Kıssalarda Abartının Kökleri

 



​🌀 Tarihin Söylenceye Dönüşmesi: İnsan Doğasındaki Abartı ve Kur'an'daki Anlatıların Masallaştırılması

​I. Giriş: Abartının Kökleri

​İnsanlık tarihi, gerçekliğin etrafına örülmüş bir hayal dokusudur. Her toplum, kendi yaşanmışlığını sadece aktarmakla kalmaz; aynı zamanda onu yüceltir, büyütür, dramatikleştirir. Bu eğilim, insanın bilişsel yapısında derin bir köke sahiptir: İnsan, öyküyü unutmaz ama gerçeği unutur.

​Hint söylencelerinde tanrılar gökten iner, Yunan’da insanlar tanrılara dönüşür, Sümer’de krallar yüzlerce yıl yaşar, Çin ve Japon öykülerinde ejderhalar göğü delip geçer. Türk destanlarında ise doğaüstü atalar, kurtlarla konuşur, dağlarla evlenir.

​Tüm bu anlatılar, gerçek bir olayın abartılı bir yankısı gibidir. Gerçeğin izi vardır, ama çıplak değildir — süslenmiştir, büyütülmüştür, efsaneleştirilmiştir.

​II. Söylencesel Bellek: Hakikatin Abartı Yoluyla Unutulması

​İnsanın anlatı oluşturma ihtiyacı, sadece bilgi aktarmak değil, aynı zamanda duygu inşa etmektir. Bu nedenle tarih, insan elinde söylenceye (mitolojiye) dönüşür.

​Bu dönüşümün üç temel nedeni vardır:

  1. İz Bırakma İsteği: İnsan, yaşadığı dönemi unutulmaz kılmak ister. Bunun için “olağanüstülük” ekler.
  2. Güç ve Kutsallık Üretimi: Krallar, din adamları veya uluslar, kendi iktidarlarını meşrulaştırmak için olağanüstü anlatılar kurar.
  3. Bilinmezle Başa Çıkma: Bilimsel açıklama bulunmadığında, doğaüstü nedenler devreye girer. Gök gürler çünkü tanrı öfkelidir; deprem olur çünkü yer altındaki dev döner.

​Bu psikolojik zemin, vahyin tarihsel yorumuna da sızmıştır. Gerçek olan vahiy, insanın abartı eğilimiyle karıştığında masal haline gelir.

​III. Kur'an'daki Anlatıların Masallaştırılması

​Kur’an, bu insani abartı eğilimine karşı bilinçli bir düzeltme yapar.

​Çünkü o, geçmişi yeniden “anlatmak” için değil, bugüne anlam kazandırmak için anlatılar (kıssalar) getirir.

​Ancak tarih boyunca bu anlatılar, yeniden söylencesel (mitolojik) bir biçime büründürülmüştür.

  • Âdem anlatısı, yeryüzü bilincinin metaforik dersinden çıkıp, “cennetten kovulma” efsanesine dönüştürülmüştür.
  • Nuh’un Tufanı, evrensel ahlak uyarısından çıkarılıp, tüm dünyanın sular altında kaldığı bir “doğaüstü felaket” öyküsü hâline getirilmiştir.
  • Musa ve Firavun anlatısı, bir özgürleşme bilincinden çok, “asa ile denizin yarılması” mucizesine indirgenmiştir.

​Oysa Kur’an, bu anlatılarda “olağanüstü”yü değil, ahlaki ve toplumsal yasayı öne çıkarır:

​“Andolsun, onların öykülerinde akıl sahipleri için ibret vardır. Bu uydurulmuş bir söz değildir.” (Yûsuf, 12/111)


​Kur’an burada açıkça, söylenceselleşmiş anlatılardan ayrılır: “Bu bir efsane değil, hakikatin temsilî bir dersidir.”

​IV. Kelime Aşınması: Abartının Dile Sızması

​Söylencesel düşünme biçimi, yalnızca anlatıları değil, dili de dönüştürmüştür.

​Kelimeler, mecazdan düz anlama (literalizme) ya da tam tersi yöne savrulmuştur.

  • ​“Cennet” kavramı, bilincin huzur halinden göksel bahçelere,
  • ​“Şeytan” içsel kötülükten boynuzlu yaratığa,
  • ​“Melek” ilahi esinlemeden kanatlı varlıklara,
  • ​“Vahiy” bilince doğan hakikatten gökyüzünden indirilen sözlere indirgenmiştir.

​Bu, dilin kutsallaştırma veya büyüleme etkisidir. İnsan, anlamı derinleştirmek yerine onu biçime hapseder.

​Böylece Kur’an’ın “akletme” vurgusu yerine, “inan ve geç” türü bir yüzeysellik yerleşir.

​V. Kur'an’ın Müdahalesi: Abartının Terbiyesi

​Kur’an, insandaki bu abartı eğilimini tanır ama onu ıslah eder.

  • ​Mucizeleri “ayet” (işaret) kelimesiyle sınırlar; doğaüstü değil, doğalın içindeki olağanüstü anlamı gösterir.
  • ​Peygamberleri “insan” olarak tanıtır; onları söylencesel tanrısallıktan kurtarır.
  • ​Tarihi olayları “ibret” düzeyine indirger; onları örnek kılar, efsane değil.

​Bu yönüyle Kur’an, insanın tarihsel abartısını törpüleyen, gerçeği çıplaklaştıran bir kitaptır.

​Anlatılarıyla “geçmişin büyüsünü bozarak” aklı özgürleştirir.

Çünkü hakikat, gösterişli anlatılarda değil; insanın kendini tanımasında gizlidir.

​VI. Sonuç: Gerçekliğe Dönüş Çağrısı

​İnsanın abartı doğası, onu öykülerle avutmuş; Kur’an ise o öykülerin ardındaki ilahi yasayı yeniden hatırlatmıştır.

​Bugün Kur’an’ı anlamak, onu söylencelerden arındırmak değil; tam tersine, insanın söylence üretme eğilimini fark ederek anlamaktır.

  • ​Gerçek mucize, denizin yarılması değil; insanın bilincinin yarılmasıdır.
  • ​Gerçek tufan, sular değil; fesadın taşmasıdır.
  • ​Ve gerçek cennet, uzak bir diyar değil; hakikati yaşayan insanın iç dünyasıdır.

​🔹 Öz:

​Kur’an, insanın söylencesel belleğini dönüştürmek için inmiştir.

​O, “uçan tanrılar” değil, düşünen insanlar yetiştirmeyi hedefler.

​Anlatılarıyla “masal”ı değil, “ibret”i diriltir.

​Ve her çağda yeniden sorar:

​“Hanginizin amelce daha güzel olduğunu denemek için…” (Mülk, 67/2)


UYARI / HATIRLATMA


Bu metinlerde yer alan görüş, yorum ve çıkarımlar, beşerî çabanın bir ürünüdür.

Lütfen her ifadeyi Kur’an’ın bütünüyle değerlendirin; ayetlerin rehberliğinde tartın, ölçün ve doğrulayın. 

Hakikatin tek ölçüsü Allah’ın kitabıdır. Yanlış varsa bize, doğru varsa Allah’a aittir.

Diğer kategorize edilmiş yazılarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

Yorumlar

Öne çıkan Makaleler

Kurana göre Sevgi ile Aşk ❤

YASAK MEYVE ? 🍎

Habibullah demek ŞİRKTİR 📣