yağmur, ısı gibi güçler de Kur’ân’da bu sözcük kapsamında ifade edilmiştir.
Meleklerin nüzulünü [hulûlünü] konu alan aşağıdaki âyetlerden bazılarında “melek” sözcüğü “elçiler [haberciler]” anlamında, diğer bazılarında da “yönetim güçleri” anlamında kullanılmıştır.
“Melek” sözcüğünün zihinsel ve doğal güçler için kullanıldığı âyetlerden örnekler:
  • Hafıza [bellek] için kullanıldığı âyetler: Zühruf 80, İnfitar 11, Târık 4, Kaf 17, 18, Kehf 49, Câsiye 28, 29, İsrâ 13, 14.

  • Dikkat [koruyucu melek] için kullanıldığı âyetler: İnfitar 10, Kaf 17, 18, Ra’d 11, En’âm 61.

  • Maneviyat, itidal, cesaret ve romatizmal ağrılar için kullanıldığı âyetler: Âl-i İmran 123–127, Enfâl 9-12, 50, Tevbe; 25, 26, Ahzâb; 9, 26, 56.

  • Doğal afetlere yol açan rüzgâr, kasırga vb. için kullanıldığı âyetler: Kamer 34, A’râf 84, Hûd 82, Hicr 8, 73, 74, Şu’arâ 173, Bakara 210.

  • Yük taşıyan hayvanlar [sığır, katır, eşek …] için kullanıldığı âyet: Bakara 248.
 ملك - Meleksözcüğünün “elçiler [haberciler]” anlamında kullanıldığı âyetler:

Kullarından dilediğine melekleri, emrinden [kendine özgü iş] olan ruh ile “Gerçek şu ki: Benden başka ilâh yok, o hâlde benden sakının” diye uyarmaları için indirir/ hulûl ettirir. Nahl; 2.
Şu bir gerçek ki, “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra hiç şaşmadan yol alanlar üzerine, melekler iner durur [hulûl eder durur] ; “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz size, dünya hayatında da âhirette de [yol gösteren, yardım eden] Yakınlarız. Orada sizin için nefislerinizin arzuladığı şey var. Orada sizin için istediğiniz şey var. Gafur ve Rahîm Allah’tan bir ikram olarak…” Fussılet; 30 32.

Hani sen inananlara, “Rabbinizin indirilen/ hulûl ettirilen üç bin melekle yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Âl-i Imran; 124.

Melek” sözcüğünün “yönetim güçleri” anlamında kullanıldığı âyetler:
Biz melekleri ancak gerçekle indiririz ve o zaman, asla göz bile açamazlar. Hicr; 8.
Hani elçiler onlara önlerinden, arkalarından gelerek şöyle demişlerdi: “Allah’tan başkasına ibâdet/kulluk etmeyin!” Şöyle cevap vermişlerdi: “Eğer Rabbimiz isteseydi, kesinlikle melekler indirirdi. Bu yüzden biz kendisiyle gönderilmiş olduğunuz şeyleri inkâr ediyoruz.” Fussılet; 14.
Ve: “Ona bir melek indirilseydi ya!” dediler. Eğer böyle bir melek indirmiş olsaydık iş mutlaka bitirilmiş olurdu. Sonra da kendilerine göz bile açtırılmazdı. En’âm; 8.

Görüldüğü gibi, örnek olarak verilen âyetlerin hepsi de meleklerin nüzulü [hulûlü] ile ilgili âyetlerdir. Bu âyetlerde “melek” sözcüğü ile hep aynı şey kastedilmemiş olmasına rağmen, hangi âyette ne kastedildiği kolayca anlaşılmaktadır.

Bu noktada çok önemli bir hususa daha dikkat edilmelidir. Bu önemli husus, “elçiler [haberciler]” anlamındaki meleklerin ne iş yaptıklarıdır. Yukarıdaki örnek âyetlere bakıldığında elçi meleklerin inzar [uyarı] ve tebşir [müjdeleme] görevi yaptıkları görülmektedir. Hâlbuki meleklerin inzar ve tebşir görevi yapmaları mümkün değildir. Çünkü Kur’ân bu görevlerin ya peygamberler ya da vahyedilmiş kitaplar tarafından yapıldığını belirtmektedir. Uyarı ve müjdeleme ile ilgili olan âyetlerin tümünden anlaşılan mesaj da uyarı ve müjdeleme görevinin peygamberler ve vahyedilen kitaplar dışında herhangi bir varlık tarafından yapılmadığıdır. (Mümin 15, İbrahîm 52, Ahkâf 12, Furkan 1, Fussılet 3, 4, 14, Bakara 97, 119, 213, Nahl 89, 102, Neml 2, En’âm 48, 92, A’râf 2, Sebe; 28, Fatır 24, İsra 105, Ahzab 45, Feth 8, Nisa 165, Kehf 56)

Dolayısıyla “melek” sözcüğünün, “elçiler [haberciler]” anlamında kullanıldığı âyetlerde bu sözcükle kastedilenler “Kur’ân Âyetleri”dir. Talâk sûresinin 10 ve 11. âyetlerine göre zaten Kur’ân’ın bir adı da “rasül [elçi]”dür. Bu elçi [haberci], toplumun canı demek olan güvenilir ve kutsal bilgiler içermektedir.

MELEKLER VE İNSAN’IN YARATILIŞI 🗺

🗺 MELEKLER VE  İNSAN’IN YARATILIŞI



İnsan topraktan-sudan [maddeden] yaratılmıştır:

And olsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. Ve cann’ı da daha önce nüfuz eden kavurucu ateşten yaratmıştık. Hani Rabbin meleklere, “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratıcıyım” demişti. “Ona bir biçim verdiğimde ve ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde edin.” (Hicr/26-29)

Bu konu için ayrıca Sâd/71, Sâffat/11, Müminûn/12-14, Enbiyâ/30, Furkân/54, Mürselât/20, Nûr/45, Hacc/5, Mümin/67, Kehf/37, Kıyâmet/36-38 aytlerine bakılabilir.

İnsanın yaratılışına toprak [madde] ile başlanmıştır:
Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden [sülâle’den] , basbayağı bir sudan yapmıştır. (Secde/7)

İnsan bir anda bugünkü yapısı ile yaratılmamış, aşama aşama yaratılmıştır:

Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır/aşama aşama yaratmıştır. (Nûh/14)

İnsanın yaratılış aşamalarından birisi de bitkilik evresidir:
Ve Allah sizi yeryüzünde bitki olarak bitirdi. (Nûh/17)

Söz konusu aşamalar, Müminûn/12-14, Mümin/67, Hacc/5, Kehf/37 ve Kıyâmet/36-38 ayetlerinde belirtildiği gibi, toprakla başlayıp bugünkü hâlimize gelinceye kadarki aşamalardır.

Bu sistem bugün için de aynıdır. Önce toprak, su, yenilip içilenler, teneffüs edilen hava gibi cansız maddeler canlıya dönüşerek dişide yumurta, erkekte sperm hücresi hâline gelmekte, sonra da alaka, mudğa, kemik ve et oluşumları bir şekillenme ile sürüp gitmektedir. Âyetlerden anlaşıldığına göre, ilk hayat da aynı sistemle, doğada önce basit bir canlıdan başlamış ve sonra alaka, mudğa gelişimine benzer bir seyirle bugünkü hâline gelmiştir. Bu gelişimler arasındaki zaman aralıkları ise belki milyonlarca yıl sürmüştür.
İnsan, Önce Yaratılmış, Sonra Düzenlenmiştir: Yani, insanın düzenlenmesi, ilk yaratılıştan sonra olmuştur:

Ki O, yarattı, bir düzen içinde biçim verdi. (A‘lâ/2)

Ey insan! Üstün kerem sahibi olan Rabbine karşı seni aldatıp yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, sana bir düzen içinde biçim verdi ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir sûrette seni tertip etti. (İnfitar/6-8)

Bir damla sudan yarattı da onu bir ölçüyle biçime soktu. (Abese/19)

İlk Yaratılıştan Sonraki Yaratılış [Eşin Yaratılması] , Eşeysiz Üremedir: İlk yaratılış bir nefisten gerçekleşmiş, bu nefsin eşi, nefsin kendisinden (eşeysiz olarak) yaratılmıştır. Eşeyli üremeler, bu ilk yaratılış ve eşeysiz olan ilk üremeden sonra başlamıştır:

Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan Rabbinizden korkup sakının. Ve (yine) kendisiyle birbirinizle dilekleştiğiniz Allah’tan ve akrabalık (bağlarını koparmak)tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir. (Nisâ/1)

Ayrıca A‘râf/189 ve Zümer/6 ayetlerine de bakılabilir.

Duyma, görme ve duygu [zihinsel fonksiyonlar] insana sonradan kazandırılmıştır:

Sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde/9)

Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi. (Nahl/78)

De ki: “Sizi inşa eden [yaratan] , size kulak, gözler ve gönüller veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz?” (Mülk/2-3)

Ve hiç kuşkusuz Biz, sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere, “Âdem’e secde edin” dedik; İblis hariç onlar hemen secde ettiler; o secde edenlerden olmadı. (A‘râf/11)

Ve sizin için duymayı, gözleri ve kalpleri yaratan O’dur. Pek az şükrediyorsunuz. (Müminûn/78)

Erkeklik ve dişilik meni ile belirlenir:

Doğrusu, çiftleri; erkek ve dişiyi, yaratan O’dur. Bir damla sudan (döl yatağına)meni döküldüğü zaman. (Necm/45-46)

İnsanın yapısı bakımından değersiz olduğu dönem milyonlarca-milyarlarca yıl [dehr] devam etmiştir:

İnsan üzerine, henüz kendisi anılabilecek bir şey değilken, dehrden bir süre geldi mi? Doğrusu Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık. Onu imtihan edeceğiz bu nedenle onu işitici, görücü yaptık. (İnsan/1-2)

Biz, onları Biz yarattık. Bedenlerini Biz sağlam yaptık. Dilediğimizde de benzerleriyle öyle bir değiştiririz ki! (İnsan/28)

Allah İnsanı Bilgilendirmiş; Ona Ruhundan Üfürmüş; Vahiy Göndermiş; Biraz Bilgi verilmiştir.: Âyette geçen, rûhun üfürülmesi/üflenmesi ifadesi, “Allah’ın insanı bilgilendirmesi, ona vahiy göndermesi, az bir bilgi vermesi” [bilgi koklatması] anlamına gelmektedir.

Ruhun üfürülmesi:

Onu amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan içine üflediğim zaman, hemen ona secdeye kapanın. (Sâd/72)

Onu amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan içine üflediğim zaman, hemen ona secdeye kapanın. (Hicr/29)

Sonra da ona bir biçim verdi ve ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme gücü, gözler ve gönüller [bilgiye ulaşma yolları] var etti. Ne kadar az şükrediyorsunuz! (Secde/9)

Allah’ın gerçek anlamda üfürmeyeceği bilindiğine göre, “üfürmek” ifadesinin mecâz olduğu hemen anlaşılmaktadır. Üfürmek ise, mecazen bir başkasına verilen şeyin en az miktarını ifade eder. Türkçe‘de bu eylem “koklatmak” olarak yer almıştır. Bu durumda ruhun üfürülmesi, “çok az miktarda bilgi verilmesi, bilginin koklatılması” anlamına gelmektedir. Nitekim İsrâ/85 ayetinde de, De ki:“Ruh Rabbimin işindendir. Ve size bilgiden ancak çok az verilmiştir denilerek, bu husus açıkça belirtilmiştir.

Ruhun Âdem’e üfürülmesinden ne kastedildiği de yine Kur’ân‘da açıklanmıştır:

Ve bir zamanlar Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife kılacağım” demişti de onlar, “Orada bozgunculuk yapan ve kan döken birini mi kılacaksın? Oysaki bizler, Seni hamd ile tesbîh ediyoruz, Seni kutsayıp yüceltiyoruz” demişlerdi. O, “Şu bir gerçek ki Ben sizin bilmediklerinizi bilmekteyim” dedi. Ve Âdem’e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere sundu ve “Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz” dedi. Dediler ki: “Yücedir şanın Senin. Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim. Sen, yalnız Sen âlimsin, her şeyi en iyi şekilde bilirsin; hakîmsin, her şeyin bütün hikmetlerine sahipsin.” Dedi: “Ey Âdem! Haber ver onlara onların adlarını.” O onlara onların adlarını haber verince, “Dememiş miydim Ben size! Ki Ben, göklerin ve yerin gaybını en iyi bilenim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı da sakladıklarınızı da en iyi biçimde bilmekteyim” dedi. Ve o vakit Biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis dışındaki melekler hemen secde etmişti. İblis yan çizmiş, kibre sapmış ve nankörlerden olmuştu. (Bakara/30-34)

Dikkat edilecek olursa Sâd/72 ve Hicr/29‘a göre meleklerin secde etmesi, Âdem’in belirli aşamalardan geçirilerek [amaçlanan düzgünlüğe ulaştırılarak] nihaî şekle getirilip, kendisine ruh üfürülmesinden sonradır. Bakara/30-34‘de ise meleklerin secde etmesinden önce Âdem’in geçirdiği değişim ya da aşama, “Âdem’in bilgilendirilmesi ve bilgisinin meleklerin bilgisi ile karşılaştırılması” olarak açıklanmıştır. Yani, Sâd ve Hicr sûrelerinde kullanılan ruh üfürme tabiri, Bakara sûresi‘nde yerini bilgi ile bilgilendirmeye bırakmış, böylece ruh üfürme tabirinin, “bilgi ile bilgilendirmek” anlamına geldiği açıklanmıştır.

Ruh üfürülmesi tabirinin, Âdem’e verilen bilginin “koklatma” anlamına geldiğinin kanıtı ise, İsrâ/85 âyetidir. Burada hemen belirtmek gerekir ki, Âdem’e verilen bilginin azlığı, sadece Rabbimizin sonsuz bilgisine nispetledir. Şöyle ki:

De ki: “Rabbimin sözleri için deniz mürekkep olsa Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenirdi, hatta bir o kadarını daha getirsek bile.” (Kehf/109)
Şayet yeryüzünde ağaçtan ne varsa kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah’ın sözleri tükenmezdi. Şüphe yok ki Allah azizdir, hakîmdir. (Lokmân/27)

Durum böyle olunca, Rabbimizin ilkinden en sonuncusuna kadar tüm peygamberlerine gönderdiği vahiyler [kitaplar ile bildirdiklerinin toplamı] , koklatmadan [üfürmeden] başka bir şey değildir.

SECDE:  السّجدة [secde] denince ilk olarak, namazın erkânından olan ve ibâdet kastı ile alnın yere konulması şeklinde yapılan eylem akla gelmektedir. Dolayısıyla da secde etmek eyleminden, “ibadet etmek” anlamı çıkarılmaktadır. Hâlbuki secde sözcüğünün esas anlamı, “boyun eğmek, itaat etmek” demektir. İbadet ve saygı için alnın yere konması ise, itaat ve boyun eğmenin sadece bir simgesidir. 
 
ÂDEM’E SECDE EDEN MELEKLER:

Melek sözcüğünün sözlük anlamı olarak “kuvvet, yönetim gücü, elçi, haber verici” anlamlarına geldiğini; terim olarak da Allah’ın bütün emirlerine uyan, O’na hiç isyan etmeyen varlıkları ifade ettiğini belirtmiş, ayrıca Kur’ân’daki melek sözcüğünün değişik şeyler için kullanıldığını; insanın yararına çalışmakla görevlendirilmiş değişik zihinsel fonksiyonlara, iradesiz canlılara ve doğal güçlere de “melek” dendiğini gördük. Âdem’e secde eden meleklerin, halk kültürüne yerleşmiş şekli ile sürekli namaz ve niyazda olan melekler olmadığı; insandaki akıl, zekâ, ar, hayâ, hafıza, dikkat gibi zihinsel fonksiyonlar ile yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ağaç, nebat gibi insan dışında doğada mevcut diğer canlılar ve güçler olduğu hemen anlaşılmaktadır. Çünkü bu sayılanların hepsi Âdem’e [insana] boyun eğmişlerdir [secde etmişlerdir] , hâlen de eğmektedirler ve kıyamete kadar da eğmeye devam edeceklerdir. Şöyle ki:

İnsana ruh/bilgi üfürüldüğü zaman, insan bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir bir güce sahip duruma gelmiş ve bilgilendiği zamandan itibaren bilgisi oranında doğaya hükmetmeye başlamıştır. Hayvanları evcilleştirmiş, onların etinden, sütünden, yumurtasından, gücünden yararlanmış hatta en vahşîlerini bile kafeslerde, hayvanat bahçelerinde seyir amacıyla emri altına almıştır. Rüzgâra değirmen taşlarını döndürtmüş, gemilerini yüzdürmek için yelkenleri şişirtmiştir. Akıp giden ırmakların suyunu barajlarla kontrol altına almış, içmede ve sulamada kullandığı bu sudan elektrik üretmiştir. Doğadaki madenlerden her alanda sayısız yararlar sağlamış, ormandaki ağaçlar ise insanın arzusu doğrultusunda yakacak, mobilya, kâğıt olmuştur. Havadaki oksijen sayesinde yaktığı ateş ile kendisini ısıtmış, yemeğini pişirmiş ve daha pek çok alanda kendine yarar sağlamıştır. İnsanın doğadaki birçok şeyi kontrol edişine dair verilebilecek örnekler saymakla bitmez. İnsanın doğaya hâkim oluşu ile ilgili bütün bu örnekler, doğa varlıklarının ve güçlerinin [meleklerin] , Âdem’e [insana] boyun eğip itaat ettiğini [secde ettiğini] gösteren birer delil niteliğindedir. Burada gözden kaçırılmaması gereken bir husus vardır ki, o da Âdem’in “bilgilendirilmiş insan” olduğudur.

Sonuç olarak, melekler/yönetim güçleri sıradan insana değil, kendisine ruh üfürülmüş [Rabbimizin sonsuz bilgisine nisbetle az bir bilgi ile bilgilendirilmiş] , yani Adam/Âdem olmuş insana secde etmektedirler [boyun eğmektedirler] .