20 Haziran 2012 Çarşamba

BEYNİ ÖLÜ GENÇLİK

BEYNİ ÖLDÜRÜLEN GENÇLİK

 
  “Genç, dipdiri bedenlerde, yaşlı beyinler yaşlı ruhlar.”  tespitini yapana hak vermemek mümkün değil. Tarihten ders almakla, tarihteki bazı olayları yaşarcasına davranmakla, tarihin bilinmeyen sayfalarına  diri diri gömülmek arasındaki farkı eminim herkes bilir.  Dinini öğrenmeye çalışan, daha iyi bir “İNSAN” olmak için çabalayan insanların büyük bir çoğunluğunun zafiyetidir diri diri gömülmek.
 Geçen geçmemiştir, hala beyinleri  işgal etmektedir, kirletmektedir. Dinini öğrenmeye çalışan insan, öğrenmeye bindörtyüz küsür yıl öncesinden başlamak zorundadır.  Böyle bir zorunluluk Rahman’ın emri midir, tarihsel bir dürtü mü ayrıca tartışılır.  Rahman’ın insanlara böyle bir zorluk yüklemeyeceği de aşikar vaziyette ortada iken, bu olsa olsa insanın kendi kendine yüklediği ağır bir sorumluluktur. 

Nerdeyse bütün tarihi şahsiyetlerin hayatını ezber etmekle başlar din eğitimi. Ne yemişler, ne içmişler, nerde ne söylemişler, evliler mi bekarlar mı?  Kaç çocukları var, soy ağaçları nereye dayanır, Hangi olay karşısında ne yapmış, nasıl tavır takınmış, künyesi nedir, ne işle uğraşır, kime ne kadar yakın, kime ne kadar uzak, v.b. gibi, insanın kendi hayatında bile hatırlayamadığı bölümler olmasına rağmen, tarihi şahsiyetlerin hayatları iğdiş edile durur. 

 Bu da “DİN ÖĞRENİMİ” olarak gencecik körpe beyinlere servis edilir.  Aslında  subjektif bir tarih öğrenildiğinin çoğu zaman farkına varılmaz.  Subjektif tarihi DİN olarak dayatırlar.  Bu dayatmadan nasibini alan da daha onbeşinde iken bin yaşını çoktan devirmiştir.  Bedeni gençtir ama  ruhunun bir ayağı artık çukurdadır.  Yirmi beşine varmadan çoktan sala’sı verilir.

 Böyle bir beyinde  tarihsel bilgi akışı bağışıklık yaptığı için,  nikotin etkisi yapar.  Sürekli almak ister. Tarih adına önüne ne konursa tüketmeyi arzulamaya başlar.  Artık o gününü yaşayan insandan  30 kuşak daha yaşlıdır. Konuşması bile çağını yaşayan  insandan farklıdır.  “Birgün X şahıs demişti ki: “ diye söze başlar.  X şahıs diye dillendirdiği insan ise en az bin yıl önce yaşamış bir şahsiyettir.  Onunla orada yaşamaya başlar artık.  Dünyanın döndüğünü unutmuştur, çağıyla olan ilişkisini kesmiştir. Bedenen günümüzde yaşar gibi gözükür fakat çoktan terk-i diyar eylemiştir.  Evinde oturur gibi gözükür ama kimbilir hangi cenk meydanındadır, çalışır gibi gözükür ama hangi tarihi karakterle mescid avlularında sohbet ediyordur,  salat ederken sağında solunda kimler vardır kim bilir?   Arabayla  yolculuk ederken deve sırtındadır aslında. Hala develerinin zekatını sayıklar durur.  İki arkadaşıyla beraberken, o arkadaşlarının yerinde hangi tarihi karakter vardır bilinmez.   Hani kötü öğretilerin “TAYYİ MEKAN” anlayışı vardır ya, bundan daha kötü değildir bu anlayış.

 Karşılaştığı en ufak bir problemde bile, hemen geçmişe koşar, bin senelik komşusunun kapısını çalar ve bu tip bir problem karşısında ne yapacağını ona sorar. Çünkü kendisi yoktur, O vardır. İnsan fıtratına şifrelenmiş olan yaşam tarzından bile bi haberdir artık. Nereye hangi adımla gireceğini dahi  bindörtyüz sene önceki kapı komşusuna sorar. 
 En çok tarihi bilgiye sahip olanın dinini en iyi bildiğini söylerler.  Sonuçta kötü bir zandır bu.  “Din eşittir tarih” anlayışına sahip toplumlar için belki doğru olabilir ama, Dinin asıl sahibine göre bu doğru değildir.  Dinin asıl sahibi,  çağını yaşayan, çağının gereklerine göre hareket eden, çağına varlığını hissettiren bir toplum anlayışını emreder.  Varlığıyla yokluğu belli olmayan, yaşıyor mu ölü mü belli olmayan bir toplumu asla istemez. O, insana ortalama 70 yıl ömür biçmesine rağmen,  insanın bunu bin yıla çıkarması O’nun takdir ettiği bir şey değildir. 

 Beyin kirliliğinin önüne geçmenin birçok yolu vardır.   Gerekli bilgiyi hıfzetmek, gereksiz olandan kaçınmak,   Güncele yönelik bilgiler edinmek,  doğru kaynaktan beslenmek, -din adına yapılıyorsa bu elbette doğru olan tek kaynak, Rahman’ın kaynağıdır.-   Geçmişin bütün bilgilerini öğrenme hevesini yenmek.  Beyni sürekli taze ve zinde tutmak bunlardan birkaçıdır.

 Kapasitesi yetmiş yıl olan bir beynin bindörtyüz yıllık bilgi birikimiyle doldurulduğu düşünülürse o beyinden ne beyin sahibine ne de başka beyinlere fayda gelmeyeceği en kötü gözlemci tarafından rahatlıkla anlaşılabilir.

 Dinini öğrenmeye çalışan insanlar DİN ve TARİH kavramını mutlaka ayırmak zorundadır. Din tarihi de içine alır fakat tarihin kendisi değildir. Tarih değildir. Tarihten lazım olan pasajları aktarır fakat onun dışındaki tarihle meşgul olunmasını tasvip etmez.  Görevlendirilen elçilerin bile “ahalisineNuh’un oğlu, Lut’un karısı, gibi ismini dahi  zikretmeden yaklaşıyorsa, Rahman’ın elbette bir bildiği vardır.  Oysa tarihe baktığımız zaman,  Nuh’un, Lut’un, ve diğer elçilerin yedi sülalesini anlatır bize.  Bu gereksiz bilgi manzumesinden başka bir şey değildir.  Ne olursa olsun kirli bilgidir. Aç olan insanın önüne konan her şeyi yemesi gibi, bilgiye aç olan beyinlerin her önüne konanı yememesi kendi hayrına olur.

 Tarih tekerrür eder.  Ancak başröller her zaman  değişir.  Beyni yaşlanmış, kirlenmiş olan insanlar hiçbir zaman başröl olamazlar. Onlar her zaman figürandır. Hatta figuran bile değillerdir, çünkü yokturlar. Kayıp şahsiyetlerdir.ÖLÜLERDİR. Çünkü tarih tekerrür ederken onlar tarihin tozlu yaprakları arasında dolaşmaktaydılar. Tarihi tekerrür ettiği yerden asla yakalayamazlar. Bunu ancak genç ve dinamik beyinler başarabilir.

 Bilgi kirliliğinin önüne geçmek için şunu da hatırlamak gerekir.  Zamandan münezzeh olan, evrensel ve çağlar üstü bir öğretinin sahibi olan Rahman’dır.  Bilgi kaynağı Rahman’ın öğretisi olarak benimsendiği taktirde, çağı yaşama ihtimali her zaman kuvvetlidir.  Onun kaynağına sarılan ve beslenen beyinler güçlü bir kaynağın da sahibi olmuş olur.  Her zaman dipdiri kalır. O kaynaktan zerre kadar sapan ve başka bilgi kaynaklarıyla oyalanan/avunan  beyinler ise kirlenmeye ve yaşlanmaya ve yaşarken ölmeye mahkumdur. 

 En gencimiz bile maalesef bindörtyüz küsür yaşında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder