21 Haziran 2012 Perşembe

MELEKLER VE İNSAN’IN YARATILIŞI


İnsan topraktan-sudan [maddeden] yaratılmıştır:
And olsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. Ve cann’ı da daha önce nüfuz eden kavurucu ateşten yaratmıştık. Hani Rabbin meleklere, “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratıcıyım” demişti. “Ona bir biçim verdiğimde ve ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde edin.” (Hicr/26-29)
Bu konu için ayrıca Sâd/71, Sâffat/11, Müminûn/12-14, Enbiyâ/30, Furkân/54, Mürselât/20, Nûr/45, Hacc/5, Mümin/67, Kehf/37, Kıyâmet/36-38 aytlerine bakılabilir.
İnsanın yaratılışına toprak [madde] ile başlanmıştır:
Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden [sülâle’den] , basbayağı bir sudan yapmıştır. (Secde/7)
İnsan bir anda bugünkü yapısı ile yaratılmamış, aşama aşama yaratılmıştır:
Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır/aşama aşama yaratmıştır. (Nûh/14)
İnsanın yaratılış aşamalarından birisi de bitkilik evresidir:
Ve Allah sizi yeryüzünde bitki olarak bitirdi. (Nûh/17)
Söz konusu aşamalar, Müminûn/12-14, Mümin/67, Hacc/5, Kehf/37 ve Kıyâmet/36-38 ayetlerinde belirtildiği gibi, toprakla başlayıp bugünkü hâlimize gelinceye kadarki aşamalardır.
Bu sistem bugün için de aynıdır. Önce toprak, su, yenilip içilenler, teneffüs edilen hava gibi cansız maddeler canlıya dönüşerek dişide yumurta, erkekte sperm hücresi hâline gelmekte, sonra da alaka, mudğa, kemik ve et oluşumları bir şekillenme ile sürüp gitmektedir. Âyetlerden anlaşıldığına göre, ilk hayat da aynı sistemle, doğada önce basit bir canlıdan başlamış ve sonra alaka, mudğa gelişimine benzer bir seyirle bugünkü hâline gelmiştir. Bu gelişimler arasındaki zaman aralıkları ise belki milyonlarca yıl sürmüştür.
İnsan, Önce Yaratılmış, Sonra Düzenlenmiştir: Yani, insanın düzenlenmesi, ilk yaratılıştan sonra olmuştur:
Ki O, yarattı, bir düzen içinde biçim verdi. (A‘lâ/2)
Ey insan! Üstün kerem sahibi olan Rabbine karşı seni aldatıp yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, sana bir düzen içinde biçim verdi ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir sûrette seni tertip etti. (İnfitar/6-8)
Bir damla sudan yarattı da onu bir ölçüyle biçime soktu. (Abese/19)
İlk Yaratılıştan Sonraki Yaratılış [Eşin Yaratılması] , Eşeysiz Üremedir: İlk yaratılış bir nefisten gerçekleşmiş, bu nefsin eşi, nefsin kendisinden (eşeysiz olarak) yaratılmıştır. Eşeyli üremeler, bu ilk yaratılış ve eşeysiz olan ilk üremeden sonra başlamıştır:
Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan Rabbinizden korkup sakının. Ve (yine) kendisiyle birbirinizle dilekleştiğiniz Allah’tan ve akrabalık (bağlarını koparmak)tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir. (Nisâ/1)
Ayrıca A‘râf/189 ve Zümer/6 ayetlerine de bakılabilir.
Duyma, görme ve duygu [zihinsel fonksiyonlar] insana sonradan kazandırılmıştır:
Sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde/9)
Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi. (Nahl/78)
De ki: “Sizi inşa eden [yaratan] , size kulak, gözler ve gönüller veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz?” (Mülk/2-3)
Ve hiç kuşkusuz Biz, sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere, “Âdem’e secde edin” dedik; İblis hariç onlar hemen secde ettiler; o secde edenlerden olmadı. (A‘râf/11)
Ve sizin için duymayı, gözleri ve kalpleri yaratan O’dur. Pek az şükrediyorsunuz. (Müminûn/78)
Erkeklik ve dişilik meni ile belirlenir:
Doğrusu, çiftleri; erkek ve dişiyi, yaratan O’dur. Bir damla sudan (döl yatağına)meni döküldüğü zaman. (Necm/45-46)
İnsanın yapısı bakımından değersiz olduğu dönem milyonlarca-milyarlarca yıl [dehr] devam etmiştir:
İnsan üzerine, henüz kendisi anılabilecek bir şey değilken, dehrden bir süre geldi mi? Doğrusu Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık. Onu imtihan edeceğiz bu nedenle onu işitici, görücü yaptık. (İnsan/1-2)
Biz, onları Biz yarattık. Bedenlerini Biz sağlam yaptık. Dilediğimizde de benzerleriyle öyle bir değiştiririz ki! (İnsan/28)
Allah İnsanı Bilgilendirmiş; Ona Ruhundan Üfürmüş; Vahiy Göndermiş; Biraz Bilgi verilmiştir.: Âyette geçen, rûhun üfürülmesi/üflenmesi ifadesi, “Allah’ın insanı bilgilendirmesi, ona vahiy göndermesi, az bir bilgi vermesi” [bilgi koklatması] anlamına gelmektedir.
Ruhun üfürülmesi:
Onu amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan içine üflediğim zaman, hemen ona secdeye kapanın. (Sâd/72)
Onu amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan içine üflediğim zaman, hemen ona secdeye kapanın. (Hicr/29)
Sonra da ona bir biçim verdi ve ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme gücü, gözler ve gönüller [bilgiye ulaşma yolları] var etti. Ne kadar az şükrediyorsunuz! (Secde/9)
Allah’ın gerçek anlamda üfürmeyeceği bilindiğine göre, “üfürmek” ifadesinin mecâz olduğu hemen anlaşılmaktadır. Üfürmek ise, mecazen bir başkasına verilen şeyin en az miktarını ifade eder. Türkçe‘de bu eylem “koklatmak” olarak yer almıştır. Bu durumda ruhun üfürülmesi, “çok az miktarda bilgi verilmesi, bilginin koklatılması” anlamına gelmektedir. Nitekim İsrâ/85 ayetinde de, De ki:“Ruh Rabbimin işindendir. Ve size bilgiden ancak çok az verilmiştir denilerek, bu husus açıkça belirtilmiştir.
Ruhun Âdem’e üfürülmesinden ne kastedildiği de yine Kur’ân‘da açıklanmıştır:
Ve bir zamanlar Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife kılacağım” demişti de onlar, “Orada bozgunculuk yapan ve kan döken birini mi kılacaksın? Oysaki bizler, Seni hamd ile tesbîh ediyoruz, Seni kutsayıp yüceltiyoruz” demişlerdi. O, “Şu bir gerçek ki Ben sizin bilmediklerinizi bilmekteyim” dedi. Ve Âdem’e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere sundu ve “Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz” dedi. Dediler ki: “Yücedir şanın Senin. Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim. Sen, yalnız Sen âlimsin, her şeyi en iyi şekilde bilirsin; hakîmsin, her şeyin bütün hikmetlerine sahipsin.” Dedi: “Ey Âdem! Haber ver onlara onların adlarını.” O onlara onların adlarını haber verince, “Dememiş miydim Ben size! Ki Ben, göklerin ve yerin gaybını en iyi bilenim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı da sakladıklarınızı da en iyi biçimde bilmekteyim” dedi. Ve o vakit Biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis dışındaki melekler hemen secde etmişti. İblis yan çizmiş, kibre sapmış ve nankörlerden olmuştu. (Bakara/30-34)
Dikkat edilecek olursa Sâd/72 ve Hicr/29‘a göre meleklerin secde etmesi, Âdem’in belirli aşamalardan geçirilerek [amaçlanan düzgünlüğe ulaştırılarak] nihaî şekle getirilip, kendisine ruh üfürülmesinden sonradır. Bakara/30-34‘de ise meleklerin secde etmesinden önce Âdem’in geçirdiği değişim ya da aşama, “Âdem’in bilgilendirilmesi ve bilgisinin meleklerin bilgisi ile karşılaştırılması” olarak açıklanmıştır. Yani, Sâd ve Hicr sûrelerinde kullanılan ruh üfürme tabiri, Bakara sûresi‘nde yerini bilgi ile bilgilendirmeye bırakmış, böylece ruh üfürme tabirinin, “bilgi ile bilgilendirmek” anlamına geldiği açıklanmıştır.
Ruh üfürülmesi tabirinin, Âdem’e verilen bilginin “koklatma” anlamına geldiğinin kanıtı ise, İsrâ/85 âyetidir. Burada hemen belirtmek gerekir ki, Âdem’e verilen bilginin azlığı, sadece Rabbimizin sonsuz bilgisine nispetledir. Şöyle ki:
De ki: “Rabbimin sözleri için deniz mürekkep olsa Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenirdi, hatta bir o kadarını daha getirsek bile.” (Kehf/109)
Şayet yeryüzünde ağaçtan ne varsa kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah’ın sözleri tükenmezdi. Şüphe yok ki Allah azizdir, hakîmdir. (Lokmân/27)
Durum böyle olunca, Rabbimizin ilkinden en sonuncusuna kadar tüm peygamberlerine gönderdiği vahiyler [kitaplar ile bildirdiklerinin toplamı] , koklatmadan [üfürmeden] başka bir şey değildir.
SECDE:  السّجدة [secde] denince ilk olarak, namazın erkânından olan ve ibâdet kastı ile alnın yere konulması şeklinde yapılan eylem akla gelmektedir. Dolayısıyla da secde etmek eyleminden, “ibadet etmek” anlamı çıkarılmaktadır. Hâlbuki secde sözcüğünün esas anlamı, “boyun eğmek, itaat etmek” demektir. İbadet ve saygı için alnın yere konması ise, itaat ve boyun eğmenin sadece bir simgesidir.  
ÂDEM’E SECDE EDEN MELEKLER:
Melek sözcüğünün sözlük anlamı olarak “kuvvet, yönetim gücü, elçi, haber verici” anlamlarına geldiğini; terim olarak da Allah’ın bütün emirlerine uyan, O’na hiç isyan etmeyen varlıkları ifade ettiğini belirtmiş, ayrıca Kur’ân’daki melek sözcüğünün değişik şeyler için kullanıldığını; insanın yararına çalışmakla görevlendirilmiş değişik zihinsel fonksiyonlara, iradesiz canlılara ve doğal güçlere de “melek” dendiğini gördük. Âdem’e secde eden meleklerin, halk kültürüne yerleşmiş şekli ile sürekli namaz ve niyazda olan melekler olmadığı; insandaki akıl, zekâ, ar, hayâ, hafıza, dikkat gibi zihinsel fonksiyonlar ile yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ağaç, nebat gibi insan dışında doğada mevcut diğer canlılar ve güçler olduğu hemen anlaşılmaktadır. Çünkü bu sayılanların hepsi Âdem’e [insana] boyun eğmişlerdir [secde etmişlerdir] , hâlen de eğmektedirler ve kıyamete kadar da eğmeye devam edeceklerdir. Şöyle ki:
İnsana ruh/bilgi üfürüldüğü zaman, insan bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir bir güce sahip duruma gelmiş ve bilgilendiği zamandan itibaren bilgisi oranında doğaya hükmetmeye başlamıştır. Hayvanları evcilleştirmiş, onların etinden, sütünden, yumurtasından, gücünden yararlanmış hatta en vahşîlerini bile kafeslerde, hayvanat bahçelerinde seyir amacıyla emri altına almıştır. Rüzgâra değirmen taşlarını döndürtmüş, gemilerini yüzdürmek için yelkenleri şişirtmiştir. Akıp giden ırmakların suyunu barajlarla kontrol altına almış, içmede ve sulamada kullandığı bu sudan elektrik üretmiştir. Doğadaki madenlerden her alanda sayısız yararlar sağlamış, ormandaki ağaçlar ise insanın arzusu doğrultusunda yakacak, mobilya, kâğıt olmuştur. Havadaki oksijen sayesinde yaktığı ateş ile kendisini ısıtmış, yemeğini pişirmiş ve daha pek çok alanda kendine yarar sağlamıştır. İnsanın doğadaki birçok şeyi kontrol edişine dair verilebilecek örnekler saymakla bitmez. İnsanın doğaya hâkim oluşu ile ilgili bütün bu örnekler, doğa varlıklarının ve güçlerinin [meleklerin] , Âdem’e [insana] boyun eğip itaat ettiğini [secde ettiğini] gösteren birer delil niteliğindedir. Burada gözden kaçırılmaması gereken bir husus vardır ki, o da Âdem’in “bilgilendirilmiş insan” olduğudur.
Sonuç olarak, melekler/yönetim güçleri sıradan insana değil, kendisine ruh üfürülmüş [Rabbimizin sonsuz bilgisine nisbetle az bir bilgi ile bilgilendirilmiş] , yani Adam/Âdem olmuş insana secde etmektedirler [boyun eğmektedirler] .

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder