18 Haziran 2012 Pazartesi

KURANDA NAMAZ VAKİTLERİ



On beşinci yüzyılda yapılan ilk saatler ve saat kuleleri, Ortaçağ’a son veren araç olur. Zaman, mekanik saatin icadı ve ulaşılan ölçü birliğinin toplumsal örgütlenme içinde yayılmasına kadar hep “yer” ve beden ile ilişkilendirilmiştir. Aristo’nun öğle vaktinde buluşacağı bir kişiye “Gölgen bacak boyunu geçmeden gel” diyerek randevu verdiği bilinmektedir (Focus, 1999).

 Rönesans’ın zaman ve mekan kavramlarında yarattığı devrim aydınlanma projesinin de temellerini atmaktadır. Modern düşüncenin ilk adımı olarak nitelenen doğa üzerinde hakimiyet ve bunun koşulsuz sonucu olarak görülen insanın özgürleşmesi gerçekleşmektedir. Artık insan kendini doğanın dışında tutmaktadır. 18. yy da yaygınlaşan yürüyüş pratiği bunun bir göstergesidir. Doğa artık bir manzarayadönüşmüş tarif edilemez olmaktan çıkmıştır. Rönesans’la birlikte yerleşen mekan ve zaman kavramlarındaki değişiklik, mekanın fethi ve rasyonel biçimde düzenlenmesi Sanayi Devrimi’yle birlikte net bir şekilde kendini göstermeye başlamaktadır. Bu defa ne mekan ne de zaman, Allah’nın gücünü dünyaya yansıtmak üzere değil, insanın özgürlüğü için düzenlenmektedir.
 


Salatın amacı, insanın manevî yücelmesini sağlamak, kişiyi topluma yararlı iyi bir insan hâline getirmek olduğundan, vücudun beslenmesindeki üç öğün gıda gibi salat da öğünleştirilmiştir. Yani, belirli vakitlerde salat istenerek insanın manevî beslenmesinin sürekli olması sağlanmıştır. “Fiilî dua, eğitim, destek, okuma” anlamına gelen “salât”ın, müminler için günün belli vakitlerinde yerine getirilecek bir görev olması öncelikle, insan şuurunda Allah inancının devamlılığını gerçekleştirme gayesini gütmektedir. Din psikolojisi araştırmaları ortaya koymaktadır ki, insanın içsel yönelişlerinin ihmal edilmesi, onu manen kör bir varlık haline getirmekte ve bunun sonucunda da insan, iyi bir yapıcı toplum elemanı olamamaktadır. Dolayısıyla, insan için salat çok önemli bir ödev durumundadır ve bu sebeple de günün belli vakitlerinde (sabah, akşam ve gece) zorunlu olarak salat emredilmiştir:

Nisa; 103:  Salatı karara bağladığınızda (kudiyetis-salat), Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin(akılda çıkarmayın). Artık ‘gönülden kabullenirseniz, (itminan, tatmin olursanızsalatı yerine getirin (akimus-salat). Çünkü salat, mü’minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır.

Ayetteki “vakti belirlenmiş yazgı” ifadesinden anlaşılmaktadır ki; salat, sadece vaktinde farzdır, vakti gelmeden farz olmaz, vaktinin dışında da kaza edilmez. Vaktinde kılınmamış namaz, vaktinde yenilmemiş yemek veya vaktinde alınmamış ilaç gibidir, yani geçen geçmiş olur.

Bizlere salatı yerine getirmemizi emreden Yüce Rabbimiz, salatı hangi vakitlerde yapacağımız gerektiğini de, (bizi şeyhe, imama, müçtehide muhtaç bırakmadan) Kur’an’da açıkça bildirmiştir:

Hud; 114:   Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde salatı ikame edin; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür.

Bu ayette peygamberimize gündüzün iki tarafında (yani sabah ile akşam)ve gecenin yakın zamanlarında ( bu iki vaktin diğer sınırı) olmak üzere toplam iki vakitte salatı emredilmiştir.

İsra;78,79: Güneşin dülûkundan (batmasından, kaybolmasından) gecenin kararmasına kadar salatı yerine getirin ve sabah Kur’an’ını da. Çünkü sabah Kur’an’ı görülecek şeydir.Ve geceden de. Ayrıca, sana özgü bir nafile olarak sen, onu  teheccüd et (uyanıp  kıl)! Rabbinin, seni güzel bir makama ulaştıracağı umulur.

Bu ayetlerde de aynı şekilde peygamberimize, güneşin batmasından gecenin  karanlığına değin (akşam), tan yeri ağarırken (sabah) ve geceden bir bölümde (yatsı) rasule has namaz kılması emredilmiştir. Yani, emredilen vakitler; sabah, akşam ve peygambere has gece (“yatsı”)dir.

Dikkat edilirse, Hud suresinin 114. ayeti ile İsra suresinin 78. ve 79. ayetlerinin ifadeleri aynı olup, bu ayetler namazın vakitlerini belirtmektedir. Ancak bu vakitler, Kur’an’ın genel üslûbuna uygun olarak; aynı anlamın, değişik üslûp ve özdeş kelimelerle ifade edilmesi suretiyle belirtilmiştir.

Bu ayetlerde, akşam, sabah ve peygambere has gece  namazı  olmak üzere üç vakit SALAT emredilmekte olup, bu ayetlere göre öğle, ikindi ve yatsı tesbihlerini,  Salat olarak nitelemek  mümkün değildir. Peygamberimizin bazı uygulamalarından, özellikle de öğle ve ikindi namazını bazen beraber kılmasından da, öğle ve ikindin yapılan nüsükün salat olarak farz olmadığı, yani salatın aslının beş vakit olmadığı kesin olarak anlaşılmaktadır. Ama işin aslı, bu konuda ortalıkta dolaşan rivayet dalgaları arasında kaybolmuştur. Oysa, Salatın beş vakit olarak ifade eden rivayetlerin bazıları uydurma, bazıları da namaz vakitlerini düzenleyen ayetlerin inişinden evvelki uygulamaları içeren rivayetlerdir.

Meselenin aslını öğrenebilmek için bu ayetleri iyi anlamak, ayetleri iyi anlamak için de, ayetlerde geçen “dülûkuşşems”, “kur’an-el fecr”, “taraf”, “teheccüd” ve “nafile” sözcüklerinin ne demek olduklarını iyi bilmek gerekmektedir.

Dülûkuşşems; “Güneş’in batması, gözden kaybolması” anlamındadır. Ama bazı yorumcular buna “eğilmesi” anlamını vermişlerdir. Tac-ül Arus ve Lisan-ül Arab’ın verdikleri bilgiye göre “dülûk sözcüğüne “eğilme” anlamının verilmesi, namazı beş vakit olarak anlayabilme amacı gütmekteymiş. (!) (Tac-ül Arus, c: 13, s: 560, 561 ve Lisan-ül Arab, c: 3, s: 398, 399)

Dülûk” sözcüğünün gerçek anlamına göre “dülûkuşşems” tamlaması; akşam vaktini ifade eder. Nitekim, dördüncü halife Ali, Abdullah ibn Mesûd, Said ibn Cübeyr, Nehâî, Mükatil, Dahhâk, Süddî, İbn Abbas ve Mücahid bu anlamı tercih etmişlerdir.

Buna karşılık “dülûk” sözcüğüne “eğilme” anlamı vererek sözcükten öğle vaktini anlayanlar da olmuştur. Klâsik kaynaklarda, İbn Ömer, Cabir, Atâ, Katâde ve Hasan’ın bu görüşü benimsedikleri bildirilir.

İsra suresinin 78. ayetinde yer alan bu sözcükten, her iki anlamın birden anlaşılabileceği ileri sürülse de, namazın vakitlerini belirleyen diğer ayet olan Hud suresinin 114. ayetindeki ifadeler, “dülûküşşems” tamlamasından, “Güneş’in eğilmesi” anlamının çıkarılmasına ve bu anlamdan da ayette öğle namazının kastedildiğinin sanılmasına engel olur. Çünkü, Hud suresinin 114. ayetinde peygamberimize “Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın bir zamanda namaz kılması” emredilmiş ve anlam netleşmiştir. Çünkü, Hud suresinin 114. ayetinde geçen “zülefen” sözcüğü, İsra suresinin 78. ayetinde geçen “ğasak” sözcüğü ile aynı anlamda olup; “ortalığın karardığı zaman, gecenin ilk saatleri” demektir. Yani, her iki sözcük de “yatsı” vaktine karşılıktır. Bu durumdan kesin olarak anlaşılmaktadır ki, İsra suresinin 78 ve 79. ayetlerinin emri ile Hud suresinin 114. ayetinin emri aynıdır ve bu ayetlerde, salat vakitleri, özdeş kelimeler kullanılmak suretiyle değişik üslûplarla ifade edilmiştir.

Diğer taraftan, bir çok yorumcu da “dülûkuşşems” ile “ğasakılleyl” tamlamalarının ayrı zamanları ifade ettiğini ileri sürmüştür. Oysa bunlar, ayrı zamanları değil, bir vaktin başını ve sonunu ifade etmektedirler. İsra suresinin 78. ayetinde “güneşin batmasından itibaren karanlığa kadar” salat emredilmiştir. Bu ifade, iki salatın değil, bir tek , yani akşam salatının vaktini belirlemektedir.

Ayette geçen “kur’an-el fecr”; sabah okuması, yani sabah salatı olup kişilerin ayetleri okumasıdır.

Taraf”; “nahiye, yan bölge” demektir. Bir şeyin “taraf”ından söz edildiği zaman, o şeyin içi değil, dışı anlaşılır. Nitekim Fıkıh’ta “İnsanın iki tarafı” ifadesinden; bir taraf olarak insanın anası, babası, dedesi, yani atası, diğer taraf olarak da çocukları ve torunları anlaşılır. Benzer şekilde “masanın iki tarafı” denildiğinde de; masanın ikiye ayrılmış hâldeki iki parçası anlaşılmaz, masanın sağında ve solundaki şeyler anlaşılır.

“Taraf” sözcüğünün çoğulu “etraf” sözcüğü olup, bu sözcük Türkçeye, aynen Arapçadaki anlamı ile geçmiştir. “Etraf” sözcüğü de yöneltildiği şeyin dışı ile ilgilidir. Meselâ, bir kimseye “Etrafına bak” dendiği zaman, o kişi eline, yüzüne, vücuduna değil, sağına, soluna, önüne ve arkasına bakar. Bu örneği “ülkenin etrafı” dendiğinde ülkenin dışının kastedildiği ve anlaşıldığı, “Dünya’nın etrafı” dendiğinde Dünya’nın dışının kastedildiği ve anlaşıldığı şeklinde çoğaltmak mümkündür.

Ayetteki “Gündüzün iki tarafı” ifadesinden de, “gündüz”ün dışında kalan “sabah” ve “akşam” vakitleri anlaşılır. Yoksa bu ifade, “gündüz”ün kısımları, birer parçası olan “kuşluk” ve “ikindi” vakitleri demek değildir.

Teheccüd” sözcüğünün kökü olan “hecd” sözcüğü, “ezdat”tan olup, iki zıt anlamı da ifade eder. Yani hem “uyumak” hem de “uyanmak” demektir. “Hecd” sözcüğünün bazı türevleri şöyle meşhurlaşmıştır: “Hâcid”; “uyuyan”, “tehcid”; “uykuyu gidermek, uyandırmak”, “teheccüd”; “uykudan uyanıp namaz kılmak”, “müteheccid”; “geceleyin uyanıp namaz kılan kimse”.

Nafile” sözcüğü; “asıl üzerine yapılan ziyade (ek)” demektir. Buradan da anlıyoruz ki peygamberimiz, gece namazını herkes gibi karanlık bastıktan başlayıp tan ağarıncaya kadar olan zaman içinde kılmayacak, uyup uyanarak  kılacaktır.

Sözcük anlamlarının tahlili neticesi de bize göstermektedir ki, bu ayetlere göre öğle, ikindi ve yatsı vakitlerinde salat söz konusu değildir. Ayetlerden anlaşılan, sabah, akşam ve gecenin bir kısmında salat ve peygamberin ise bu gece  teheccüd etmesidir.
Kur’an’a göre cuma ile 3  vakit olarak vakitlenmiş olan salatın ikisi, bir başka ayette isimleriyle de anılmıştır:

Nur; 58: Ey iman edenler! Elleriniz altında bulunanlarla, sizden erginlik yaşına gelmemiş olanlarınız üç durumda; sabah salatından önce, öğle vaktinde elbisenizi çıkardığınızda, ışa (akşam) salatından sonra izin istesinler. Bunlar sizin için üç avrettir (açık ve korumasız, üç zamandır).Bunlar dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur. Aranızda dolaşırlar, birbirinize bakabilirsiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklıyor. Allah Alim’dir, Hakim’dir.

Sonuç olarak,İsra suresinin 78, 79. ayetlerinde iki vakitte; sabah ve akşam  vaktinde iki salat emredildiği gibi, Hud suresinin 114. ayetinde de aynı şeyler emredilmiş; iki vakit (sabah ve akşam ) zikir için salat bildirilmiştir. Bu vakitlerde kuran yani zikir okunur. Okunan ayetlerde hayatta ikame edilir.

Vakitleri bildiren ayetlerde ilk muhatap peygamberimiz olmasına rağmen, emir tüm ümmeti kapsamaktadır. Çünkü ümmete verilen emirler, ümmetin örneği, rehberi, imamı olmak sıfatıyla önce onun şahsında yer tutmakta, ümmeti de onun her yaptığını yapmakla yükümlü bulunmaktadır:

A’râf: 158:  De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah’ın size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde Allah’a ve O’nun sözlerine iman eden, ümmî peygamber olan elçisine iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulmuş olasınız.”

Bu noktada hemen belirtmek gerekir ki, peygamberimize uymayı emreden bu ayet, peygamberimizin öğle, ikindi ve yatsı vakitlerinde salat hakkındaki rivayetlere dayandırmak suretiyle, bu vakitlerin de salat emredilmiş vakitlerden olduğu yolunda ileri sürülen iddiaları destekler mahiyette bir ayet değildir.

Dinimizdeki namaz, oruç, hacc ve zekât görevleri, (nüsuklar) İbrahim peygamberden sonra gelmiş peygamberlerin şeriatlarında da mevcuttur. Mâûn suresinden ve Enfal suresinin 35. ayetinden, Mekkelilerin de salatı yerine getirdikleri anlaşılmaktadır. Hatta Alak suresinin 9, 10. ayetlerine göre peygamberimiz de peygamber olmazdan evvel eski dinî inancı gereği salat yapmaktadır. Fakat bu salatlar, Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıyla, özelliğini yitirmiştir. Dinimiz, el çırparak kılınan bu salatları düzeltmiş, huşu ekseni üzerinde yeniden şekillendirmiştir. Peygamberimizin de, Kur’an tarafından belirlenen bu şekle ne bir ilâve ve ne de bir eksiltme yapması mümkün değildir. Bu durumda A’râf suresinin 158. ayetinin, Hud suresinin 114. ve İsra suresinin 78, 79.ayetleri ile açık bir çelişki arz ederek rivayetleri desteklediğini değil, rivayetlerin Kur’an ayetlerine uymadığını düşünmek, daha mantıklı ve dinimize uyan bir davranıştır. Zaten yukarıda da belirttiğimiz gibi, salatı beş vakit olarak ifade eden rivayetlerin bazıları uydurma, bazıları da salat vakitlerini düzenleyen ayetlerin inişinden evvelki uygulamaları içeren rivayetlerdir.

Özetlemek gerekirse; sabah ve akşam  salat vakti (iki vakit), Kur’an ile sabittir. Yatsı, Öğle ile ikindi, -eğer rivayetler doğru ise- peygamberimizin kendi uygulamalarıdır, Allah tarafından emredilmemiştir. Tesbih kavramı içinde değerlendirilir ve şekilsel bir Allahı tesbih etmedir.

Salat vakitleri, Hud suresinin 114. ve İsra suresinin 78, 79. ayetleri ile, salatın rekât sayısı ise Nisa suresinin 101-103. ayetleri ile, MEDİNE DÖNEMİNDE son şeklini almış, ve bu konuya  ilgili ayetlerle son nokta konmuştur. Biz, peygamberimizin ve sahabenin bu konularda farklı uygulamalarda bulunduklarını söyleyen rivayetlerin, onların bu ayetler inmezden evvelki uygulamalarını aktardığını düşünüyoruz.

Hud ve İsra surelerinin başlarında MEKKÎ oldukları yazsa da, Hud suresinin 12, 17 ve 114. ayetleri ile İsra suresinin 72-80. ayetleri MEDENÎdir. Hatta her iki surenin tamamının MEDENÎ olduğunu ileri sürenler de vardır.

Bir çok yorumcu, bu ayetlerdeki kesin ifadelere karşı çıkamamışlar, ama salatın “beş vakit” olduğuna dair rivayetlerde yer alan iddiaları meşrulaştırabilmek için pek çok yol denemişlerdir.

Salatın beş vakit olduğunu ispat için sarf edilen gayretlerden bir tanesi; bu ayetlerin Mekkî oluşundan yola çıkarak, rivayetlerin Medenî olduğu (Miraç rivayetlerindeki gibi), dolayısıyla bu ayetlerin mensuh olduğu iddiası, diğer bir tanesi de; aşağıdaki ayetlerin anlamlarının bozulmak suretiyle mesnet olarak kullanılmak istenmesidir:

Kaf; 39, 40: O nedenle, sen onların söylediklerine karşı sabret. Ve güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et ve geceden bir bölümde. Ve secdelerin artlarında da O’nu tesbih et.

Ta Ha; 130:    Artık onların söylediklerine sabret, güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbini tesbih et. Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da tesbih et ki, hoşnutluğa erebilesin.

Rum; 17, 18:  O hâlde tesbih Allah için. Akşama erdiğinizde de sabaha erdiğinizde de…Göklerde ve yerde hamd de O’na, gece sırasında da öğleye erdiğinizde de…

Leyl; 1, 2: Ant olsun bürüyüp örttüğü zaman geceye, Ve parıldadığı zaman gündüze,

Şems; 1-4: Güneş’e ve onun parıltısına ant olsun ki, onu izlediği zaman Ay’a, ona parlaklık verdiği zaman gündüze,onu sarıp örterken geceye,

Dikkat edilirse, bu ayetlerde salat vakitlerini değil tesbih noktalarını belirtmektedir. Bu ayetlerde; gündüz ve gecenin belli başlı zamanlarında (ki ifadelerden “her an” anlamı çıkar) Allah’ı anmak, O’nu unutmamak, O’nu tesbih etmek emredilmekte ve Allah’ı anmanın, gönlü huzura kavuşturacağı vurgulanmaktadır.

Farz salatlar niçin geceye tahsis edilmiştir?

Hud ve İsra surelerinde yer alan ayetlerle belirlenen namaz vakitleri (akşam, sabah), günün gece bölümündedir. Bu durumun hikmeti de yine Kur’an’da mevcuttur:

Müzzemmil: 1-7Ey örtüsüne bürünen!Geceleyin kalk! Kısa bir süre hariç,gecenin yarısını ayakta geçir veya bundan biraz eksilt.Ya da buna biraz ekle: Ve Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku.Doğrusu, Biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız. Şu bir gerçek ki, yeni bir oluşa koyulmak üzere geceleyin kalkan, yer tutma bakımından daha güçlüdür (söz bakımından daha etkilidir).Kuşkusuz gündüz boyu senin için uzun bir dolaşma/ uzun bir uğraşı vardır.

Gündüz, ister sıradan birisi olsun ister peygamber olsun herkes için çeşitli telaşların yaşandığı bir zaman bölümüdür. Salat ise, yine kim olursa olsun herkesin kendini vermesi, konsantrasyon (huşu’ ve hudu’) içinde olması gereken bir faaliyettir. Ama iş, güç, harç, borç gibi telaşların hep gündüz cereyan etmesi, günün bu bölümünde insanların kendilerini bütünüyle salata vermelerini mümkün kılamamaktadır. Çünkü herkesin aklı fikri işindedir, işlerin bitmesi gerekmektedir. Nitekim konuyu iyi anlayanlar; “Ğıllı ğışla namaz olmaz.” demişlerdir. Tabiî ki burada kastedilen salat, İslâm’ın emrettiği okumadır, yoksa çoğunluğun “yasak savmak” kabilinden kıldığı ve kıldık sandığı şeklî namaz değildir. Çünkü, huzursuz, kafada bin bir gailenin yer aldığı zamanlarda, bilinçsizce kılınan namaz, gerçek namaz değil, bir şekildir. Gerçek salat, kulun gönül huzuru ile kendisini Allah’a teslim ederek okuduğu kuran ve ona teslim olmasıdır.

İşte bu sebeple Yüce Allah bizlere salat için vakit olarak akşam, sabah salatı için gece saatlerini belirlemiş ve gündüz de çalışmaya ayrılmıştır. Yani, Rabbimizin, salat için gönlün boş ve huzurlu olacağı zamanları seçmesi boşuna değildir.

Görüldüğü gibi, bu hususlar Müzzemmil suresinin 1-7. ayetlerinde çok net olarak ifade edilmiştir. Gündüz boyu herkes için dağınık yerlerde, dağda bağda vs. işlerde uzun uğraşılar vardır ama dışarıdaki bütün işler günün sona ermesiyle biter ve insanlar bu üç vakitte sükûnet için evlerine dönmüş olurlar ve hepsi bu vakitlerde evlerinde bulunurlar. Böylece cemaat olmaları, camiye gelebilmeleri de mümkün duruma gelmiş olur.

Rahman; 5: Güneş ve Ay bir hesap iledir (hesaba bağlıdır)

En’âm; 96: Tan yerini yarandır. Geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve Ay’ı zaman ölçüsü kılmıştır. Bu, Güçlü Olan’ın, Bilen’in takdiridir (belirlemesidir).

Tövbe; 36:   Gökleri ve yeri yarattığı gündeki Allah’ın yazgısına göre, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. …

Bakara; 189:   Sana hilallerden soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hacc için vakit ölçüleridir. …”

Ayetlerde, Ay ve Güneş hareketlerinin bir ölçü olduğu bildirilmektedir. Demek ki bu ölçüyü iyi bilmemiz ve ihtiyaç duyulan hâllerde kullanmamız gerekmektedir.

 Salat Kuranda düzenli olarak kılınan 2, cuma ile 3 vakittir. RABBİMİZ SALATIN ÖNEMİNE BİNAYEN "SALATLARA (Günlük, cenaze, cuma, savaş, bayram salatları dahil) VE SALATUL VUSTA'YA (Vakit ile değil Ezan ile çağrıldığı ve  alışveriş bile terk edildiği salat) DİKKAT EDİN" DEMİŞTİR.

Namazların isimlerini zamanla ve vakitle uyumunu, saate göre biz koyduk. Namazın modern zamana uyarlanması ….. Zaten bilindik bir eylemi mekanikleştirdik.

1 yorum:

  1. Çok teşekkür ederim sitenizi çok beğendik.
    namaz vakti sitesinde de namaz
    vakitleri ile ilgili bilgiler bulabilirsiniz

    YanıtlaSil