Bu Blogda Ara

kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Haziran 2025 Pazartesi

Dondurulmuş Din Modeli 😰




Sahabe ve tabiinin yaşantısını “dondurulmuş model” haline getirip, onu dinin özü gibi sunan ve bu yolla Allah’ın dinini zorlaştıran anlayışlara karşı Kur’an merkezli bir eleştiri yapalım.


Kılı Kırk Yaranlar: Allah’ın Dinini Zorlaştıranlar Üzerine Kur’an Merkezli Bir Eleştiri


Giriş: Din Kolaylıktır, Peki Zorlaştıranlar Kim?

Kur’an, Allah’ın dinini insan fıtratına uygun, anlaşılır ve kolay kılınmış bir yol olarak tanımlar. “Allah sizin için dinde bir zorluk kılmadı” (Hac 22/78) ayeti, bu temel ilkenin apaçık ifadesidir. Ancak tarihsel süreçte din, kolaylıktan zorlaştırmaya, özgürleştiricilikten baskıcılığa, vahyin ruhundan kültürel darlıklara indirgenmiştir. Bu dönüşümde, özellikle nebî sonrası dönemlerde, sahabe ve tabiinin bazı uygulamalarının dondurulup “din” gibi sunulması ve “kılı kırk yaran” yorumlarla bu geleneklerin kutsanması önemli rol oynamıştır.

1. Ciltler Dolusu Kitaplar: Dini Açıklamak mı, Yoksa Bulandırmak mı?

İslam’ın ilk muhataplarına gelen Kur’an, açık ve anlaşılır bir hitapla gönderilmiştir:

“Apaçık Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Yûsuf 12/2)
“Biz bu Kur’an’da insanlar için her örnekten verdik ki düşünüp öğüt alsınlar.” (Zümer 39/27)



Oysa zamanla, bu açık mesaj; mezhep imamlarının fetvaları, hadis kitaplarının yığınları ve kelam kitaplarının spekülasyonları arasında yeni bir dinî katman hâline geldi. Dini tebliğ değil, tahkim ve tasnif uğraşısına döndü. Kur’an’ın anlam ufku yerine, insan sözleri referans alındı. Dinin ruhu, lafzın prangasına mahkûm edildi. Böylece:

Vahyin açıklığına karşılık, yorumların kapalılığı,

Allah’ın kolaylığına karşılık, insanların zorluğu yerleşti.


2. Sahabe ve Tabiin Dini: Samirileşen Temsil

Kur’an, insanların Allah’a karşı sadakatini yalnızca vahye bağlılıkla ölçer. Nebînin yakınında bulunmak ya da ondan sonra yaşamak, otomatik bir otorite değildir. Ancak zamanla “sahabe ve tabiinin yaptıkları” dinin özüne eşitlendi. Bu, tıpkı Samiri’nin "bu altın buzağı Tanrınızdır, Musa da onu unuttu" (Tâhâ 20/88) demesi gibi bir tavırdır.

Samiri altından put yapmıştı, bugünün samirileri ise tarihi davranışları “rasul izidir” diye satar. Oysa Allah şöyle uyarır:

“Onlar dinlerini parça parça ettiler ve grup grup oldular. Senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur.” (En’âm 6/159)



Buradaki “parça parça etmek”, dini sahabe, mezhep, yorumlar üzerinden sınıflandırıp kutsallaştırmaktır. Kur’an’ın bütünlüğü yerine, tarihsel davranışlar “şeriat” diye sunulmuştur.

3. Evirip Çevirip Din Adına Zorlaştırmak: Kur’an’a İhanet

Kur’an’ın mesajı açıktır:

“Biz sana kolay olanı kolaylaştıracağız.” (A’lâ 87/8)
“Allah sizi affetmek ister; ama onlar ise arzularının peşine uymanızı isterler. Allah size yük yüklemek istemez.” (Nisâ 4/27-28)



Buna rağmen, insanlar:

Her ibadeti formüllere çevirdiler,

Kur’an’da olmayan detayları “farz” saydılar,

Nebî’ye ait olmayanları ona mal ettiler,

Dini, anlaşılır yaşamdan çıkarıp fıkıh labirentine hapsettiler.


Bu, Allah’ın açık kitabına karşı gizli bir meydan okumadır.

4. Dini Zorlaştıranlar Kimlerdir?

Kur’an, dini zorlaştıranları açıkça eleştirir:

Haricîler gibi dini katılaştıranlar (bkz. Hadîs eleştirisi),

Ehli Kitap gibi bilgiyi tekel yapanlar,

Şeyh, imam, fakih gibi dinin önüne geçen figürler:


“Onlar bilginlerini ve din adamlarını Allah’tan ayrı rabler edindiler…” (Tevbe 9/31)



Yani Allah adına konuşan ama Allah’ın söylemediğini söyleyen herkes “zorlaştırıcı”dır.

5. Gerçek Kolaylık: Rasul’ün İzinden, Kur’an’la Gitmektir

Rasul, din koyucu değil, dinin tebliğcisidir. O da başka bir şey değil, yalnızca Kur’an’a çağırır:

“Ben yalnızca bana vahyedilene uyarım.” (En’âm 6/50)
“De ki: Ben size Allah’ın kitabını tebliğ ediyorum.” (Enbiyâ 21/45)



Rasul’ün izinden gitmek, onun vahye bağlılığına uymaktır; onun yaşadığı dönemin örflerine değil.


---

Sonuç: Allah’ın Dinini Kolaylaştırın, Engeller Kurmayın

Kur’an, hakikati insanlara ulaştırmak, içsel özgürlüğü sağlamak, bireyin aklını ve vicdanını uyandırmak için indirilmiştir. Bu yüzden onun mesajı ne tarihsel figürlerle sınırlıdır, ne de hacimli kitaplarla kuşatılabilir. Zorlaştırıcılar, Allah’a değil kendi egolarına çağıranlardır. Din, Allah’a aitse, onun kolaylaştırıcılığına sadakat göstermek, hakikatin ilk şartıdır.


---

24 Haziran 2025 Salı

Nüzul Sırasına Sığınmak: Kur’an’la Yüzleşmekten Kaçışın Modern Yolu




Nüzul Sırasına Sığınmak: Kur’an’la Yüzleşmekten Kaçışın Modern Yolu


Ümmi Toplumdan Ehli Kitap Zihniyetine: Kur’an’ı Yeniden Anlamanın Sorumluluğu



---

Giriş: Kur’an ve İnşa Edici Vahiy Tecrübesi


Kur’an, ilk muhataplarına indiğinde karşısında ümmi, yani yazılı vahiy mirasına sahip olmayan, özgün bir ilahi mesajla tanışmamış bir toplum vardı. Bu toplum, inanç sistematiği bakımından yozlaşmış değil; henüz bozulmamış, bilinçsiz bir zihin evresindeydi. Kur’an, bu ümmi toplumun zihinsel ve ahlaki yapısını temelden inşa ederek, tarih boyunca eşi benzeri görülmemiş bir kültürel ve toplumsal dönüşüm gerçekleştirdi.

Ancak bugün, Kur’an ümmi bir topluma değil, "ehli kitaplaşmış", yani dinî gelenekle iç içe geçmiş ama Kur’an’ın gerçek mesajından kopmuş bir topluma hitap etmektedir. Bu toplum, vahyin inşa edici yönünü unutarak onu ya kutsal bir nesneye indirgemiş ya da yorum kalıpları içinde boğmuştur. Bu sebeple Kur’an’la ilişki kurma biçimimiz radikal bir zihinsel ve ahlaki yenilenme gerektirir.


---

Nüzul Sırasına Sarılmak: Anlamaya Direncin Maskesi mi?


Son yıllarda yaygınlaşan “nüzul sırasına göre okuyalım” eğilimi, görünüşte Kur’an’ın tarihsel bağlamına saygı gibi görünse de, çoğu zaman hakikatin doğrudan muhataplığından kaçma biçimine dönüşmektedir. Evet, tarihsel bağlam önemlidir; ama Kur’an kendisini sadece bir zamanın değil, bütün zamanların rehberi olarak sunar. Ayetler tarih içinde inmelerine rağmen, içerdikleri ilkeler evrenseldir.

Bugün birçok insan Kur’an okumaya başladığında, Elif Lâm Mîm gibi sembolik ifadeler karşısında zihnen duraklar, anlamlandıramaz ve geri çekilir. Bu durum sadece “anlamamak” değil, önceden yüklenmiş yorumlar, beklentiler ve korkularla örülmüş bir zihnin kilitlenmesidir. Oysa ilk muhataplar için bu ifadeler, dikkat kesilmeye çağrıydı; şimdi ise çoğu zaman anlam arayışını iptal eden bir engel gibi görülüyor.


---

Kur'an'ı Anlamada Yeni Bir Yol: Bağlamsallık ile Evrensellik Arasında


Kur’an’ın ilk muhatapları, her ayeti günlük hayatta etkili olacak şekilde algıladı. Bugün ise Kur’an çoğunlukla ritüel nesnesi olarak görülüyor. Bu değişimin temel sebebi, vahyi tarihsel bir tecrübe olarak görmekle onu yaşayan ve şu an konuşan bir hitap olarak algılamak arasındaki farktır.

Nüzul sırasına göre okumak, eğer Kur’an’ın vahiysel gelişimini, toplumu nasıl dönüştürdüğünü anlamaya yardımcı oluyorsa faydalıdır. Ancak bu sırayı tek geçerli okuma biçimi saymak, onu mutlaklaştırmak, Kur’an’ı bugüne taşımak yerine geçmişe gömmek olur. Oysa Kur’an, bir toplumun nasıl inşa edildiğini gösterdiği kadar, şu an nasıl inşa olunması gerektiğini de öğretir.


---

Anlamadığımız Kur’an Bizim Olmaz


Kur’an’ı anlamamak sadece dil sorunu değildir; çoğu zaman bu, anlamaya niyet etmemenin sonucudur. Niyet, sadece anlamı çözmek değil, onunla yüzleşmek demektir. Ayetler karşısında pasif bir alıcı olmak yerine, sorgulayıcı, dönüştürücü ve bağlanıcı bir muhatap olmak gerekir.

Örneğin infak ayetleri yalnızca zekât vermeye değil; zamanı, bilgiyi, enerjiyi de Allah yolunda harcamaya çağırır. Bu ayet, bugün nasıl yaşıyoruz sorusunu sordurmalı, sadece "okunup geçilen" bir metin olarak kalmamalıdır.


---

Kur’an: Keşfedilecek Nesne Değil, Hesap Gerektiren Rehber


Bugün “Kur’an’ı yeniden keşfetmek” moda bir tabir haline geldi. Fakat Kur’an keşfedilecek bir şey değil, hesaba çekileceğimiz bir sözleşmedir. Onunla karşılaşmak, sadece entelektüel bir merak değil, ahlaki bir bağlanma ve dönüşüm sorumluluğudur.

Toplumumuz Kur’an’a kitap ehli gibi davranıyor ama ona söz hakkı vermiyor. Hadisleri, gelenekleri, mezhep görüşlerini Kur’an’ın önüne geçirerek, onu belirli kalıplara hapsediyor. Bu da Kur’an’ı “duyulan ama dinlenmeyen”, “okunan ama yaşanmayan” bir kitaba dönüştürüyor. Oysa Kur’an, susturulmaya değil, konuşmaya çağırır.


---

Yeniden Başlamak: Zihinsel Değil, Ahlaki Bir Devrim


Kur’an okumaya “başlamak”, bir sıralama seçmekle değil; zihni ve kalbi açmakla mümkündür. İlk soru şudur:

Bu kitap beni mi inşa edecek, yoksa ben onu kendi sistemime mi entegre edeceğim?



Kur’an, insan yapımı sistemlerin içine alınacak bir kaynak değil, sistemleri değiştiren bir otoritedir. Onunla ilişki kurmak, eskiyi süslemek değil; gerekirse yıkmak ve yeniden kurmaktır.


---

Sonuç: Kur’an’la Gerçek Yüzleşme


Bugün Kur’an’a yaklaşımımızda ciddi bir dürüstlük sorunu yaşıyoruz. Nüzul sırasına sarılmak, Elif Lâm Mîm’de takılıp kalmak, kültürel mirası mutlaklaştırmak gibi yollarla, Kur’an’la yüzleşmekten kaçıyoruz.

Oysa Kur’an hâlâ canlıdır. Onunla yüzleşmek, tarihsel bağlamı anlamakla birlikte, şu anki toplumsal, ahlaki ve zihinsel çarpıklıklarımızı görmek demektir.

“Bu, diri olanları uyarmak ve inkârcılar üzerine sözün gerçekleşmesi içindir.”
(Yâsîn, 36:70)



Kur’an ümmi bir toplumu inşa etti. Bugün de ehli kitap zihniyetine gömülmüş zihinleri dönüştürebilir. Ancak bu, onu keşfetmeye değil, ona teslim olmaya bağlıdır.


---


Son Söz: Ümmi Zihniyetten Kur’an'ın İnşa Ettiği Zihniyete


Kur’an’ı sadece kutsal bir metin değil, yaşamın her alanını dönüştüren bir inşa rehberi olarak görmediğimiz sürece, onu anlamış sayılmayız. Elif Lâm Mîm gibi ayetler, bilinmezlik değil, derin bir davet içerir: “Dikkat kesil ve inşa ol!”

Kur’an, yaşayan bir hitap olarak okunduğunda anlam açar. Ama bu, ancak “anlamaya niyet etmiş” zihinlere gerçekleşir.

19 Haziran 2025 Perşembe

KURANA GÖRE KİTAP NEDİR? 📖




📖 Kur’an ve Kitap: Vahyin İki Yüzü, Bilincin İki Katmanı


Vahyin Derin Yapısı

Kur’an, sadece bir “metin” değil; insanlıkla Allah arasındaki çok katmanlı bir iletişimin, hem tarihsel hem de evrensel boyutlarını içeren canlı bir bilinç sistemidir. Bu sistemi anlamanın temel yollarından biri, Kur’an’ın sıkça kullandığı iki anahtar kavramı – el-Kitâb ve el-Kur’ân – derinlemesine kavramaktır.

Bu iki kelime ilk bakışta eş anlamlı gibi görünse de, Kur’an bağlamında aralarında çok temel ve işlevsel farklar vardır. Bu fark, yalnızca semantik değil; vahyin mahiyeti, kaynağı, işlevi ve bilinçle olan ilişkisi açısından da belirleyicidir.


---

1. Kitap (el-Kitâb): Zaman Üstü Hakikat ve İnsanlık Hafızası

“Kitap”, Arapça “ketebe” kökünden gelir ve yazmak, kaydetmek, sabitlemek anlamı taşır. Kur’an’da geçen el-Kitâb, sadece Kur’an metnini değil, Allah katındaki ezelî bilgi kaynağını, başka bir deyişle hakikatin levhasını (levh-i mahfûz) ifade eder.

 وَإِنَّهُۥ فِىٓ أُمِّ ٱلْكِتَـٰبِ لَدَيْنَا لَعَلِىٌّ حَكِيمٌۭ
“Şüphesiz o (Kur’an), katımızda ana kitapta yer almakta, yüce ve hikmet doludur.”
(Zuhruf 43:4)


Bu bağlamda, “kitap” sadece indirilen bir metin değil, bütün insanlık tarihinin ilkesel özeti, kolektif hafızası ve doğru ile yanlışı ayıran evrensel bir kod sistemidir.

Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (s) gibi peygamberlerin hayatı, yalnızca birer olay değil; insanlık tarihine yön veren “ayet”lerdir. Eğer bu insanlar yaşamamış olsaydı, kitapta yer almazlardı. Bu ifade, kitabın yalnızca Allah katından gelen bir levha değil; yaşanmışlıkla yazılmış bir gerçeklik olduğunu da ima eder.

 وَاذْكُرْ فِى ٱلْكِتَـٰبِ نُوحًا – “Kitapta Nuh’u an.”
(Meryem 19:41)


Bu ifade, vahyin zamanla etkileşim içinde olduğunu, “kitap”ın yaşanmış hakikati içerdiğini gösterir. “Kitap” burada bir hafıza mekânıdır; insanlık deneyiminin kayıtlandığı bilinç düzlemidir.


---

2. Kur’an: Zaman İçinde Açılan Sesli Mesaj

“Kur’an” kelimesi “kara’e” (ق-ر-ء) kökünden gelir ve “okumak, toplamak, seslendirmek” anlamlarına gelir. Kur’an, el-Kitâb’tan indirilen, zaman içinde açılan, sesli ve canlı bir iletişim biçimidir. Kur’an vahyi, sabit ve ezelî olan kitabın, insan zamanına sesli bir hitap olarak girmesidir.

 إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآنًۭا عَرَبِيًّۭا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
“Biz onu akl edesiniz diye Arapça bir Kur’an yaptık.”
(Zuhruf 43:3)



Bu ayet, Kur’an’ın sonradan “yapıldığını”, yani bir kaynaktan (el-Kitâb’tan) aktarıldığını gösterir. Kur’an, kitabın sadece okunan, işitilen ve muhataba ulaşan yüzüdür.


---

3. Kur’an = Ses; Kitap = Bilgi Hafızası

Bu iki kavram, vahyin iki yüzünü temsil eder:

Kavram Anlam Fonksiyonu

el-Kitâb Yazılmış, sabitlenmiş, zaman üstü bilgi Hakikatin özü, ilahi yasa, ilke
el-Kur’ân Okunan, indirilen, sesli mesaj İnsanla konuşan ilahi hitap


Bu fark, tıpkı bir müzik notasının bestelenmiş hali ile sahnede çalınmış hali arasındaki fark gibidir. “Kitap”, bütünün mimarisidir; Kur’an ise onun sahnelenmiş sesidir.


---

4. Mübîn: Açıklığın İki Katmanı

Kur’an’da hem kitap hem Kur’an için aynı sıfat kullanılır: mübîn (apaçık)

Kitâbun mubîn: İlahi plan açıktır.

Kur’anun mubîn: Mesaj açık bir şekilde iletilmiştir.


قُرْآنًا عَرَبِيًّا مُّبِينًا
“Apaçık bir Arapça Kur’an olarak.”
(Yusuf 12:2)

وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ
“Apaçık Kitap hakkı için!”
(Zuhruf 43:2)



Bu, vahyin hem kaynağının hem de sunumunun berrak olduğunu gösterir. Kur’an, kitabın örtüsüz yüzüdür.


---

5. Vahiy: İndirme Değil Açığa Çıkarma Süreci

Kur’an’da “inzâl – indirildi” ifadesi, aslında önceden var olan bir hakikatin bilinç düzeyine taşınmasını anlatır. Yani vahiy bir “icat” değil, bir “keşif”tir. Bu keşif süreci hem evrenin doğal yasalarında hem insanlık tarihinde hem de bireyin vicdanında paralel bir şekilde işler.


---

6. Kur’an = Tarih Değil, Tarihten Ayıklanmış Hakikat

Kur’an, tarih kitabı değildir ama tarihin hakikatlerini ilahi yasalara göre damıtarak anlatır. Kur’an’daki kıssalar, belirli peygamberlerin çağlarındaki mücadelelerini anlatsa da, esas mesaj “sünnetullah” – Allah’ın değişmeyen yasaları üzerine kuruludur.

 لَقَدْ كَانَ فِى قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِّأُو۟لِى ٱلْأَلْبَٰبِ
“Kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır.”
(Yusuf 12:111)


Bu, “kitap”ın işlevini teyit eder: Bilginin tarihsel değil, ilkesel olarak korunması.


---

Sonuç: Kitap Yaşanandır, Kur’an Duyurulandır

Kur’an, kitap değildir.
Kur’an, kitabın zaman içinde açılmasıdır.


Kur’an, Allah’ın evrensel yasalarını (el-Kitâb) zaman içinde sesli bir dile dönüştürmesidir. Kitap yaşanmıştır, Kur’an okunandır. Kitap kolektif bilinçtir, Kur’an o bilinci harekete geçiren çağrıdır.

Bu bilinçle yaklaşıldığında, Kur’an sadece okunacak değil; yaşanacak, yaşanmışlıktan alınacak, yaşanarak yeniden yazılacak bir metindir.


---

18 Haziran 2025 Çarşamba

HİCR SURESİ "zaman üstü kitap " 🌋


🌋 1. “Açık Kitap”tan Gelen Vahiy (15:1)

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ
Elif Lâm Râ. Bunlar Kitab’ın ve apaçık Kur’an’ın ayetleridir.

Surenin başında “Kitap” ve “Kur’an” ayrımı dikkat çeker. Bu ayrım bazı yerlerde şöyle görünür:

  • “Kitap”: Levh-i Mahfuz’da yazılı olan ilahi bilgi, sabit ilke ve gerçek.

  • “Kur’an”: Bu bilginin, belirli olay ve muhataba göre okunan, indirilen hali.

Yani Kur’an sadece bir “metin” değil, zamanla buluşan bir akış, vahiyle inşa edilen bilinçtir. Bu da gösterir ki Kur’an hem zamanüstü (kitap) hem zamanla ilişkili (kur’an) bir hakikattir. Bu ayrım çok temel ve çok az fark edilir.


🧠 2. “Alay Etmişlerdi, Ama...” (15:11-13)

“Onlardan öncekilere de elçi gelmişti, ama onlar hep alay ettiler.”
“Biz de o alayı, onların kalplerine sokarız.”

Burada şaşırtıcı olan şu:
İnkarcıların alaycılığı, bir dış eylem değil, kalpte yerleşen bir arıza gibi tanımlanıyor. Allah onların bu tavrını “kalplerine yerleştiriyor” çünkü onlar zaten bunu içselleştirmişlerdi.
İnkar, yalnızca aklî bir ret değil; kalbi bir kibir ve alaycılık hâlidir.


🧊 3. “Taştan Sert Kalpler ve Cehennem Kapıları” (15:43-44)

“Elbette cehennem onların tümüne vaadedilmiştir. Onun yedi kapısı vardır. Her kapıdan bir grup girer.”

“Yedi kapı” ifadesi sıradan değil. Kur’an'da cennet için de yedi seviye (katman) ima edilir (Bkz: 2:29, 65:12), ama cehennem kapılarının her biri farklı bir grup içindir.

Bu da şu mesajı verir: Cehennem tek tip bir yer değil, her kötülük türü için ayrı kapı vardır – inkâr, kibir, zulüm, fesat, aldatma, alaycılık, bencillik...

Yani “yedi kapı”, ahlaki yozlaşmanın yedi farklı tezahürüne işaret eder.


💨 4. Cinlerin ve Ruhsal Arazinin Korunması (15:17-18)

“Gökyüzünü her türlü kovulmuş şeytandan koruduk.”

Burada dikkat çekici olan şu:
Kur’an, bilgiye ulaşma yolları arasında “semayı dinlemeye çalışma”yı (15:18) cinlerin yaptığı bir şey olarak anlatır. Ama bu yol artık kapatılmıştır.

Bu şu anlama gelir:

Gayb bilgisi artık gökten dinlenerek alınamaz. Sadece vahiy yoluyla bilinir.
Bu, “mistik yollarla hakikate ulaşma” iddialarını çürüten bir mesajdır.


🪨 5. Taşa Can Vermek: “Semûd’a Apaçık Dişi Deve” (15:80-84)

“Semûd halkı uyarıları yalanladı. Onlara ayet olarak dişi deveyi verdik ama onlar zulmettiler...”

Bir kaya içinden çıkan canlı, sadece bir mucize değil, aynı zamanda taşlaşmış kalplere karşı hayatın fışkırmasıdır.
Semûd'un yaşadığı bölgeler taşlık yerlerdir. Dişi deve, hem mucizevi bir yaratım hem de “taş”tan çıkan rahmetin, insanın inkârla kıyaslandığında ne kadar taş kalpli olabileceğinin göstergesidir.


🔐 6. “Zikri Biz İndirdik, Biz Koruyacağız” (15:9)

“Zikri biz indirdik ve biz onu elbette koruyacağız.”

Kur’an'ın kendisini koruma garantisi verdiği tek ifadedir bu. “Zikir” burada hem Kur’an’ı hem de insanın fıtratını uyaran ilahi sesi temsil eder.
Yani:

  • Kur’an metni korunmuştur,

  • Ama aynı zamanda “zikreden kalpler” de ilahi sistem tarafından gözetim altındadır.


📜 7. Şeytanın Taptığı Şey: “Toprak ve Ateş” (15:33)

“Ben ondan üstünüm. Beni ateşten, onu topraktan yarattın.”

İblis'in düşüşü, “ateş/toprak kıyası”ndan gelir.

  • Ateş: yükselir, şekil almaz, yakar.

  • Toprak: alçak gönüllüdür, bereketlidir, üzerinde her şey yetişir.

İblis’in düşünce biçimi: maddeci, biçimci, üstten bakan, benmerkezci bir akıl.
İşte Kur’an, “şeytanî düşünce”nin, özde değil biçimde üstünlük arayan zihniyet olduğunu gösterir.
Bugünün ırkçılığı, sınıfçılığı, kibir ideolojileri hep bu kıvılcımdan türemiştir.

16 Haziran 2025 Pazartesi

TUR SURESİ " vahyin ilk teması" 🏔️



🏔️ 1. Dağ değil, yemin edilen bir bilinç sabiti:

“Ve’t-Tûr.” (52:1)

Kur’an’da üzerine yemin edilen şeyler hep bir hakikatin tanığıdır. “Tûr” sadece bir dağ değil; Musa’ya vahyin geldiği yer olması bakımından bilinçte vahyin ilk temasını, sarsıcı uyanışı, şuurun zirvesini sembolize eder. Allah oraya yemin ederken, aslında “vahyin bilince dokunduğu yer”e yemin eder.


📜 2. Yazılı ama çözülmüş kitap ne demek?

“Ve kitabın, yayılan bir sahifede yazılmış olanına.” (52:2–3)

Kitap burada “mastur” (yayılmış, açılmış) bir sahife. Bu, saklı değil, açığa vurulmuş bilgiyi, gizemi kalmamış hakikati simgeler. Artık bilgi sır olmaktan çıkmıştır. Vahiy kendini açmıştır. Bu da insanın bahane üretmesini imkânsız kılar. “Bilmiyordum” diyemez.


🕊️ 3. “El-Ma’mur” gök: Sürekli işleyen bir bilinç sistemi

“Ve el-Ma’mûr olan Beyt’e...” (52:4)

Beytü’l-Ma’mur, gökteki “Kâbe” olarak anlatılagelir. Ancak daha derinlemesine bakarsan bu, kozmik düzenin sürekli ibadet hâlinde olmasıdır. Her şey Rabbi’ni tesbih etmekte. Yani “evrende hiçbir şey boş durmaz, her varlık kendi hal diliyle ibadet hâlindedir.” Bilinç, sürekli yaratıcıya yönelmekte.


🔥 4. “İnkarcılar, azabı göğe çıkarken mi bekliyorlar?”

“O gün gök şiddetle sarsılır.” (52:9)

Bu sarsıntı, göğün çökmesi değil; göklere çıkardıkları sahte değerlerin, kutsalların, ideolojilerin çöküşüdür. Modern ifadesiyle: İnsanın “tapındığı sistemlerin” göçmesi. Gök burada “yükseğe çıkardıklarımızdır”. Sarsılmaları, insanın sahte kutsallarının yıkılmasıdır.


🧠 5. “Aklın varsa uydurma dersin ama aklın yok ki”

“Hayır! (O) bir şairdir, onun zamanın felaketiyle helâk olmasını bekliyoruz.” (52:30)

Peygamber’i akıl dışı görmek isteyenler, vahyi anlamıyorlardı çünkü vahiy, içgüdüyle değil bilinçle alınır. Şiir zannetmeleri, onu sanatsal bir oyun gibi okumaları, onların sığ algı düzeyini gösterir. Halbuki Kur’an, bir “sezgi oyunu” değil, hakikatin kendisidir.


👪 6. “Aile saadeti cennet için yeterli mi?”

“İman edip salih amel işleyenlerin soylarını da onlara kattık.” (52:21)

Sadece iman eden değil, nesli de cennette onlara katılır. Ama dikkat: Bu, “neseb” değil, manevî zincir anlamındadır. Soyunla aynı bilinçleysen, seninle beraberdir. Bu ayet, aile kavramını biyolojik değil bilinçsel yakınlıkla tanımlar. Kur’an’da kan değil kalbî bağlar esastır.


🧪 7. Şok final: “O uydurduysa, neden siz uyduramıyorsunuz?”

“Eğer doğru sözlüyseniz, benzeri bir söz getirin!” (52:33–34)

Kur’an meydan okur: “Bu Kur’an uydurma diyorsan, hadi sen de bir tane yap.” Ama kimse yapamıyor. Çünkü Kur’an, sadece bir metin değil, bilincin dönüşüm aracıdır. Söz değil; şok dalgasıdır. Kendi zamanına ve sonrasına hükmeden bir hakikat şablonudur.

31 Mayıs 2025 Cumartesi

Kur’an’da Rüzgâr (Rîḥ / Riyâḥ) Kavramı



Kur’an’da Rüzgâr (Rîḥ / Riyâḥ) Kavramı: Kozmik, Etik ve Sosyo-Teolojik Anlam Katmanları

1. Giriş: Rüzgârın Görünmeyen Gücü

Kur’an’da rüzgâr (الريح / الرّياح), hem fiziksel hem metafizik bir olgu olarak işlenir. Görünmeyen ama etkisi hissedilen bu güç, vahyin sembolik dilinde yalnızca doğa olayı değil, aynı zamanda ilahi müdahalenin, ilahi mesajın ve insanın iç dünyasındaki değişimin bir metaforu olarak konumlanır. Rüzgâr, Kur’an’da hem rahmetin hem de azabın taşıyıcısıdır ve bağlamına göre anlamı yön değiştirir.





















20 Mayıs 2025 Salı

Gönlü İslâm’a Isındırmak: Sadece İman Yetmez mi?

Gönlü İslâm’a Isındırmak: Sadece İman Yetmez mi?

Kur’ân-ı Kerîm, insanların yalnızca iman etmelerini değil, aynı zamanda gönülden teslim olmalarını da hedefler. Bu bağlamda "gönlü İslâm’a ısındırmak" tabiri, yüzeydeki bir inanç beyanının ötesinde, kalbin İslâm’a açılmasını, yani imanın bilinçle ve içtenlikle kabulünü ifade eder. Kur’ân’daki tabiriyle bu kişiler "muallafetu kulûbihim" olarak adlandırılır.




4 Mayıs 2025 Pazar

Zümer 69: "Kitap Ortaya Konur" ⚖️

⚖️ Zümer 69: "Kitap Ortaya Konur"


 Kur’an Temelli Bir Analiz


Kur'an'da birçok ayet, insanın eylemleriyle ilgili olarak büyük bir sorumluluğa sahip olduğunu ve her şeyin Allah'ın bilgisi ve denetimi altında olduğunu belirtir. Zümer Suresi 69. ayeti, bu temayı en açık şekilde ortaya koyan ayetlerden biridir. Ayette geçen "Ve kitap ortaya konur" ifadesi, kıyamet günü insanın tüm eylemlerinin kaydedildiği kitabın açılacağına işaret eder. Bu yazıda, Zümer 69. ayetini Kur'an'ın diğer öğretileriyle ilişkilendirerek, bu ifadenin anlamı üzerinde durulacaktır.


Kitap ve Kayıt Teması Kur’an’da


Kur'an'da "kitap" kelimesi, genellikle bir belge veya yazılı kayıt anlamında kullanılır ve insanların eylemlerinin kaydedildiği bir "kitap" fikri birçok ayette yer alır. Bu bağlamda "kitap", hem bireysel hem de toplumsal adaletin yerini bulacağı o büyük günde Allah'ın her şeyin kaydını tuttuğu bir vasıta olarak öne çıkar. Örneğin, el-Kehf 49'daki "Kitap ortaya konur" ifadesi de kıyamet gününde her bireyin karşısına çıkacak olan bu kaydı ifade eder. İnsan her yaptığı eylemin karşılığını "kitap"ta bulacak ve bu, adaletin tecellisinde bir araç olacaktır.


Zümer 69: Kitap ve Adaletin Zihni Temeli


Zümer 69. ayetinde geçen "kitap" ifadesi, sadece bir kayıt anlamı taşımaktan öte, Allah’ın mutlak adaletini yansıtan bir semboldür. İslam’a göre Allah, her şeyin muhafızıdır ve hiçbir şey O’nun bilgisinden gizli kalmaz. Ayette geçen "ortaya konur" ifadesi, kıyamet günündeki o büyük hesap verme anını anlatır. İnsan, dünya hayatında işlediği her eylem için, o eylemin kaydının bulunduğu kitabı açacak ve karşısına çıkacak olan bu kitap, ona yapılan tüm iyilikleri ve kötülükleri gösterecektir. Bu, adaletin en yüksek derecede sağlanacağı bir günü simgeler.


İslam düşüncesine göre, kıyamet günü her birey yalnızca yaptıklarının karşılığını görmekle kalmayacak, aynı zamanda her şeyin kaydının Allah’ın en doğru biçimde muhafaza ettiğini de fark edecektir. Zümer 69. ayeti, işte bu yüce adaletin, hiçbir yanlışlık ve haksızlık olmadan, her insanın eylemlerinin hakkını alacağı o anı müjdelemektedir. Bu durum, Allah’ın tüm insanları eşit olarak değerlendirip, her biri için adaletli bir karar vereceği gerçeğini ortaya koyar.


Kur'an'da Adalet ve İnsanın Sorumluluğu


Kur'an’da sıkça vurgulanan bir diğer önemli tema, insanın dünyadaki sorumluluğudur. Her birey, hem Allah’a karşı hem de toplumsal yaşamda sorumluluk taşıyan bir varlık olarak yaratılmıştır. İnsanların eylemleri, hem dünyevi anlamda hem de ahlaki anlamda önemli sonuçlar doğurur. İslam’ın temel anlayışına göre, her birey sorumluluğunu yerine getirir ve bu sorumlulukları, Allah’a karşı verdiği hesapla netleşir. el-Isra 13 ayeti de bu anlayışı destekler; burada "her insanın eylemi kendi kitaba yazılmıştır" denir. İnsan, dünyada işlediği her şeyin kaydını kendi kitabında bulacak ve kıyamet günü bu kitap ona sunulacaktır.


Zümer 69. ayetindeki "kitap ortaya konur" ifadesi, bireyin öz bilincini oluştururken, aynı zamanda toplumsal adaletin de vurgulanmasında önemli bir role sahiptir. Her eylemin kaydedilmesi, insanın her anının denetim altında olduğunu ve nihayetinde her bireyin hesap vereceğini hatırlatır.


Sonuç: Zümer 69 ve İlahi Adaletin Vurgusu


Zümer 69. ayeti, kıyamet günü gerçekleşecek olan adaletin mutlaklığını ve Allah’ın her şey üzerinde tam bir hakimiyet kurduğunu müjdeleyen bir ayettir. "Kitap ortaya konur" ifadesi, sadece bir kayıt değil, aynı zamanda ilahi adaletin bir göstergesi olarak karşımıza çıkar. Bu, her insanın yaptıklarının karşılığını alacağı o büyük hesap verme anını işaret eder. Kur'an’ın genel öğretileriyle bütünleşen bu anlayış, insanın sorumluluğunu ve kendi eylemlerinin sonuçlarını her zaman hatırlaması gerektiğini vurgular.



18 Haziran 2012 Pazartesi

DİNDE HADİS SORUNU 🛐

🛐 DİNDE HADİS SORUNU

Hadislerin Yazımı Tartışmasına Yeni Bir Perspektif

Peygamber sonrası dönemde gündeme gelen “hadislerin yazımı” meselesi, genellikle “Peygamber hadislerin yazılmasını yasakladı mı, teşvik etti mi?” şeklindeki sorular etrafında tartışılmıştır. Oysa bu tartışma, meselenin asıl yönünü göz ardı etmektedir. Sorulması gereken esas soru şudur: Hadislerin yazıya geçirilmesi, Allah’ın istediği bir şey midir? Bu soru, hadis yazımını yalnızca tarihsel bir mesele olmaktan çıkarır ve teolojik bir bağlama oturtur.

1. Kur’an’ın Yazımı Allah’ın Açık Emriyle Olmuştur

Kur’an’ın yazıya geçirilmesi doğrudan Allah’ın emriyle gerçekleşmiş bir süreçtir. Birçok ayet, bu gerçeği ortaya koyar:

  • “Sana okutacağız, unutmayacaksın.” (A’lâ, 87/6)

  • “Kâfirler dediler ki: ‘Kur’an ona tek seferde indirilseydi ya!’ Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böylece parça parça indirdik.” (Furkan, 25/32)

  • “Bu, ayetleri sağlamlaştırılmış ve sonra açıklanmış bir kitaptır.” (Hûd, 11/1)

Ayrıca, Kur’an’ın korunacağının bizzat Allah tarafından garanti altına alındığı bildirilmiştir:

“Şüphesiz o zikri biz indirdik ve elbette onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr, 15/9)

Dolayısıyla Kur’an’ın hem indirilişi hem yazımı hem de korunması Allah’ın doğrudan kontrolündedir.

2. Hadislerin Yazımı İçin Benzer Bir İlahi Yönlendirme Var mı?

Hadislerin yazıya geçirilmesine dair Kur’an’da hiçbir yönlendirme bulunmamaktadır. Aynı şekilde hadislerin yazılması gerektiği yönünde Peygamber’den gelen kesin ve kapsamlı bir emir de yoktur. Elbette bazı bireysel uygulamalar vardır; ancak bunlar, hadis yazımının ilahî onayla gerçekleştiğini göstermeye yetmez.

Bu noktada temel soru yeniden hatırlanmalıdır:
Kur’an gibi bir dinî metin için yazım Allah’ın emriyle gerçekleşmişken, hadislerin yazımı için benzer bir ilahî plan söz konusu mudur?

Eğer hadisler, Kur’an gibi İslam’ın asli bir parçasıysa, neden benzer bir koruma süreci işletilmemiştir?

3. Peygamber Döneminde Hadis Yazımı Konusunda Rivayetler

Peygamber döneminde hadislerin yazılmasına dair bazı rivayetler mevcuttur:

  • Ebu Şah’ın talebi üzerine Peygamber’in ona hutbesini yazdırdığı rivayet edilir.

  • Abdullah b. Amr b. el-Âs, “es-Sahîfe” adlı bir hadis defteri tutmuştur.

  • Peygamber’in “Benden Kur’an dışında bir şey yazmayın” dediği; ama bazı durumlarda yazmaya izin verdiği rivayetleri de vardır.

Bu rivayetler, hadis yazımına karşı mutlak bir yasağın olmadığını, ancak bu konudaki yaklaşımın seçici ve ihtiyatlı olduğunu göstermektedir. Bazı sahabiler bireysel olarak hadisleri yazıya geçirmiş; fakat bu, yazımın kurumsal ve sistematik hale gelmesi için yeterli görülmemiştir.

4. Sahabe ve Tâbiîn Döneminde Hadis Yazımı

Peygamber sonrası dönemde sahabiler arasında hadis yazımına karşı farklı tutumlar sergilenmiştir. Bazı sahabiler hadisleri sözlü olarak aktarmayı tercih etmiş, bazılarıysa yazılı kayıtlar tutmuştur. Örnekler:

  • Ebu Hureyre’nin hadisleri yazdırdığına dair rivayetler mevcuttur.

  • İbn Abbas’ın yazılı metinlerle çalıştığı bilinir.

  • Tâbiîn dönemi âlimlerinden Atâ b. Ebî Rebâh’ın yazılı hadis sahifeleri vardır.

Bu örnekler, hadis yazımının bireysel inisiyatiflerle sürdürüldüğünü; ama bu sürecin vahiy gibi ilahî bir yönlendirme ile değil, insanî çabalarla yürütüldüğünü ortaya koymaktadır.

5. Peygamber’in İnsanlarla Olan İletişimi ve Hitabeti

Kur’an’ın tanıklığına göre Peygamber, insanlar üzerinde etkili bir konuşmacıdır. Onlarla sürekli temas halindedir ve söyledikleri dikkatle dinlenmektedir. Ayet şöyle der:

“Ey iman edenler! Peygamber’in evlerine izinsiz girmeyin. Ona bir şey sormak için beklerken konuşmaya dalmayın…” (Ahzâb, 33/53)

Peygamber’in bu derece sözü dinlenir ve etkili biri olması, sözlerinin yazıya geçirilmesinin doğal bir sonuç olduğuna işaret eder. Ancak bu yazım faaliyeti ilahî bir planın parçası değil, sahabenin gayretinin ürünüdür.

6. Sonradan Ortaya Çıkan Tahrif ve Uydurma Hadisler

Zamanla hadisler arasında sapmalar meydana gelmiş; sahte rivayetler, ideolojik ve siyasi amaçlarla uydurulmuştur. Bu durum, hadislerin yazıya geçirilmesinde ilahî bir koruma mekanizmasının bulunmadığını teyit eder. Kur’an’ın korunmasına dair Allah’ın vaadi, hadisler için geçerli değildir. Bu da aradaki farkı net bir şekilde ortaya koyar.


Sonuç

“Hadisler yazıldı mı?” sorusu önemlidir; ancak daha temel olan şudur: Hadislerin yazımı, Allah’ın planı dahilinde midir? Kur’an’ın yazımı, korunması ve iletimi tamamen Allah’ın kontrolünde gerçekleşmişken; hadislerin yazımı, insanlar tarafından, belli dönemlerde ve farklı amaçlarla yürütülmüştür.

Bu nedenle, hadislerin dinin ikinci temel kaynağı olarak Kur’an ile aynı seviyede konumlandırılması, Kur’an’ın kendi içindeki öğretileriyle çelişmektedir. Hadisler değerli bir tarihsel ve kültürel mirastır; ancak onların yazımı ve aktarımı ilahî değil, beşerî bir sürecin ürünüdür.