İslam’ın Kaynak Krizi
İslam’ın Kaynak Krizi: İlahi Din mi, Beşerî Araklama mı?
Giriş: Tamamlanmış Din ve Bulanıklaşan Vahiy
İslam inancının temel direği olan Kur’an-ı Kerim, dinin kemale erdiğini açıkça ilan eder: “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’a razı oldum.” (Mâide 5:3). Bu ayet, ilahi mesajın bütünlüğünü, tamamlanmışlığını ve herhangi bir eklemeye veya eksiğe ihtiyaç duymadığını kesinleştirir.
Ancak tarih boyunca, bu tamamlanmış dinin saf kaynağına beşerî yorumlar, siyasi çıkarlar, kültürel gelenekler ve mezhepsel dogmalar eklenerek yeni bir “din dili” oluşturulmuştur. Bu yeni yapı, Allah’ın gönderdiği ilahi ilkeleri değil; mezhep, tarikat ve şahıs otoritelerinin şekillendirdiği beşerî kuralları merkeze almıştır. Sonuç, ne yazık ki “Allah’ın dini” olmaktan çıkmış, Allah’a rağmen veya O’nun otoritesini gasp ederek oluşturulan bir inanç sistemi haline gelmiştir. Vahyin saf suyu, tarihsel akış içinde bulanıklaştırılmış; “İslam” adıyla anılan ama temel kaynağı olan Kur’an’dan uzaklaşmış bir inanç sistemi inşa edilmiştir.
1. Dinin Kaynağından Kopuş: Peygamberin Rehberliği mi, Kanun Koyuculuğu mu?
Dinin özünden sapması, kaynağın tekliği ilkesinin ihlal edilmesiyle başlamıştır. Peygamber Muhammed’in görevi, Kur’an’da net bir şekilde tanımlanmıştır: “Sana bu Kitabı, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin diye indirdik...” (Nisâ 4:105). Peygamber, Vahyin tebliğcisi, açıklayıcısı ve pratikteki ilk uygulayıcısıdır.
Ne var ki, zamanla bu yüce rehberlik rolü, Kur’an’ın otoritesine ortak olacak şekilde “kanun koyuculuğa” dönüştürülmüştür. Peygamberin örnekliği (sünnet), vahyin bağlayıcılığına eş bir “dine ek kaynak” olarak konumlandırılmıştır. Kur'an, peygamberin dahi, insanları kendisine itaat etmekten öte bir yola çağırmayacağını kesin bir dille belirtir:
“Size melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi de emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?” (Âl-i İmrân 3:80)
Bu ayet, herhangi bir peygamberin, kendisinin veya meleklerin ilahi otoritesini talep etmeyeceğini, dolayısıyla onlara atfedilen her türlü ilahi yetki ve hükmün beşerî bir saptırma olduğunu netleştirir. Bu saptırma, Kur’an’ın ifadesiyle “dinlerini parça parça edenler ve gruplara ayrılanlar” (En‘âm 6:159) zemin hazırlamıştır. Her grup, kendi geleneğini, rivayetini, mezhepsel hukukunu veya şeyhinin sözünü “sahih din” diye sunarak, asıl vahiy merkezli dini sessizce gölgede bırakmıştır. Dinin kaynağını çoğaltmak, ilahi metni devre dışı bırakmanın ilk adımı olmuştur.
2. İlahi Otoritenin Gasbı ve Şirk’in Yeni Yüzü
Kur’an-ı Kerim, inananları defalarca, dinin otoritesini insanlara devretme tehlikesine karşı uyarır:
“Onlar, Allah’tan başka bilginlerini ve rahiplerini rabler edindiler...” (Tevbe 9:31)
Bu ayet, sadece Hristiyan ya da Yahudi bilginlerini değil, kendi din âlimlerini, şeyhlerini, mezhep kurucularını veya imamlarını “dokunulmaz” veya “hatasız” kabul eden tüm toplulukları kapsar.
Bugün, İslam coğrafyasında “şeyh sözü”, “mezhep görüşü”, “tarikat adabı” ya da “hadis rivayeti” çoğu zaman Allah’ın ayetinin önüne geçmiştir. Bu durum, dinî otoritenin Allah’tan alınıp, insanlara mal edilmesinin en sinsi ve yaygın şeklidir. Dinin özü olan tevhid (yalnızca Allah’a ait otorite ilkesi); yerini dinî vesayete, yani yorumcuların, kurumların ve “ehli” denen sınıfların mülkiyetindeki bir yapıya bırakmıştır.
Bu, aynı zamanda Kur’an’ın şirk olarak tanımladığı ilahi yetki gaspıdır. Bir dine, Allah adına yeni hükümler koymak, O’nun yetkisini gasbetmektir:
“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyi dinden kendilerine yasalaştıran ortakları mı var?” (Şûrâ 42:21)
Kur’an’da açıkça bulunmayan onlarca ritüel, kıyafet kuralı, yasak, dua şekli ve davranış biçimi, “Allah’ın emri budur” denilerek dine sokulmuştur. Bu ekler, ilahi rehberin değil, geleneğin ürünü olan bu yapıyı “İslam” etiketiyle süslemek, dini Allah’tan araklayıp, insan elinden çıkmış bir yapıyı meşrulaştırmaktır.
Sonuç: Dine Değil, Dinin Kaynağına Dönüş
Gerçek dönüş, İslam’a değil; İslam’ın mutlak kaynağına, yani Kur’an’a dönüşle mümkündür. Zira İslam, tarihsel, coğrafi veya mezhepsel bir din değil; her çağda Kur’an’ın rehberliğinde yeniden inşa edilecek bir bilinçtir. Onu canlı tutan, asırlar önceki ritüeller değil, rehberlik eden ilahi ilkelerdir.
Kur’an’ın çağrısı bu bağlamda son derece nettir:
“Hüküm yalnız Allah’ındır.” (Yusuf 12:40)
“Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Hâlbuki Kitabı size açıklanmış olarak indiren O’dur.” (En‘âm 6:114)
Bugün yapılması gereken, yeni bir din üretmek değil; dinin üzerindeki beşerî tortuları, kültürel ekleri, mezhepsel katılıkları ve şahıs otoritelerini temizlemektir. Dini, Allah’tan çalanların elinden kurtarıp yeniden Allah’a iade etmenin tek yolu, Kur’an’ı yeniden mutlak ve tek merkezî otorite olarak kabul etmektir. Zira din, insanın değil, Allah’ın sözüdür. Ve Allah’ın sözünü, O’nun dışındaki hiçbir beşerî otorite temsil edemez, ona ilave yapamaz.
Kur’an’ın evrensel ilanı bu gerçeği tekrar hatırlatır:
“Bu, bana vahyedilen Kur’an’dır ki, sizi ve ulaştığı herkesi onunla uyarayım.” (En‘âm 6:19)
Gerçek İslam, Allah’tan gelen dindir; insanların elinde Allah’tan çalınan değil.
Yorumlar
Yorum Gönder