20 Haziran 2012 Çarşamba

Gelenek Dininden Kurtulmak

 

***

-Tarihsel – geleneksel bir İslam’dan bahsi

-Türkiye’de bizler Müslümanlar olarak sağlıklı bir İslam tarihi terbiyesi almadık, daha doğrusu tarih felsefesi terbiyesi almadık. Geleneğimizde tarih felsefesi yapmak gibi bir şey yok. Tarih felsefesi ile büyük olaylar, büyük adamlar tarihinden çok, bir ‘düşünce tarihi’ perspektifine sahip olmaktır. Tarihi bir bütünlük içinde düşünmek, özellikle küresel çağda genç Müslümanların, kendilerini bir yerelliğe, bir mezhebe, bir etnik asabiyete, bir ülkeye kapatmadan, bütün bir yeryüzü ve insanlık gerçeğini bir bütünlük içinde takip etmeleri gerekiyor. Müslümanlar yerel, mezhepsel ya da etnik herhangi bir asabiyetle sınırlandırılmış bir tarih terbiyesine sahipseler hiçbir zaman gerçek ümmet olmayacak.

-Tarih bir bütünlük içinde nasıl düşünülür?

-Türkiye’de yaşayan Türkler için tarih Türklerin tarihinden ibaret. Araplar için Araplardan, Kürtler için Kürtlerden, Farslar için Farslardan ibaret. Hiçbirisinden ibaret değil! Bunların hepsinin tarihe bir şekilde katkıları oldu. Fakat katkı hangi bağlamda oldu bu çok önemli. Düşünsel mi, entelektüel mi, askeri mi, ekonomik mi? Bunların belirlenmesi gerekiyor. Asıl soru şu; İslam ve Müslümanlar tarihten nasıl çekildiler. İslam’ın ortaya çıkışından sonra İber yarımadasına giden Müslümanlar şimdi nerede? Küreselleşme çağı da değildi, iletişim çağı da değildi. Bu kadar kısa zamanda nasıl İberya’yı ihya ettiler ve hâlâ etkileri tartışılan bir medeniyet doğdu? Sonra ne oldu da tarihten çekildik? Şu anda neden tarihin nesnesiyiz? Niçin bugünün tarihi bizi bir istatistik malzemesi olarak görüyor ve bize hiç saygısı yok? Niçin bu sürece itiraz edemiyoruz sahte gerekçelerle, hilelerle ülkelerimiz işgal ediliyor? Buna tarihsel yanıtlar bulmamız gerekiyor. Son 500 yılın bütün Müslümanlar tarafından eleştirel bir analizle okunması gerekir. 1492′de Müslümanlar tarihte ilk defa fiziksel olarak bir yerden çekiliyorlar ve içe kapanıyorlar.

-Peki  neden ?

-Tek bir nedene indirgenemez ama basitçe; 21. yüzyılı tanımlayamamak, ihtiyaçlarına yanıt verecek bağlamda içerik üretememek… Hiç abartmadan bugün bir bilinç felci yaşadığımızı söyleyebiliriz. İslami bağlamda bilinç, bilgi, yorum üretmiyoruz. Tarih üretmiyoruz, eylem üretmiyoruz. Üretilenlerin tümüne maruz kalıyoruz, böyle gidersede maruz kalmaya devam edeceğiz.

-Neden üretemiyoruz?

-İslam ümmeti AKLA veda ettiği gün tarihe de veda etti. Yeniden tarihe dönmesi için yeniden akla dönmesi gerekli. Araçsal bir akıl değil, vahiyle uzlaşmış bir akıl. Fakat çarpıcıdır, yeniden İslam dünyası mistisizme dönüyor. Bu ümmetin asla ve kat’a bir geleceği olmayacak demektir. Çünkü şu anda tarihsel bağlamda neo-liberal bir işgal ve istila yaşıyoruz. Biz bunu fark etmiyoruz. Demokrasinin modern zamanlarda bir dekor olduğunu Müslümanların öğrenmesi gerekiyor. Asıl büyük kararların SERMAYE tarafından verildiğini öğrenmek gerekiyor. Bugün mezhepçilik varsa ve bu utanç vericidir ki hâlâ var, insanların hangi mezhepten olduğunu konuşuyorsak böyle bir kültürün geleceği yok.

***

-İçe kapanıyoruz. Küreselleşmeyi paylaşmayabiliriz, küreselleşme karşıtıyız, küreselleşmeyi sorgulamalıyız ama bir diğer taraftan küreselleşmenin sağladığı birtakım zihinsel imkanlardan da faydalanıyoruz. Örneğin ulus devletle biz hesaplaşmalıydık Müslümanlar olarak ama küreselleşme hesaplaşıyor. Takdis edilmiş devletle küreselleşme hesaplaşıyor.

Ya da biz küreselleşmeyi arkamıza alarak yapıyoruz bunu…

Müslümanlar yakın zamana kadar Kürt sorunu söz konusu olduğunda devlet yorumunun yanında yer aldılar. Hala devlet yorumunu tüketmeye devam ediyorlar. Böyle korkunç bir şey olur mu? Zihinlerimize düşüncelerimize kim vaziyet ediyor? Oryantalist klişeler. ‘Arap Baharı’ diye bir tanımdan söz ediliyor. ‘Arap Baharı’ diye bir bahar yok. Prag Baharı’ndan ilham alınmış bir şey. Tanım Araplara ait bir tanım değil. Düşünce hayatımız özgür değil. İslami bilgi özgür olmayınca nasıl zihinlerimiz özgür olabilir? Avrupa sürekli entelektüel tahakküm üretiyor. Bizim artık o tahakkümle ilgili rahatsızlığımız ya da farkındalığımız yok çünkü içselleştirmişiz.

-Bugün yaşadığımız İslam üretilmiş bir İslam mı?

Miras alınmış bir İslam, çünkü üzerinde düşünmedik. Mirasyedi gibi hareket ediyoruz. Geçmişte üretilen her şeyi tükettik. Geçmişte üretilenler günümüze cevap vermiyor. Onun için bir tıkanma bir felç durumu yaşıyoruz. İslam dünyasında bir otorite olmadığı için masallarla, menkıbelerle, efsanelerle, rüyalarla bezenmiş bir din algısı, özellikle genç kuşakları narkoz gibi etki altına alıyor.

Düşünmüyor kimse düşünmüyor. Üniversite İlahiyatından, yeni çağın mollalalarına kadar.. Taklit geleneği diye bir gelenek var. Kimi taklit ediyorsanız olun, intihar etmiş olursunuz. Dünyanın en seçkin otoritesini taklit ediyor olsanız bile… Mümkündür ki siz daha farklı bir potansiyelle hayata gönderilmiş olabilirsiniz. O taklit ettiğinizi aşma yeteneğine sahip olarak dünyaya gelmiş olabilirsiniz. Taklit sizi hemen bilinç alanının dışına çıkarır. Tekrar da bilinç alanının dışına çıkarır. Şu an dini hayat bütünüyle bilinç alanının dışında hareket ediyor.

Bu duruma sözde din alimlerin neden cevap verme kaygısı olmadı? sorusu önemli ve sorulması gereken bir soru…Geçmişte alimler ‘bu kadar yeter’ dediler. Bu ne demek? “İçtihada gerek yok. Bütün soruları cevapladık bu kadar yeter” demekti. Bununla başladı her şey. Ama yetmiyor. Dolayısıyla bugün yeniden sözde din alimleri terk edip, kuran mütefikkirleri, entelektüellerin, aydınların içtihadı konuşmaları gerekiyor. Koşulları yerine getirenler içtihad yapmalılar. Bu böyle devam edemez. Çünkü bu neo-liberaller çağında dini hayat bireyselleşiyor. Büyük kültürler küçük kültürleri yerellikleri yutuyor. Hiçbir direniş gösteremiyoruz. Çünkü kültürel içerik üretmiyoruz. Gelip sorsunlar, 21. yüzyıla ne öneriyorsunuz? Var mı önerimiz? Dini hayat bir cemaatin menkıbe fabrikalarında her gün endüstriyel olarak üretilen rüyalarıyla yürüyor. İlahiyat Profesörlerinin anlamsız tartışma ve kibirlerine yenik düşüyor. Bilinçle değil. Bu Din adamları sanayisinin ve cemaatlerin sayıları, paraları, menkıbe fabrikaları çoğalırken, bir diğer tarafta hâlâ zihinsel bir taşrada yaşıyoruz. Avrupa merkezli düşüncenin taşrasıyız. Taşrada oturan merak etmez, sorgulamaz, üretmez sadece merkeze bakar. Merkez ne yapıyorsa onu yapar. Dolayısıyla önce bu taşralılıktan özgürleşmemiz gerekiyor. Bakın İslam dünyası toplumlarının gündeminde zihinsel bir savaş yok.

 HER ÜSTADA ELEŞTİREL BAKILMALI, aksi takdirde putlaştırılır. Günümüzün putları kırılmadır.

-Devrimsel bir inşa sürecine girdik. Bu kıvılcım nasıl ortaya çıkar? Artık bunu düşünmeliyiz.
-Zihinsel cesarete ihtiyacımız var. Statükoları sorgulamak. Bütünüyle reddetmek değil. Biz şimdi geçmişin yasını tutuyoruz, geçmişe tapınıyoruz, bu anlaşılabilir bir şey değil. Bu yüzden bugün dünyada ne olup bittiğinin farkında değiliz. Dünya neyi konuşuyor, neyi tartışıyor? Müslümanlar olarak hiçbir tartışmayı biz başlatmıyoruz. Hiçbir tartışmada taraf değiliz. Zihinsel savaş vermiyoruz. En yetişkinimiz bile hâlâ Türkiyeci. Türkiye’de itiraf edilmemiş bir milliyetçilik var.

-Mesela Mesela bir Din adamıı hoşgörü ve tahammül üzerine yazdığı yazıyla tepki almıştı. Kime karşı hoşgörü? Sizin bütün bir İslami varlığınıza karşı küresel çapta sistematik anlamda bir proje yürütülüyor. Şu anda yüzlerce düşünce kuruluşu Türkiye’de faaliyet halindeler. Hoşgörülü bir İslam tanımı için uyarıyorlar Müslümanları. “Mevlana okuyun, Yunus okuyun. Dövene elsiz gerek, sövene dilsiz gerek” diye. Halbuki bugün döveni dövmek gerek, sövene sövmek gerek. Biz her gün dövülüyoruz. Bu dönemde fuhşiyat ve münkerat sonuna kadar özgür ve kendini meşrulaştırdı. Ahlakı savunamıyoruz.

***

Küreselleşme bazı konularda özgürlük sağlar. Küreselleşme Amerikancılığın, emperyalizmin yeni adı. Tüketim kültürünün küreselleşmesi zihinsel anlamda, kalbi anlamda, ruhi anlamda tükenişimize sebep oldu. Bugün insanlar tüketim tapınakları peşindeler. İhtiyaçlarımızı reklamlar belirliyor. Bugün cemaat liderleri ve ilahiyat profesörleri bile pazarlanıyor. Biz postmodernite ile hesaplaşamadık, moderniteye bir yanıt veremedik, kendi modernitemizi de oluşturamadık. Biz ARAFtayız.  Bizim için bir gelecek yok. Hâlâ Batı’nın teknolojisini alalım ama kültürünü bırakalım diyoruz. Fakat nasıl yapacağımıza ise cevap veremedik. Postmodern küresel kültürün bu modern putlarla ilgili bir eleştirisi var. Dolayısıyla küresel kültür, ulusal devletle devletin bir ikon haline gelmesiyle de savaşıyor. Küreselleşmeden bu anlamda yararlanılabilir ya da küreselleşmenin bize kazandırdığı iletişim devrinden yararlanılabilir. Bu enformasyon çağında biz hala ümmetle konuşmuyoruz. Ümmet ne düşünüyor konuşmuyoruz.

Müslümanlar neden Müslümanlıklarını ancak modern hayat içinde sürdürebileceklerine inanıyorlar? Sormak lazım.. Ya gelenek içinde ya modernitenin içinde kalarak… Geleneğin içinde kalarak bir mistisizme bağlanması gerekiyor. Çünkü o her gün vaatte bulunuyor. Türkiye’de yaşamış ne kadar şeyh, üstad, lider, Devletin din adamları, parti başkanı varsa hepsi aynı taklit kafası. Hepsinin de bir kahin gibi. Hepsi kendilerine uyanları şöyle yönlendirdiler. “Filanca gün her şey çok iyi olacak.” Nasıl iyi olacak? Bunun için bir eyleminiz mi var? Çünkü Hazret rüya gördü. Tamam bitiyor. Bizim eylemimiz olmadan nasıl iyi olacak diye sormadı kimse, hâlâ da sormuyor. Müslümanlar tekrar tarihe dönmek istiyorsa akla dönmeli.

-Vahyi bir anlayışı kuşanmak nasıl olacak?

-Bugün buraya Mevlana gelse, İbn-i Arabi gelse yararlanamayız. İbni Abbas gelse, Hz. Ali gelsede. Niçin Mevlana okuyorsunuz, okumayın. Bu hayata bir şey sunamazlar. Onlar gelmiş geçmiş bir ümmettir. Siz kendi yaşamınıza kuran ile bakın. Günümüz hayat okuyucularına bakın. Ama sorgulayıcı bir gözle. Herkes Kur’an’la ilgili çok şey biliyor. Bizler Kur’an’ın sizi baskılamak için ya da bir tartışmayı kazanmak için kullanılmasına karşıyız. Çünkü Kur’an bizden bir ahlak ister, bir davranış biçimi ister, bir toplum biçimi ister, bir siyaset biçimi ister. Kur’an-ı Kerim 21. yüzyılı nasıl şekillendirecek? Kur’an’ın şu an ki hayata, 21. yüzyılı nasıl şekillendireceğine ilişkin yeni bir okuma biçimi lazım.

-Bunun için Yeni bir Kuran tebyini mi lazım? Tefsir değil. Zira kuran kendi kendini tefsir eder.

Şu an için Biz bütün tefsirleri eleştirel bir yaklaşımla okumalıyız. Evvela Kur’an-ı Kerim’in bütününe ilişkin genel bir yaklaşımımız olmalı. Böyle tartışıp durmamalıyız. Şunu iddia ediyoruz; İslam ümmeti 1430 yıldan beri Kur’an-ı Kerim’i nasıl okuyacağına karar verememişse bundan sonra 1430 yıl daha karar veremeyecek. Böyle bir şey olamaz. Burada zihinsel, kalbi bir tembellik var. Her ibadet bize bir farkındalık kazandırır. Ümmet bilinçli olarak bir defa haccetse Amerika Irak’ı işgal edemeyecek. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’i bir yerde tartışma yaparken kullanmak üzere değil, hayatımızı düzenlemek üzere okumalıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder