21 Haziran 2012 Perşembe

Kuran için Algı Sorunu


Somut/zahiri algılama ve düşünme biçimi Müslümanların yaşadığı her coğrafya ve dönemde sorun olagelmiştir. Sadece sorun olmakla kalmamış, tüm Müslüman algıyı etkileyip yönlendirmiştir. Aynı zamanda Kur`an`ın doğru anlaşılmasının önünde ciddi engeller de oluşturmuştur. Hem varlığı ile sorun olmuş, hem de yeni sorunlar oluşturarak kültürel ve inanç kodlarımızda önemli hasarlar meydana getirmiştir.

Dolayısıyla bu algılama biçimi sadece günümüze ait bir olgu değil, tüm çağlarda hep var olagelen göçebe ve dağ yaşantısının bir yansımasıdır. Bu açıdan, somutlaştırarak anlama geleneği, geleneğimiz ve tarihimiz içinde önemli bir ağırlığa sahip olmuştur. Tahribat açısından da Yahudilikten sonra, olumsuz etkilerini en çok biz hissetmiş, maalesef en ağır zayiatı da biz Müslümanlar almışız. Bu tahribatlarla elbette sadece bugün karşılaşıyor değiliz. Bu algılama biçimi müslüman gelenek içinde de ilk yıllardan bu yana varolagelmiş, konu ile ilgili tartışmalar Son nebi döneminde bile yaşanmış ve bunlardan bazılarının yansıması Kur`an`da da kendisine yer bulmuştur.

Gerçi bu algılama biçimi, Kur`an`da eleştiri konusu yapılmıştır ama (sahurla ilgili beyaz iplik-siyah iplik ve bedevilerin bazı tavır, söz ve davranışları gibi), bu eleştirile sonraki kuşaklar açısından fazla bir anlam ifade etmemiş, bunlardan gerekli dersler çıkarılmamış, üstelik kırk-elli sene gibi çok kısa bir zaman sonra bu algılama biçimi Müslüman coğrafyanın en başat algısı haline gelmiştir.

Bu algılama biçiminin geleneksel anlayışımızdaki en belirgin göstegesi, somut Allah algılamasıdır. Somut Allah algılaması, ahirette Allah`ın, Müslümanlar tarafından açık gözle, açıkça görüleceği şeklinde bir inanç ilkesi haline dönüşmüştür. Nasıl ki, Hıristiyanlar İznik Konsülü kararları gereği, Teslis Akidesini kabul etmeyenleri aforoz ederek (kafir ilan ederek) din dışına çıkarmışlarsa, Sünniliğin özünü oluşturan Ehli Sünnet-Hadis çizgisindeki ülemalar da Allah`ın cemalinin görülemeyeceğini söyleyenleri kafir ilan etmişlerdir.

Bu iddiaların önemli gerekçelerinden biri de Kur`an`daki "vechüllah" ve "vechurabb" kullanımları olmuştur. Bu ifadeler, pekçok, müfessir, fakih, hadisçi ve kelamcı ülema tarafından maddi anlamda bir yüz, yani sınırları çizilmiş, madileştirilmiş bir Allah`ın maddi yüzü olarak olarak algılanmış, kitaplarına ve fetvalarına da bu şekilde yansımıştır. Aynı şekilde bu "vechüllah" ve "vechurabb" ifadeleri, Yüce yaratıcıya olan aşkın referans kaynağını da oluşturmuştur. "İlahi Aşk" dediğimiz şey de son noktada "O`nun cemalini görmek", gördüğü şey ile "aynileşmek" veya onda "kaybolmak".olarak ifade edilegelmiştir.

Görüldüğü gibi burada birçok problem içiçe girmiş durumdadır. Arka arkaya pekçok hata yapılmaktadır. Allah`a şekil ve cisim isnat edilerek (Subhanallah) O`nun maddeleştirilmesini mi, "ilahi aşk" denilerek, Allah`ın arzu edilecek bir nesneye dönüştürülmesini mi, "vechüllah" ve "vechurabb" ifadelerine bağlamları dışında ifadeye yanlış anlamlar verilmesini mi? Hangisini sayalım?

Bilindiği gibi "vech" kelimesi somut anlamıyla, insanın en veya bir canlının en belirgin ve onu en iyi tanımlayan yeri olan, yüz, surat anlamında kullanıldığı, soyut anlamda yön, amaç, hedef, ilke, kural, prensip anlamında da kullanılmaktadır. Kur`andaki kullanımı açısından insanla ilişkili olarak hem somut hem de soyut anlamlarda kullanılırken, bağlamlarından net bir şekilde anlaşıldığı gibi Allah ile ilgili tüm kullanımlarında ise soyut anlamıyla yani, yön, hedef, ilke anlamında kullanılmaktadır.

Örneğin Bakara suresi 112. Ayette "vech" kelimesi "öz", "benlik", "gaye" anlamlarında kullanılmakta ve şöyle denilmektedir:

"Evet, gerçekten her kim tüm benliğini (vechehu) Allah`a teslim eder ve iyilik yapanlardan olursa, Rabbi katında mükafatını görecektir, ve böyleleri ne korkacak, ne de üzülecekler."

Aynı şekilde Bakara suresi 115. Ayette de "vech" kelimesi "yön" "rıza","ilke" anlamlarında kullanılmakadır.

"Doğu da Batı da Allah`ındır: Nereye dönerseniz dönün Allah`ın yönü/egemenliği (vech) orasıdır. Unutmayın ki, Allah rahmet ve kudretinde sınırsızdır, her şeyi bilendir ".

Yine Rahman Suresi 27.ayette:" ...Ama kudret ve ihtişam sahibi olan Rabbinizin Zatı/varlığı/yönü/iradesi/ilkeleri sonsuza dek kalıcıdır ".

Ve Rum suresi 38.ayette
"Öyleyse yakınlarınıza, muhtaçlara ve yolculara haklarını verin; bu, Allah`ın rızasını (vech) kazanmak isteyenler için en doğrusudur: çünkü, mutluluğa erecekler onlardır! "

Kur`an da bu minvalde pek çok ayet bulunmakta ve "vech" kelimesi hepsinde de yukarıda işaret ettiğimiz soyut anlamlarıyla kullanılmaktadır. Ancak somut/zahiri algılamanın bir yansıması olarak bu ayetlerdeki "vech" kelimesi, pek çok tefsir ve mealde somut anlamıyla "yüz" yani "Allah`ın yüzü" anlamında Türkçeye çevirilmiş, pek çok Arapça tefsirde de bu anlamda kullanılmıştır. Oysa bağlamı göz önünde bulunduran müfessir ve mütercimler kelimeyi soyut anlamıyla aktarmışlardır.

Allah bizim dünyamıza güç ve iradesiyle, ilmiyle koyduğu ilke ve hedeflerle, yönlendirmesi ve teveccühleri ile yansımakta biz de onu öyle tanımaktayız. Çünkü Onun nasıllığı bizim muhayyilemizin ve kudretimizin çok üstünde ve ötesindedir. Çünkü O, biz onu neye benzetirsek, o değildir (42/11).

Biz, ona ancak saygı duyar, nimetleri için şükreder, gücü ve iradesi karşısında rahmetine sığınırız. Aşkı ilan ederek ona sahip olmamız, bizim hem haddimiz değildir, hem varlık/yaratılmış olmamamız buna izin vermez, hem de sorumluluk alanımız böyle bir şeyi imkansız kılar. İnsan haddini bilmelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder