21 Haziran 2012 Perşembe

Herkesin dini kendince


Herkes kendi alışkanlıklarını veya yaşayageldiklerini dinin vazgeçilmezleri olarak görüyor.


Önemsediklerini önemsemeyenleri, yaşadıklarını yaşamayanları, kendi dininin, dini geleneğinin dışında sayıyor. Kendi dinini, bilgi düzeyi ve ilgi alanıyla, hatta kişisel inançlarıyla sınırlamayarak, kendi algı ve tecrübesini dinin kendisi, yegane gerçeği olarak kabul ediyor.

Kendisi gibi düşünmeyenleri sadece kendi kişisel dininin değil, kişisel önyargıların ve tercihlerin çok üstünde olan islam dininin de düşmanı olarak gördüğünden ona karşı kendisini kilitliyor. Diliyle ikrar etmese de onu "düşman"ı olarak ötekileştiriyor. Düşmanı olarak gördüğünü önce kalbinden, sonra zihninden, daha sonra hayatından en sonunda da bütün dünyadan kovuyor.

Bu işin bir yönü.

Diğer bir yönü de çirkin ve itici takiyyecilik... Çevremize baktığımızda görüyoruz ki, (Bu çevreyi, sadece dar kendi özel çevremizle ve dünyamızla sınırlandırmaya gerek yok,  tv ekranlarıyla beynimizin içine kadar giren koca bir Dünya olarak da düşünebiliriz.) herkesin şaşmaz, tartışılmaz, konuşulamaz bir yolu, bir din algısı, dünya görüşü, felsefesi var. Ve insanlar sahip oldukları bu şeyler için çok peşin hükümlü ve tartışmaya kapalılar. Genellikle bu algılar kör bir atacılığın ürünü. Çağdaş görünümlü anlayışlarda bu önyargı ve tututculuğun daha keskin olduğunu söyleyebiliriz. Onlarınkı tam bir kör atacılık. Çağdaşı veya gelenekseli pek farketmiyor, hepsi hayat şartlarının dayatması karşısında hemen sırıtan bir takiyye içine giriveriyorlar.

Herkesin bu kör atacılık ve gelenek tutkusu, alışkanlıklarına inadına bağlı, ancak kendine bile güvenmeyen hali, gerçek yüzünü gizlemesi için iğreti duran yapmacık hoşgörü nöbetlerine tutulmasına ve çirkin bir takiyye içine girmesine neden oluyor. Hem bu hem bu iki yüzlü hali hem de nerede, ne zaman, kime isabet edeceği belli olmayan serseri kurşun hali bütün güven ve uzlaşma ortamlarının sabote edilmesini sağlıyor.

Tüm bu zoraki birliktekilerin, birbirinden daha çok nefret etme ve karşılıklı olarak düşmanlıkları arttırma dışında bir işlev görmediği yaşanılan tecrübelerden anlaşılıyor. Konuşan insanların aslında konuşmadıklarını, birbirine bakan insanların aslında birbirlerini görmediklerini görüyorsunuz.

Elbette böyle bir ortamda fikirlerin, kültürlerin, inanışların kaynaşması bir yana, konuşulup tartışılması bile söz konusu olamaz. Bütün muhatapların “düşman” kelimesi ile tanımlanmış olması, insanların, başka bir deyişle kültürlerin tanışmasını imkânsız kıldığından insan neslinin ortak paydası olabilecek yeni fikir ve anlayışların doğup gelişmesi de imkânsızlaşıyor.

Dargörüşlülük dargörüşlülüğü, tahammülsüzlük tahammülsüzlüğü, düşmanlık düşmanlığı besliyor. Hangi toplumda olursa olsun farklı düşünmek kelle koparan en riskli ve en tehlikeli bir suç haline geliyor.

Türkiye’deki çatışmaların, anlaşmazlıkların, aykırılıkların, mutlaka birçok nedeni vardır; ancak bu nedenler arasında, kişinin kendi kişisel inançlarını, yani önyargılarını, kendi yaşadıklarını ve alışkanlıklarını din sanmanın özel bir yeri olduğunu düşünüyorum. Özellikle de dar görüşlülüğün ve tahammülsüzlüğün ağırlaşmasında bu anlayış temel belirleyici olsa gerektir.

İnsanoğlu gerçi her zaman kendisini öne çıkarmış, kendi düşüncelerini önemsemiş, bunu zaman zaman kendisini tabulaştıracak kadar abartmış. Ancak hiçbir zaman bunu günümüzdeki kadar etkili evrensel ölçekte bir silah ve toplumu değiştirme ve dönüştürmede bir araç olarak kullanmamıştı. En önemlisi de kendi alışkanlıklarını veya tercihlerini evrensel bir yaşam biçimi yahut bir inanç olarak sunmada bu kadar başarılı olmamıştı. Üstelik bunu yaparken, bu alanda her şeyi mubah görmede bu kadar pervasızlaşmamıştı.

Bu gün hangi inançtan olursa olsunlar, insanlar kendi yaşam biçimlerini, olmazsa olmaz, özellikle de tenkit edilip karşı çıkılamaz bir din olarak algılıyorlar ve bir başkasına da öyle sunuyorlar. Bir tanışma bir tartışma, bir sorgulama ortamının oluşmasına kesinlikle müsaade etmiyorlar.

Böyle bir davranışın dini bozacağını toplumsal kargaşaya yol açacağını, fitneye neden olacağını ifade ediyorlar. “Tehlike”, “Fitne” sözcükleri temel belirleyici kavramlar olarak toplumsal hayata giriyor. Her şeyi, her kuralı, her anlayışı, dolayısıyla hayatı yeniden şekillendiriyorlar. Ve bu kelimeler “günah”,”suç” ve “yasak” kelimeleri için uygun zeminleri oluşturduktan sonra, “günah”, “suç” ve “yasak”a dönüşüyorlar.

Kısacası kendi yaşam biçimlerine “çağdaş yaşam” diyenlerden  “İslam” diyenlere kadar birçok anlayış ve inanç sahibi, dünyayı, kendisi gibi düşünmeyenlere, kendisi gibi yaşamayanlara dar etmek için elinden gelini yapıyor.

Bugün gerek Müslüman bireyler gerekse çağdaşıyla, klasiğiyle cemaatler incelendiğinde, insanların yetişme tarzlarının, alışkanlıklarının, geleneklerinin, hatta kişisel tercihlerinin bilinçli veya bilinçsiz bir dinsel kimlikle veya kılıfla sunulduğu görülecektir.

Her bireyin veya cemaatin gözünde bir gözlük vardır ve herkes o gözlükle bir başkasına bakmakta ve onu yargılamaktadır. Bir başkası da onu. Belki de insanlar aynı kelimeleri konuşarak, birbirlerini aynı şeylerin kâfiri ilan ediyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder