18 Haziran 2012 Pazartesi

KURANA GÖRE ZEKAT

 


GİRİŞ

Kur’an’da kullanılan kavramlardan en önemlilerinden bir tanesi de ZEKÂT kavramıdır.
Arapça  ( ك  – ز ) ve cümle içerisinde sonuna  vav (و) ya da ye (ى) harflerini alan bir kelime olan Zekât’ın orijinal olarak Arapça yazılım formları aşağıdadır:

زكى
زكو
زكوة

Kelimenin kök anlamı, Arapça lügatlerde incelendiğinde:Arınmışlık, temizlik, temizlemek, arındırmak, pâk, tertemiz, ve artış, artmak gibi anlamlara geldiği görülmektedir.
Çalışmamızda takip ettiğimiz metotta, kelimenin tüm formlarında, Kurân’da geçtiği tüm ayetler teker teker çıkarılmış ve ayetin ve içinde geçtiği konunun bağlamında kelimenin kök anlamları ile irtibatlandırılarak hangi manada kullanıldığı tesbit edilmeye çalışılmıştır.

Bu çalışmanın sonucunda ZEKÂT kelimesinin kelimenin kök anlamı ile bağlantılı olarak arınmışlık-pâk olma manalarında kullanıldığı tesbit edilmiştir.

Kelime gerek tek başına kullanıldığı ayetlerde gerekse Kurân’ın İSLÂM dinini içinde topladığı kalıp cümlelerden bir tanesi olan

“İqame es-Salât ve Atü ez-Zekât” cümlesindeki anlam analizleri aşağıda verilmiştir.

a)    Tek başına kullanıldığı ayetler:

ŞEMS suresi 7,8,9, ve 10. ayetler  Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’, Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve Takvasını (ondan sakınmayı) ilham edene andolsun. Onu ARINDIRAN gerçekten kurtulmuştur. Ve onu örtüp saran da elbette yıkıma uğramıştır.

A’LÂ suresi 14. ayet  Her kim ARINDIYSA kesin kurtulmuştur.

MÜ’MİNÛN suresi 1. ve 4. ayet  Mü’minler gerçekten felah bulmuştur;
Onlar ki (Müminler), ARINMIŞLIK için çabalayanlardır;

Not: Müminun Suresi 1. Ayet ile yukarıda geçen, Şems Suresi 9. Ve Alâ Suresi 14. Ayetler yazım olarak birebir aynıdır. “ kad efleha men zekkaha, kad efleha men tezekka, kad efleha el-mıminun”.
MÜMİN olmak demek, Vahyi hayatına hakim kılarak, hayatının her alanında sürekli Vahye/İslâma uygun yaşayarak benliğini/nefsini kötü günah zulüm ve fuhşiyyatlardan uzak tutmuş, iyi, güzel, adil, temiz, dosdoğru işleri sürekli işleyerek bir hayat tarzı haline getirmiş kişi demektir ve işte Kurân’da bu faaliyete ATÜ ez-ZEKÂT denmiştir, Türkçe en uygun karşılık arınmışlığa ulaşmak olarak verilebilmektedir. Tersinden, Vahye sırt çevirip ona uymayanların durumu da aynı tanım kullanılarak aşağıdaki ayette verilmiştir.

FUSSİLET suresi 3-7. ayetler Bilen bir kavim için, Arapça okunan, ayetleri detaylı olarak açıklanmış bir Vahiydir;.Bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak. Ama çoğu yüz çevirdiler. Artık onlar (o-Vahyi) dinlemezler. Dediler ki: “Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalblerimiz bir örtü içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda bir perde vardır. Artık sen, (yapabileceğini) yap, biz de gerçekten yapıyoruz.” De ki: “Ben ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim. Bana yalnızca, sizin ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyolunur. Öyleyse O’na yönelin ve O’ndan mağfiret dileyin. Vay haline o müşriklerin.” Ki onlar (o-Müşrikler), ARINMIŞLIĞA ULAŞMAYANLARDIR yani ahireti inkâr edenlerdir.

TÂHÂ suresi 76. ayet  “İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de onlarındır. Ve işte bu, ARINMIŞ OLANIN karşılığıdır.”

Not: Kurân’ın ilk inen surelerinde, yeniden dirilişe ve ahirete inanmayan Müşriklere, ilk olarak bu dünya hayatının biricik ve gerçek anlamı açıklanır. İnsanın Allah’a verdiği yaratılış ahdine göre, insan, diğer tüm varlıklardan farklı akıl ve irade sahibi bir varlık olarak Allah’ın bu kainât için yazdığı düzende (Dinillah) Allah’ın hüküm ve kurallarına uygun olarak yaşayacağını ve bunu her şeye rağmen başaracağını, batıl ve yanlışlardan hep uzak duracağını, hak ve doğrudan asla ayrılmayacağını iddia-beyan etmiş ve karşılığında ahiret hayatında ebedi huzur ve mutluluğu istemiştir.

İnsanın bu iddiasına uygun olarak dünya denilen ortamda bunu kanıtlamak için imtihana girdiği ve ölüp yaşadığı hayatın yani imtihanının sonucunun sorumluluğunu kendisinin yüklendiği anlatılır. Yaradılışında kendisine FUCUR yani şehvetler, günaha ve dünya lezzetlerine düşkünlük programının imtihanın soruları olarak yüklendiği ve aynı zamanda fıtratına bunların kötü-çirkin şeyler olduğu verdiği ahde uymayan şeyler olduğu ve bunlardan uzak durarak sakınması gerektiği programı da TAKVA olarak kendisine yüklenmiş ve imtihan salonuna (dünya hayatı) bırakılmıştır.

İşte yukarıdaki ayetlerde, nefsini her türlü kışkırtma, şehvet ve dünyevi lezzetlere rağmen takvasına sarılarak koruyanların yani Allah’a verdiği ahde uygun olarak, batıl-çelişkili-kötü-haram-günah-zulüm-fuhşiyyat-yalan-dolan-talan işlerden uzak tutup, tersinden hak-iyi-helal-adil-ahlaklı-merhametli-dürüst tertemiz bir hayat yaşama çabasına girenlerin durumu arapça ZEKÂT kavramı ile ifade edilmiş yani bu kişilerin nefsini ARINMIŞLIĞA ulaştıranlar olduğu ve kurtuluşun da bu olduğu anlatılmıştır.

MERYEM suresi 13. ayet Katımızdan ona (Yahya’ya) bir sevgi duyarlılığı ve ARINMIŞLIK (da verdik). O, çok takva sahibi biriydi.

Not: Ayette, Yahya Nebiye, Allah tarafından verilen ZEKÂT’tan bahsedilmektedir. Bu kullanım kavramın klasik paradigmada indirgendiği “mallardan 40 ta 1 vermek” anlamından çok daha üst anlamı olan ARINMIŞLIK anlamının apaçık delilidir. Aşağıdaki Meryem 19. Ayette aynı manada İsa Peygamber için kullanılmıştır. Mallardan vermenin ZEKÂT=ARINMIŞLIK ile ilgisi aşağıda çalışmanın son bölümünde incelenmiştir.

MERYEM suresi 19. ayet (Meryem’e) Demişti ki: “Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana TERTEMİZ bir erkek çocuk (İsa) armağan etmek için (buradayım).”

KEHF suresi 74. ayet Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o (ilim verilen kul) hemen tutup onu öldürüverdi. (Musa) Dedi ki: “Bir cana karşılık olmaksızın, TERTEMİZ bir canı mı öldürdün? Andolsun, sen kötü bir iş yaptın.”

KEHF suresi 81. ayet (İlim verilen kul dedi ki): “Böylece, onlara Rablerinin ondan ARINMIŞLIK bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledik.”

NÂZİÂT suresi 18. ayet  Musa’nın haberi sana geldi mi? Hani Rabbi ona, kutsal vadi Tuva’da seslenmişti: “Firavun’a git; çünkü o, azdı.” Ona de ki: ” ARINMAK ister misin? ” ” yani Seni Rabbine (doğru yoluna) götüreyim, böylece ürpererek değer verirsin.”

ABESE suresi 3. Ve 7. ayetler  Nerden biliyorsun; belki o (o kör), ARINACAK? Oysa, onun (diğerinin, o yüz ekşitenin) ARINMASINDAN sana ne?

Not: NAZİAT suresindeki ayetlerde Musa’nın Firavun’a ilk tebliğinde söylediği cümle, Vahyin yani ed-din İslâm’ın neye yaradığının ve yukarıda açıkladığımız insanın dünya hayatındaki imtihanında ulaşması gereken gerçek amacın tam bir özetidir. Bir nebi kendisine VAHYİ OKUYACAĞI/ÖĞRETECEĞİ kişiye bunun neye yarayacağını belirtmek yani nihai hedefi göstermek için “ ARINMAK İSTER MİSİN?” demektedir.
Aynı şekilde ABESE suresindeki ayetlerde de Muhammed Nebinin yanına Vahyi dinlemek için gelen kişi ve ona tepki veren diğer kişi hakkında da Vahiy ve Nebi ile muhatabiyetlerinin SONUCU olarak arınması ve arınmaması gösterilmiştir.

Demek ki, Vahyin yani Risaletin gönderiliş amacı da, insanlara bu dünya hayatında yaratılışlarında kendi akıl-fıtrat-vicdanlarına kodlanmış olan ( Şems 7-8-9, Rum 30 ) İslam bilgisini, insanlar tarafından anlaşmazlık konusuna dönüştürüldüğü için ( Bakara 213, Al-i İmran 19) yeniden bir Öğüt ve Hatırlatma yani Hak Referans vermek içindir. Sonuç, Nebilerin okuduğu hatırlattığı – öğrettiği Vahye, aklı-vicdanı-fıtratı ile hiçbir çelişki görmeyerek iman etmesi ve o Vahye uygun yaşayarak ARINMIŞLIĞA ulaşması içindir.

Bir Nebinin, kendisine inen Vahiy ile NE YAPACAĞI ve o Vahyin insanlar için NEYE YARAYACAĞININ, mufassal-detaylı açıklamaları aşağıdaki Bakara 129, 151 ve Al-i İmrân 164, Cuma 2 ayetlerinde Muhammed Nebi ve son Vahyin muhatapları örneklemesi ile verilmiştir.

BAKARA suresi 129. ayet (İbrahim dedi ki): “Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun yani kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları ARINDIRSIN. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin.”

BAKARA suresi 151. ayet  (Allah dedi ki): “Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak yani sizi ARINDIRACAK yani size Kitap ve hikmeti öğretecek yani bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik. “

ÂLİ IMRÂN suresi 164. ayet  Andolsun ki Allah, mü’minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor ve onları ARINDIRIYOR yani onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.

CUMA suresi 2. ayet  O, ümmîler (Mekkeliler) içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan ve onları ARINDIRAN yani onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler.

A’RAF suresi 156. ayet  Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: “Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; onu takvalı olup ARINMIŞLIĞA ULAŞANLARA yani bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım.”

NİSA suresi 49. ayet Şu Kendilerini (övünerek) TEMİZE ÇIKARANLARI görüyor musun? Hayır; Allah, dilediğini ARINDIRIR. Onlar, ‘bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar.

NECM suresi 32. ayet  Ki onlar, ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve fuhşiyyatlardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi TEMİZE ÇIKARIP durmayın. O, Muttaki olanı daha iyi bilendir.

NÛR suresi 21. ayet Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiç biri ebedi olarak ARINAMAZDI. Ancak Allah, dilediğini ARINDIRIR. Allah, işitendir, bilendir.

BAKARA suresi 174. ayet Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları ARINDIRMAZ. Ve onlar için acı bir azab vardır.

ÂLİ IMRÂN suresi 77. ayet Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar… İşte onlar; onlar için ahirette hiç bir pay yoktur, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz, onları gözetmez ve onları ARINDIRMAZ. Ve onlar için acı bir azab vardır.

b) İqame es-Salât ve ATÜ Ez-ZEKÂT formunda kullanılanlar

İlk kısmı olan “İqame es-Salât” cümlesinin detaylı analizi KURAN GÖREA SALÂT kavramı çalışması’nda verilmiş olan ve Kurân’ın herşeyi özetleyen kalıp cümlelerinden biri olan “İqame es-Salât ve Atü ez-ZEKÂT” kullanımındaki “Atü ez-Zekat” deyiminin incelemesine geçebiliriz.

“Atü” kelimesinin, Arapça sözlükler ve Kurân’daki kullanımları incelendiğinde temel olarak ÜÇ anlama geldiği görülmektedir:

1-    Vermek (Nisa 2, Maide 108 v.d.)
2-    Getirmek (Araf 112, Kalem 41 v.d.)
3-    Gelmek/Varmak/Ulaşmak (Tevbe 54 v.d.)

ZEKÂT kavramının yukarıda incelenen anlamı ile birlikte kullanıldığında, bir insanın Vahye/İslâma göre tüm hayatını yaşaması ile nefsini/benliğini Allah’a verdiği yaradılış ahdine uygun bir hale getirmesi, bu hale varması manalarında arınmışlığa varmak/ulaşmak şeklindeki çevirinin tutarlı ve tam bir çeviri olduğu görülmektedir. Dolayısı ile bu kalıp cümlenin en uygun çevirisi aşağıdaki şekildedir:

İqame es-Salât ve Atü ez-Zekât = Vahyi/İslâm’ı hayatına hakim kılmak ve ARINMIŞLIĞA ULAŞMAK”

İqame es-Salât ve Atü ez-ZEKÂT kalıp cümlesinin geçtiği tüm ayetler KURANA GÖRE SALÂT kavramı çalışması’nda tek tek verilmiş olduğundan burada sadece bir ayetin meali örnek olarak verilecektir. Aynı kalıp cümlenin, Kurân’ın mufassal özelliği ile 1. Bölümünün sabit tutulup ikinci bölümünün detaylı tarif edildiği bir örnek ayet de Fatır Suresi 18. Ayet olarak verilmiştir.

BAKARA suresi 277. ayet  Onlar ki; İman eder ve salihâtı yaşarlar yani  o-VAHYİ hayatına hakim kılar ve arınmışlığa ulaşırlar, şüphesiz onların karşılıkları Rab’lerinin katındadır ve Onlara korku yoktur ve onlar hüzünlenmeyeceklerdir.

FATIR suresi 18. ayet Hiç bir günahkar bir başka günahkarın günahını yüklenmez. Yükü ağır olan kimse (yükün altında ezlen/inleyen bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, yakın akrabası da olsa- kendisine ondan hiçbir şey yüklenilmez. Sen, yalnızca ahiret/yeniden dirilme (el-gayb) ile Rablerinden ‘içleri titreyerek korkmakta’ olanları yani o-VAHYİ hayatlarına hakim kılanları uyarabilirsin. Kim arınırsa kendi nefsi için arınmıştır. Sonunda dönüş Allah’adır.

Not: Ayette görüldüğü gibi her zaman İQAME ES-SALAT ve ATÜ EZ-ZEKÂT kalıp formunda gelen cümle bu ayette mufassal yapmak için birinci cümlecik ( İqame es-Salât) sabit tutulmuş ve ATÜ EZ-ZEKÂT’ın tam olarak ne manaya geldiği ikinci cümle açık olarak tarif edilerek verilmiştir.
Aynı kalıp kullanımın, ikinci cümleciğinin sabit tutulup ( Atü ez-Zekât), İQAME ES-SALÂT’ın tam olarak ne manaya geldiğini açık olarak tariff eden benzer ayet de Araf Suresi 156. Ayettir. Bu Kurân’ın Mesani-Mufassal yapma özelliğidir.

ZEKÂT Kavramının, “Mallardan vermek, Sadaka-İnfak” konusu ile bağlantısı

Zekât kavramının yukarıda incelediğimiz Vahyi/İslâm’ı kuşatan ARINMIŞLIK anlamı, Muhammed Nebiden sonra başlayan parçalanma ve tahrif dönemi ile birlikte anlamı daraltılıp indirgenen kavramlardan biri olmuştur.
Zekât dendiğinde, insanların aklında, tahrif döneminin ürünü ve mezheplerce resmileştirilmiş ve yüzlerce yıldır kanıksanmış şu tanım belirmektedir:

“ Belli şartlar içeren, belli bir miktarı geçen, bazı kazanç, mal ve ürünlerden sende bir kere verilen 40 ta 1 oranındaki mâli “ibadettir””

Oysa ZEKÂT kavramı yukarıdaki ayetlerde detaylı olarak görüldüğü gibi Kurân’da bu manada kullanılmamıştır.

Konunun nasıl bu duruma geldiğinin tahliline tekrar dönmek üzere, ZEKÂT = ARINMIŞLIK kavramının Kurân’da Mallardan, Kazançlardan vermek, Sadaka-İnfak konusu ile bağlantısını inceleyelim:
Bilindiği gibi, Kurân’ın indiği Mekke Arap Toplumu, Allah’a inandığı halde yeniden dirilme ve ahirete inanmamaktaydı.

İşte bu yeniden dirilme ve ahirete inanmayan Mekke toplumuna, Muhammed Nebi Vahyi ilk okumaya başladığında, onlara; insanın varoluşunun, dünya hayatının yani insanın imtihanının asıl anlamı detaylı olarak açıklanmakta ve onlardan buna iman etmeleri istenmektedir. Yeniden dirilecekleri ve ahiret hayatı konusunda detaylı örneklendirmeler ve açıklamalar yapılmaktadır. Bu dünyanın geçici olduğu, kalıcı olan esas yurdun insan için ahiret olduğu vurgulanmaktadır.

İnsan, eğer yeniden dirilme ve ahirete inanmıyorsa, bu dünya hayatı onun her şeyi tek şeyidir. Onu doya doya yaşamak ve içindeki tüm zevkleri lezzetleri sınırsız arzu ve istekleri ile tatmak ve sürdürmek ister. 1000 yıl yaşamak ister. Sonunda ölüp yok olup gideceği düşüncesi o insana bu lezzetleri sınırsızca ve sürekli yaşamak arzusu insana her şeyi yaptırabilir ve bundan dolayı da hiçbir sıkıntı duymaz.
Kurân’ın ilk muhatapları olan ve ahireti inkar eden Mekke Müşriklerinin ve o çevrede yaşayan eski Kitap Ehli topluluklardan fasık olanlarının, sürekli mal yığması, yetimi yoksulu doyurmaması, altını gümüşü biriktirmesinin kök nedeninin, asıl sebebinin bu olduğu açıkça anlatılmaktadır.

İşte Vahiy insana gerçek yaratılış amacını, bu dünyanın sadece ve sadece kendisinin iddiasını ispat için gönderildiği bir imtihan olduğunu HATIRLATIR. Düşünmesini, akletmesini, bütün olayları çelişkisiz bir şekilde yorumlayarak “bir yerlerden” geldiği bu dünyaya kısa bir süre sonra veda edip tekrar “o yere” döneceğini görmesini ister. Kendisine verilen akıl-vicdan ve fıtratının da bunu kendisine hatırlatan VAHİY’le uyumunu gördüğü anda artık o-Vahye güvenmesini (iman güvenmek demektir) ister.

Bir insanın, dünya hayatının geçici bir imtihan olduğunu anladığının ve yeniden dirilmeye ve ahirete iman ettiğinin en somut ve açık göstergesi karşılığını yalnız o-ahirette alacağını bilerek mallarından-ürünlerinden-sahip olduğu değerli şeylerden hiçbir dünyevi karşılık beklemeden, bu dünyada geri dönmeyeceğinden emin olarak birilerine VERMESİDİR.

Yeniden dirilmeye ve ahirete inanmayan bir insanın dünya lezzetleri ve zevkleri için çok mala-paraya ihtiyacı vardır. İnsanın işlediği zulüm ve günahlar incelendiğinde büyük bir çoğunluğunun bu sonsuz arzularını tatmin etmek için gereken MAL-PARA uğuruna işlendiği apaçık bilinmektedir.

Kişiyi bu günahlardan alıkoyacak ilk şey bu dünya hayatının şehvetlerine karşı kalbini bu dünyadan kurtarıp ahirete yani imtihanına yani Allah’a verdiği söze bağlamasıdır. Nefsini bu dünyanın geçici lezzetlerine ve şehvetlerine uydurmaması ve onlara kapılıp gitmemesidir. Kişi kalbini bundan kurtarabilirse yani kontrol altına alırsa otomatik olarak bu günahları işlemez.

İşte Muhammed Nebinin ilk okumaya başladığı el-Kurân Vahyi ilk muhataplarından akıllarını-fıtratlarını-vicdanlarını kullanarak bu Vahye güvenmelerini yani imtihanda olduklarını yani yakında ölüp yeniden dirileceklerini haber vermekte ve bu çağrıya iman ederek kendilerine yazık etmemelerini nasihat etmektedir. Bunu başarabilmeleri için de ilk olarak yüreklerini bu dünyadan kurtarmalarını ve ahirete kilitlenmelerini ilk koşul olarak öğretmektedir. İnsanın bu dünyayı yüreğinden söküp atabilmesinin, ona esaretten benliğini kurtarabilmesinin ilk somut adımı MALA-PARAYA olan düşkünlükten kendini kurtarabilmesidir. Buna iman edenlerden bu imanlarını gösterecek, onların yüreklerini bu saplantıdan kurtaracak en önemli amel, gösterge mallarından-paralarından SÜREKLİ OLARAK ve dünyevi hiçbir karşılık beklemeden ihtiyaç sahiplerine VERMELERİDİR. Yani Kurân’ın tabiri ile İNFAK ETMELERİDİR. İnfak kelimesi “elden çıktı-gitti” manasına gelir.

Bu manası ile İNFAK, kişinin kalbini bu dünyadan ve onun şehvetli lezzetlerinden kurtarabilmesi için muhteşem bir imkandır. Karşılıksız olarak malını veren bir kişi bir daha mal için günah işlemez, yani helalinden kendi yetkisinde olanı veren hiç haram olanı alır mı? Bu çelişki olamaz.

O nedenle Muhammed Nebiye iman ettiğini beyan edenlerin ilk özelliğinin, mallarından karşılıksız olarak infak edenler yani Vahye/Ahirete GERÇEKTEN GÜVENENLER olduklarını Kurân “ onlar Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiklerinden infak ederler” cümlesi ile beyan etmektedir.

Münafıkların da gerçekten iman etmemiş olduklarının en büyük göstergesinin, yetimi yoksulu, dulu korumadıkları, doyurmadıkları ve iki yüzlülük yaparak –müminlerden görünmek için” infak ettiklerini ve verdikleri es-Sadakâtı “kerih görerek-istemeyerek-kahrolarak“ verdikleri de Kurân’da açıkça anlatılmaktadır.

Mallarını sürekli infak edenlerin benliklerini bu dünyadan kurtararak Allah’a verdikleri ahde bağlı olanlar olarak vahyi/islâmı hayatlarına hakim kılanlar yani şirk, küfür, günah, haram, kötü, zulüm, fuhşiyyat işlerden uzak durup, hanif, mümin, iyi, temiz, adaletli, merhametli, paylaşımcı dosdoğru birer insan haline gelebilecekleri yani atü ez-zekât = arınmışlığa ulaşabiliecekleri belirtilir.
İşte ZEKÂT kavramının mallardan vermek konusu ile ilgisi budur. O fiili kapsayan bir halin ilk adımının açıklanmasıdır.

Kurân’da MALLARDAN VERMEK konusu İKİ KAVRAM ile açıklanmıştır.

Özel olanı: es-Sadakât; Muhammed Nebinin kurmuş olduğu Medine İslam Toplumunda onlardan olan müminlerin üzerine yazılmış olan ve Tevbe Suresi 60. Ayette net ve açık bir biçimde tarif edilen ES-SADAKÂT

Bu Es-Sadakât denilen “verginin”, kimlerden hangi oranlarda alınacağı, toplumsal ve ekonomik şartlara uygun olarak Muhammed Nebinin ve sonradan gelen ilk Halifeleri tarafından belirlenerek uygulanmıştır. ( 40 ta 1 meselesinin çıkış noktası da bu olsa gerektir )

Genel Olanı: İnfak; İlk inen surelerden itibaren, yüzlerce ayette emredilmiş ve detaylı tarifi yapılmış, Tüm Müminlerin, arınmışlığa ulaşmak yolunda, yüreklerini bu dünyadan kurtaracak yani onları “arındıracak” olan İNFAK.

Kurân’daki tanımına göre, sürekli, kazançların tümünden, en güzelinden-kalitelisinden, kişinin kendi hakedişine ne kadar ulaşmak istiyorsa o oranda tüm ihtiyaç sahiplerine vereceği ve o oranda arınmışlığa giden yolda mesafeler alacağı bir büyük imkandır.

Sonuç olarak gerek Es-SADAKÂT gerekse İNFAK mümin kişinin Vahyi/İslâmı hayatına hakim kılması ve ARINMIŞLIĞA ULAŞMASI hedefi için yapması gereken ilk fiilerdir ve bu nedenle ZEKÂT = ARINMIŞLIK kavramı ile yakından ilgilidir.

Konu ile ilgili Kuran ayetleri aşağıda verilmiştir:

İlk inen Surelerden olan LEYL suresi bir bütün halinde insanın imtihanında başarılı olması konusunda ilk atması gereken bu adımı net bir şekilde açıklamaktadır. İlgili ayetin / surenin mealinin bütünü aşağıdaki gibidir:

LEYL suresi
Sarıp-örttüğü zaman geceye andolsun,
Parıldayıp-aydınlandığı zaman gündüze,
Erkeği ve dişiyi yaratana;
Gerçekten sizin çabalarınız (çelişkili, parça parça) darmadağınıktır.
Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa,
Yani en güzel olanı (Vahyi/El-Kurân’ı) doğrularsa,
Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız.
Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse,
Yani en güzel olanı (Vahyi/El-Kurân’ı) yalan sayarsa,
Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.
Tereddi edeceği (başaşağı düşüşe uğrayacağı) zaman, malı ona hiç yarar sağlamaz.
Şüphesiz, Bize ait olan, yol göstermektir.
Gerçekten, son da, ilk de (ahiret ve dünya) Bizimdir.
Artık sizi, ‘alevleri kabardıkça kabaran’ bir ateşle uyardım.
Ona, ancak en bedbaht olandan başkası yollanmaz;
Ki o, yalanlamış ve yüz çevirmişti.
Sakınan ise, ondan uzak tutulacaktır.
Ki o, malını vererek ARINIR.
Onun kimseye bir minnet olsun diye verdiği bir şey yoktur.
Ancak Yüce Rabbinin rızasını aramak için (verir).
Muhakkak kendisi de ileride razı olacaktır.

RÛM suresi 39. ayet İnsanların mallarından artsın diye, verdiğiniz faiz Allah katında artmaz. Ama Allah’ın rızasını isteyerek ARINMIŞLIK için her verdiğiniz (infak, sadaka) , işte kat kat arttıranlar onlardır.

TEVBE suresi 60. Ve 103. ayetler  o-Sadakalar, -Allah’tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, bu işte görevli olanlar, kalbleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve sokak insanları/yolda kalmışlar içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
( önceden doğrulardan olup da Tebük Seferine çıkmayıp sonradan pişman olup tevbe edenlerin ) Kendilerini onunla TEMİZLEYİP-ARINDIRACAKLARINI al/kabul et de onlarla (kopardığın) bağlantıyı (yeniden) sağla/onları bununla destekle. Zira senin onlarla bağlantın/desteğin onları rahatlatacaktır. Allah işitendir, bilendir.

Not: Tevbe Suresi 60. Ayette emredilen ve Muhammed Nebinin Medine’de devletine bağlı olanlardan aldığı es-Sadakât (Resmi Vergi) her toplumda olduğu gibi Medine Devletinde de vatandaşlığa kabul anlamına da gelmektedir. Surenin büyük bölümünde anlatıldığı gibi, Münafıkların dışında, Tebük Seferine katılmayıp da sonradan pişman olan düzgün adamlar da vardır. Muhammed Nebi önceki ayetlerden dolayı onlardan Sadaka almak dahil ilişkilerini kesmişti. Adeta vatandaşlıktan çıkarılmışlardı. İşte bu 103. Ayette onlardan tevbe edip kendini düzeltenlerden tekrar o Sadakayı almasını yani onları tekrar “BİZ MÜMİNLER” tanımının içine yani “vatandaşlığına” almasını ve onlarla normal ilişki kurmasını bunun da onlar için büyük bir rahatlama ve güven oluşturacağından bahsetmektedir.
Tüm bu analizden anlaşıldığı üzere ZEKÂT kavramının bu muhteşem kuşatıcı anlamı, Parçalanarak mezhepleşme döneminde tahrif edilerek indirgenen her kavram gibi Es-Sadakât kavramının yerine kullanıma geçirilmiştir. Senede bir kere “suyunun suyunun suyundan” verilen “40 ta 1” tarifi ile dondurulduğu ve sürekli infak emrinin yok edildiği, İslâm’ın TAMAMINI HAYATINDA YAŞAYARAK ARINMIŞLIĞA ULAŞMANIN asıl farz olduğu anlamının da unutulup gittiği  anlaşılmaktadır.

Allah’a verdiği ahde bağlı kalarak O’na dönmek isteyenlerin, bu dünya hayatını bunu başarma imtihanı olarak görenlerden kendisinin ve bakmakla yükümlü olanların geçimini temin edecek miktardan arta kalan mallarından, tüm değerli şeylerinden SÜREKLİ infak etmeleri onları ARINMIŞLIĞA götürecek yoldaki en büyük araçlardan biridir. Kalbinden dünya silinenin, elinden zulüm-günah silinir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder