Bu Blogda Ara

Rüku etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rüku etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Haziran 2025 Pazar

Zekatı Verirken Boyun Eğmek: Rükuda Zekat




Zekatı Verirken Boyun Eğmek: Rükuda Zekât


Kur’an’da birçok ahlaki ilke, ritüel ifadelerin ötesinde bir zihin ve davranış dönüşümünü esas alır. Bunlardan biri de zekât kavramıdır. Zekât, sadece maddi bir ibadet değil, aynı zamanda bir arınma, tevazu ve toplumsal denge aracıdır. Mâide Suresi 55. ayette geçen "rükû hâlinde zekât verme" ifadesi, bu derinliği yansıtan nadide anlatımlardan biridir. Ayet şöyledir:

“Sizin veliniz ancak Allah’tır, Resûlü’dür ve iman edenlerdir; onlar ki salâtı ikame ederler ve zekâtı verirlerken rükû hâlindedirler.”
(el-Mâide, 5:55)



Bu makalede, “rükû hâlinde zekât vermek” ifadesinin anlamı incelenerek, zekât ibadetinin yalnızca ekonomik değil, ontolojik ve ahlaki bir duruş olduğunu göstermek amaçlanmaktadır.


---

1. Rükû: Boyun Eğmenin Sembolü

Rükû (ركوع) kelimesi Arapça’da “eğilmek, teslim olmak, kibri bırakmak” anlamlarına gelir. Kur’an’da hem bedensel bir hareket (namazdaki eğilme) hem de zihinsel bir teslimiyet hali olarak geçer. Rükû, secdeden önce gelen, insanın “egosunu kırdığı” ve Rabbine yöneldiği bir eşiktir.

Kur’an’da geçen “râkiûn – rükû edenler” ifadesi, bazen gerçek anlamda namazda eğilen kimseleri, bazen de alçakgönüllü, itaatkâr ve kibirden arınmış insanları tanımlar:

“Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin; umulur ki kurtulursunuz.”
(el-Hac, 22:77)


Burada rükû ve secde sadece namazı değil, Allah’a karşı bir bilinç halini temsil eder.


---

2. Zekât: Arınma ve Toplumsal Teslimiyet

Zekât kelimesi, “arınmak” (تزكية) kökünden gelir. Kur’an’da, sadece malların değil, kişinin benliğinin de arındırılması anlamında kullanılır:

“Onların mallarından sadaka al ki onunla onları temizleyip arındırasın.”
(et-Tevbe, 9:103)


Zekât, bireyin mala olan bağımlılığını kırar ve toplumsal bir denge sağlar. Fakat zekâtın anlamı, sadece vermek değil, nasıl verildiği ile tamamlanır. Mâide 55. ayet bu noktada çok çarpıcıdır:

“Zekâtı verirlerken rükû hâlindedirler”


---

3. Rükû Hâlinde Zekât: Sadece El Değil, Kalp de Eğilmeli

Mâide 55. ayette geçen ifade, gramer olarak bir hal cümlesidir. Yani “zekât verirlerken şu hâlde bulunurlar” anlamındadır. Ayette:

“يُؤْتُونَ الزَّكَاةَ” → Zekât verirler

“وَهُمْ رَاكِعُونَ” → Onlar rükû hâlindedirler


Burada “râkiûn” kelimesi isim-fiil olup, zekât verilirken kişinin içinde bulunduğu durumu tarif eder. Bu ifade, zekâtın bir boyun eğiş, alçakgönüllülük ve teslimiyet içinde verilmesi gerektiğini ima eder.

Bu yaklaşım, zekâtın bir üstünlük gösterisi, bir başa kakma, bir reklam unsuru olmaktan çıkarılıp ihlas ve tevazu ile yapılan bir kulluk eylemi haline getirilmesidir.


---

4. Zekâtın Manevi Boyutu: Egonun Rükûsu

Kur’an’da iyilik yaparken dikkat edilmesi gereken önemli bir uyarı vardır:

“Ey iman edenler! Başa kakarak ve eziyet ederek sadakalarınızı boşa çıkarmayın…”
(el-Bakara, 2:264)


Bu ayet, iyiliğin ve zekâtın, içselleştirilmiş bir ahlaki duruşla yapılması gerektiğini vurgular. Zekât vermek, maldan değil egodan feragat etmekle anlam kazanır. Bu nedenle Mâide 55’teki “rükû hâlinde” ifadesi, sadece fiziksel bir eğilmeyi değil, egonun eğilmesini, ruhun boyun eğmesini temsil eder.


---

5. Sonuç: Rükûda Zekât Vermek Ne Demektir?

Kur’an’da zekâtı “rükû hâlinde” veren müminler, sadece zengin olup paylaşan değil; aynı zamanda alçakgönüllü, Allah’a teslim olmuş, topluma karşı sorumluluğunun bilincinde olan kimselerdir. Bu ayet, zekâtın fiziksel bir eylem değil, bir kulluk şuurunun dışavurumu olduğunu gösterir.

Zekâtı rükû hâlinde vermek, elin vermesiyle değil, kalbin eğilmesiyle anlam bulur.


---

6. Günümüz Bağlamında Rükû Hâlinde Zekât

Mâide 55. ayet, modern dünyada zekâtın nasıl verilmesi gerektiği konusunda bize önemli bir perspektif sunar. Günümüzde zekâtın ve genel olarak hayırseverliğin çoğu zaman şeffaflık ve hesap verebilirlik gerektirdiği bir ortamda, bu ayetin ruhu daha da önem kazanmaktadır.

Modern bağlamda "rükû hâlinde zekât" vermek, sadece fiziksel bir eğilme veya içsel bir tevazu ile sınırlı değildir. Aynı zamanda şunları da içerebilir:
 
* Gizlilik ve İhlas: Zekâtın ve sadakanın gösterişten uzak, ihlasla verilmesi. Günümüz sosyal medya çağında yapılan yardımların veya bağışların duyurulması yerine, Allah rızası için yapılmasına özen göstermek, "rükû hâlinde" vermenin bir yansımasıdır.
 
* Empati ve Saygı: Zekât verilen kişiye karşı empati ile yaklaşmak ve onun onurunu korumak. Yardım alan kişiyi rencide edici veya mahcup edici tavırlardan kaçınmak, bu boyun eğme ve tevazu halinin bir parçasıdır. Zekâtı bir lütuf değil, hak sahibine teslim edilen bir emanet olarak görmek, ayetin ruhunu yansıtır.

 * Doğru Yere Ulaştırma Bilinci: Verilen zekâtın gerçekten ihtiyaç sahiplerine ve doğru kanallara ulaştığından emin olmak. Bu, malın ve niyetin arınması kadar, eylemin de doğru ve faydalı olmasını sağlar.

 * Sürekli Sorumluluk: Zekâtın sadece yıllık bir yükümlülükten öte, toplumdaki ihtiyaçlara karşı sürekli bir sorumluluk bilinciyle hareket etmek. Bu, kişinin sadece malıyla değil, zamanıyla, bilgisiyle ve çabasıyla da topluma katkıda bulunma arzusunu ifade eder.

UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. 

Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

18 Haziran 2012 Pazartesi

KURANA GÖRE Kıyam-Rüku-Secde-İtikaf-Tavaf 👤

👤 KURANA GÖRE Kıyam-Rüku-Secde-İtikaf-Tavaf


Kur’an’da “Es-Salât” Kavramı Bağlamında Kıyâm, Rükû, Secde, Tavaf ve İtikâf: Kavramsal Bir İnceleme


Kur’ân’ın temel kavramlarından biri olan “es-Salât”, tarih boyunca İslam düşüncesinde çok yönlü yorumlara konu olmuştur. Bu kavramın mahiyetini doğru kavrayabilmek için, Kur’ân’da birlikte zikredilen ve es-Salât’ın bağlamsal anlamını belirleyen kıyâm, rükû, secde, tavaf ve itikâf gibi terimlerin de incelikle ele alınması gerekmektedir. Zira bu kelimeler, yalnızca ritüel nitelikli fiilleri değil, aynı zamanda vahyin bireysel ve toplumsal hayattaki yansımasını gösteren davranış biçimlerini de temsil etmektedir.

Tarihsel ve Sosyolojik Arka Plan

Kur’ân’ın nüzûl döneminde ve öncesindeki uzun tarihsel süreçte, insan topluluklarının dinî ritüellere sahip olduğu bilinmektedir. Bu ritüellerin kökeni, çoğu zaman hak bir tebliğe, yani Nebîler aracılığıyla iletilmiş ilahî mesaja dayansa da, zamanla tahrife uğrayarak dinin özünü örten, şekilsel ve dogmatik kalıplara dönüşmüştür. Bu dönüşüm, dinin özünü oluşturan ahlaki ve tevhidî ilkelerin geri plana itilerek, şekilsel ibadet biçimlerinin mutlaklaştırılmasıyla sonuçlanmıştır.

Bu bağlamda, dinin sembolleri (şeâir) ve ritüelleri (nüsük), toplulukların kolektif kimliklerini pekiştirme işlevi görmüş; ancak asli amaçlarından saptırılarak çoğu zaman dinin kendisiyle özdeşleştirilmiştir. Seküler toplumlarda dahi benzer psikolojik ve sosyolojik ihtiyaçların, laik veya ideolojik törenler, bayrak sembolleri, marşlar ya da spor müsabakaları üzerinden karşılandığı gözlemlenebilir. Bu durum, insan doğasının, aidiyet ilişkisini sembolik ve ritüel formlarla ifade etme eğiliminde olduğunu göstermektedir.

Kur’ân’da Nüsük, Menâsik ve Şeâir Kavramları

Kur’ân’da bireysel ya da toplu şekilde icra edilen sembolik ibadet davranışlarını karşılayan başlıca kavramlar nüsük, mensek/menâsik ve şeâirdir. Bu kavramlar şu şekillerde tanımlanabilir:

  • Nüsük: Vahyin indiği topluma, sadece Allah’a nispetle uygulanmak üzere emredilen somut dinî ibadet davranışlarıdır.

  • Mensek / Menâsik: Bu davranışların icra edildiği yer veya belirli uygulama biçimleridir.

  • Şeâir: Dinî semboller ve ritüel nitelikli işaretlerdir.

Kur’ân’da bu kavramların geçtiği bazı ayetler şunlardır:

“Biz her ümmete bir mensek kıldık ki, kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın ismini ansınlar...” (Hac, 22/34)

“Her ümmet için bir mensek tayin ettik; onlar da buna göre nüsûklarını yerine getirmektedirler...” (Hac, 22/67)

“Kim Allah’ın şeâirini yüceltirse, bu kalplerin takvasındandır.” (Hac, 22/32)

Bu ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi, her ümmete, kendi tarihsel ve sosyolojik bağlamı içinde, Allah’a ait olma şartıyla bazı sembolik ritüeller meşru olarak verilmiştir. Bu yönüyle nüsük ve şeâir, dinin özü değil, onu destekleyen pedagojik ve sosyolojik araçlardır.

Hz. Muhammed Döneminde Es-Salât ve Kavramsal İnşa

Kur’ân’da “es-Salât” kavramı, çok katmanlı anlamlar içermekle birlikte, vahyin indiği bağlam dikkate alındığında en temel anlamı, Hz. Muhammed’in topluma Kur’ân’ı öğretme ve tebliğ etme sürecidir. Bu bağlamda, “salât”:

  1. Kur’ân’ın öğretildiği toplantılar,

  2. İlahi hitabın topluca dinlendiği, öğrenildiği ve ezberlendiği oturumlar,

  3. Bireyin ve toplumun vahiy ile bağ kurduğu tefekkür zemini anlamlarına gelmektedir.

Nitekim Cuma 9 ve Maide 6. ayetlerde bu anlam doğrudan vurgulanmaktadır. Özellikle fecr ve işâ vakitleri, salât meclislerinin düzenli olarak yapıldığı zaman dilimleri olup, bu meclislere katılım bir mümin için zorunlu görülmüştür. Bu oturumlarda ayakta durma (kıyâm), eğilme (rükû) ve yere kapanma (secde) gibi davranışların, o an okunan vahyin “teslimiyet ve itaat” çağrılarına fiziksel cevaplar olarak geliştiği anlaşılmaktadır. Bu eylemler, bugün namazın yapısal unsurları olan rekâtların temelini oluşturmuştur.

Salât’ın Ritüelleşmesi ve Tahrif Süreci

Hz. Muhammed’in vefatından sonra, vahyin korunması ve aktarılması amacıyla başlatılan salât toplantıları, sonraki nesillerde biçimsel kalıplara indirgenmiştir. Emevî iktidarı ile birlikte yaşanan siyasal dönüşüm, dini şekle indirgeme yönünde güçlü bir kırılma yaratmıştır. Bu süreçte, salâtın özü olan Kur’ân öğretimi geri planda kalmış; ritüel hareketler ön plana çıkarılarak es-Salât, mutlak bir ibadet ritüeline dönüştürülmüştür. Ardından gelen fıkhi mezhepleşme süreci ise bu şekilsel dönüşümü normatif bir yapıya kavuşturmuştur.

Bu dönüşüm, dinî öz ile ritüel formların yer değiştirmesi anlamına gelmiş; Kur’ân’dan habersiz ama ritüelleri kusursuz uygulayan birey profili yaygınlık kazanmıştır. Böylece “es-Salât”ın asli işlevi olan vahyin öğrenilmesi ve yaşanması hedefi, semboller ve şekiller arasında görünmez hâle gelmiştir.


KIYAM KAVRAMI

"Kıyam" (قيام) kelimesi, KAF-VAV-MİM (قوم) kökünden türemiştir. Mastar formundadır ve genel anlamıyla "ayakta durmak" demektir. Ancak, Arap dilinde deyimsel ve mecaz anlamlarla çok çeşitli biçimlerde kullanılmaktadır. Aşağıda bu anlam çeşitliliği özetlenmiştir:

  • Ayağa kalkmak, ayakta durmak

  • Bir yerde ikamet etmek, kalmak

  • Gözetmek, korumak, ilgilenmek

  • Ayakta tutmak, sabit kılmak

  • Sebat etmek, kararlılık göstermek

  • Sağlam ve düzenli kılmak (Kayyum)

  • Doğruluk ve tutarlılık göstermek (istikamet)

  • Bir davranışı yerine getirmek (ikametü'ş-şey)

  • Saygı ve itaati temsil eden hazır bulunmak (kıyam duruşu)

Kur’an’da "kıyam" kavramı çeşitli bağlamlarda kullanılmış ve aşağıdaki anlamlara delalet etmiştir:

1. İtaat, Sabit Duruş, Doğruluk:

  • Âl-i İmran 18: Allah’tan başka ilah olmadığına adaletle tanıklık edenler "kaim" olanlardır.

  • Âl-i İmran 113: "Ümmetun kaimetun" yani dosdoğru/toplumsal istikamet sahibi grup.

  • Zümer 9, Meâric 33, Furkan 64: Dosdoğru davranışlar, kararlı ve içten ibadet.

2. Fiziksel Ayağa Kalkış, Dua ve İbadet Halinde Duruş:

  • Âl-i İmran 39: Zekeriyya, mabedde kıyam hâlindeyken dua etmekteydi.

  • Hûd 71: İbrahim’in eşi "kaimetun" yani ayaktayken meleklerin müjdesini aldı.

  • Cuma 11: Salât dersinde Muhammed Nebi kıyamdayken terk edilmiştir.

3. Hayatın Her Anında Bilinç ve İdrak:

  • Âl-i İmran 191, Nisa 103, Yunus 12: Ayakta, otururken ve yan yatarken Allah’ı zikretmek. (Bu ifadeler deyimsel olarak "her durumda" anlamındadır.)

4. İkamet, Süreklilik:

  • Hûd 100: Hâlâ ayakta duran (ikamet edilen) şehirler.

  • Nisa 5: Mal, hayatı ikame ettiren bir unsurdur.

5. Yeniden Diriliş ve Kıyamet:

  • Kehf 36: "Kıyam saati" ifadesiyle diriliş günü kastedilir.

6. Gözetici ve Koruyucu Olmak:

  • Ra’d 33: Allah, her nefsin üzerinde "kaim"dir; yani gözetendir.

7. Deyimsel Anlamlar ve Sembolizm:

  • Ayakta durma, sabah-akşam, doğu-batı gibi deyimler Arapçada süreklilik, evrensellik ve kapsamlılık ifade eder. Bunlar Türkçede de "dünya-ahiret", "göklere adını yazmak" gibi benzer örneklerle görülür.

8. Kâbe ve Salât Bağlantısı:

  • Mâide 97: Kâbe ve çevresindeki sembollerin, insanların dosdoğru olmaları (kıyametü’d-din) için sabit kılındığı belirtilir.

  • Salât dersinde kıyamın, Allah’ın ayetlerine karşı saygı ve itaate hazır olunmayı sembolize ettiği düşünülmektedir.

Kur’an’da "kıyam" kavramı hem fiziksel duruşu hem de içsel-davranışsal bir doğruluğu temsil eder. Salât ibadetindeki kıyam, bireyin Allah’ın kelamına kulak verme ve itaat kararlılığını gösteren bir sembol olup, dinin doğruluğu ve kararlılığına dair bir duruşu simgeler. Ayrıca, bu kavram Allah’ın yaratışı, gözeticiliği ve insanın hayat boyu süren sorumluluğu ile de ilişkilidir.


"Rükû" ve "Secde" Fiilleri

  1. Sadece "rükû" geçiyor:

    • [Al-i İmran 3:43]

    • [Hac 22:26]

    • [Furkan 25:64]

    • [Tövbe 9:112]

    • [Fetih 48:29]

    • vs.

  2. Sadece "secde" geçiyor:

    • [Secde 32:15]

    • [İsra 17:107-109]

    • [Araf 7:206]

    • [Fussilet 41:38]

    • vs.

  3. İkisi birlikte geçiyor (aynı bağlamda):

    • [Bakara 2:43]

    • [Hac 22:77]

    • [İsra 17:107-109]

    • [Fetih 48:29]

    • vs.

 "Rükû" Kavramı:

  • Fiil kökü: ر-ك-ع (R-K-‘)

  • Sözlük anlamı: Eğilmek, boyun eğmek, alçak gönüllü olmak

  • Kur’ani anlam katmanları:

    • Temsilî anlam: İradesini teslim etmek (ahlakî boyun eğiş)

    • Toplumsal yansıma: Emir altında yaşamak, ilahi düzene boyun eğmek

    • Ritüel yansıma: Namazdaki eğilme fiili

 "Secde" Kavramı:

  • Fiil kökü: س-ج-د (S-J-D)

  • Sözlük anlamı: Yüzü yere koymak, teslimiyetin en üst hali

  • Kur’ani anlam katmanları:

    • Temsilî anlam: Mutlak teslimiyet ve saygı

    • Toplumsal yansıma: İlahi otoriteye içten bağlılık

    • Ritüel yansıma: Namazda yere kapanmak

Birlikte Kullanıldıklarında:

  • Örnek: Hac 22:77

    "Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin; umulur ki kurtuluşa erersiniz."

    • Yorum: Rükû → teslimiyete yönelme, Secde → mutlak teslimiyetin tamamlanması

    • Kademeli teslimiyet anlatısı olabilir.


Sonuç Çıkarımları

  1. Rükû = Teslimiyete adım atmak,
    Secde = Teslimiyetin tamamlanmış hali olarak temsilî anlamlarla yorumlanabilir.

  2. Ayrı ayrı kullanıldıklarında, secde genellikle daha yüksek bir teslimiyet derecesine işaret eder.

    • Örneğin: "Kâfirler secde etmez" → mutlak teslimiyeti reddederler.

  3. Birlikte kullanıldıklarında, ahlaki bir basamaklama (eğilmek → yere kapanmak) anlatılır.

---

Âkif (عكف) ve Türevleri: Sözlük ve Kur’ân’daki Kullanımı

Kök anlamı itibariyle “bir şeye yönelmek, sıkıca yapışmak, tutkuyla bağlanmak, kendini hasretmek ve bir yerde alıkonmak” anlamlarına gelir. Kur’ân’da bu kelime ve türevleri hem mecazi hem de fiziksel bir anlam alanında kullanılmıştır.

Sözlük Anlamları:

  • …alâ…: Bir şeye tutkuyla bağlanmak, düşkünlük, bağlılık

  • …fi…: Bir yerde kalmak, kendini soyutlamak, inziva

  • …ân…: Bir şeyden alıkoymak, uzak tutmak

Kur’ân’da Kullanımları:

  • A'râf 138: İsrailoğulları denizden geçtikten sonra putlarına tutkuyla bağlı bir kavme rastladılar.

  • Tâhâ 91: İsrailoğulları: “Musa dönene kadar ona (buzağıya) bağlı kalacağız.”

  • Tâhâ 97: Musa, tutku ile bağlanıp savunulan buzağıyı yok eder.

  • Enbiyâ 52, Şuarâ 71: İbrahim, kavmine onların tutku ile bağlı oldukları putları sorgular.

  • Bakara 187: “Mescitlerde kendinizi alıkoyduğunuz zaman kadınlarınıza yaklaşmayın.”

Bu ayetlerdeki "itikâf", sadece fiziksel anlamda bir yere çekilmek değil, kişinin gönlünü bir inanca veya düşünceye bağlaması, kendini ona vakfetmesi anlamında kullanılır.


TAVAF KAVRAMI: KORUYUCU BAĞLILIK

Tavaf (طوف) kelimesi, “koruma amacıyla etrafında dönmek, hizmet etmek” anlamına gelir. Gece bekçisine bu yüzden “taif” denir. Kur’ân’da hem dünyevi hem uhrevi bağlamda bu kavram geçer:

  • Sâffât 45, Zuhruf 71, İnsan 15: Cennetliklere hizmet edenler sürekli etraflarında dolaşır.

  • Kalem 19: Tarlayı geceleyin çevreleyen tayfun.

Tavaf, sadece mekânsal bir dönüş hareketi değil, İslam’a sadakatle bağlanmak, onu sürekli gözetmek, korumak ve hizmet etmek anlamını taşır.

---


 KAVRAMLARIN SENTEZİ: Kıyam, Rükû, Secde, Tavaf, İtikâf

Kur’ân’da bu kavramların hepsinin bir arada geçtiği iki ayet özellikle dikkat çeker:

Bakara 125

Sembolîk meal: “Evimi, tavaf edenler, itikafa girenler, rükû ve secde edenler için temizleyin.”

Asıl anlamıyla meal: “İslam’a sadakatle bağlı, titizlikle koruyan, tutkuyla teslim olan ve her hükmüyle itaat edenler için dinimi şirk ve günah kirlerinden arındırarak tebliğ edin.”

Hac 26

Sembolîk meal: “Evimi, tavaf edenler, kıyam edenler, rükû ve secde edenler için temiz tut.”

Asıl anlamıyla meal: “Dinimi, dosdoğru yaşayan, Vahiy’e hizmet eden, tüm emirlerine itaat edenler için tertemiz bir şekilde tebliğ et.”

Bu iki ayette "âkifîn" ve "kâimîn" kelimeleri yer değiştirir. Bu değişim anlam farkı değil, aynı hakikatin farklı ifadesidir: Vahiy'e bağlılık, sadakat ve teslimiyet.


---


SEMBOLE DÖNÜŞEN GERÇEKLİKLER

Kur’an’ın öğretisine göre:

  • Tavaf: İslam’a hayat boyu sadakat ve onu koruma çabasıdır.

  • İtikâf: Kendini bütünüyle İslam’a adamak ve başka her şeyden soyutlanmaktır.

  • Kıyam: Saygı ile hazır durmak, dikkat kesilmek ve her an emre amade olmaktır.

  • Rükû: Vahiy karşısında gönülden teslimiyettir.

  • Secde: Vahyin emirlerine gönüllü, içten ve pratik bir itaatle boyun eğmektir.

Bunlar hem sembolik hem de ruhsal olarak insanın benliğini vahyin terbiyesine sunmasının göstergeleridir.

---

 

İSLAM: AMACA YÖNELİK BİR HAYAT DİNİDİR

Muhammed Peygamber ve sahabesi bu eylemleri yalnızca ritüel değil, İslam’a adanmışlığın fiziksel göstergeleri olarak yapmışlardır. Zihinlerinde hep şunu bilerek:

"Bu semboller araçtır; asıl olan, İslam’ı hayatın tamamına hâkim kılmaktır."

Ne yazık ki zamanla bu sembolik ibadetlerin özleri unutulmuş, şekilci uygulamalar asıl haline getirilmiştir. Oysa Allah’ın muradı şudur:

  • Vahyi öğrenmek

  • Vahye göre yaşamak

  • Hayatın her alanında Allah’ın hükümlerini uygulamak

---



KUR’ÂN’IN VAADİ: NUR, FURKAN VE EMAN

“Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı duyarlı olursanız (takva sahibi olursanız), Allah size bir Furkan verir…” (Enfal 29)

Gerçek müminler, Vahiy’in özünü anlayarak, onunla bütünleşerek yaşarlar. Onlar için din bir aidiyet değil, bir hayat tarzıdır. Bu hayat tarzı onları:

  • Arındırır

  • Nur ile aydınlatır

  • Furkan ile hakla bâtılı ayırt ettirir

  • Ve Eman’a (güvenceye) kavuşturur.

----


SON SÖZ

"İnsan Salât için değil, Salât insanın kurtuluşu içindir."

İbadetlerin amacı şekle saplanmak değil, kişiyi dönüştürmektir. Gerçek kulluk, hayatın her anında Vahiy’e göre yaşamakla olur. Allah’ın zikri (vahyi) işte bu yüzden “ekber”dir – en büyüktür.