18 Haziran 2012 Pazartesi

KURANA GÖRE Kıyam-Rüku-Secde-İtikaf-Tavaf

 


GİRİŞ

Kurân’da kullanılan Es-Salât kavramının ve bugün üzerinde tartışılan Salât-Namaz ilişkisini anlamanın en önemli noktalarından biri de KIYAM-RUKU-SECDE-TAVAF-İTİKAF kavramlarının Kurân’da kullanılış şeklini ve manalarını tam bir şekilde anlamaktan geçmektedir.

Öncelikle bir noktanın tam anlaşılması gerekmektedir. Kurân’ın indiği dönemde ve çok uzun binyıllar öncesinden beri insanların ve toplulukların “dini ayinleri” “tapınma davranışları” “tapınakları” “kurbanları” hep olmuştur. Bunlar muhtemelen kendilerine gelen Nebiler aracılığı ile zamanında tebliğ edilmiş İSLAM dininin sonradan tahrif edilmesi döneminde aşırı öne çıkarılmışlar ve ed-din İSLAM’ın özü kaybedildikçe bu formlar kutsallaştırılarak din ile eşit anlamlara getirilmişlerdir.

İnsan ve bir arada yaşayan topluluklar tamamı ile soyut bir dünyada yaşayamaz. Soyut değerlerini, bağlılıklarını, aidiyetlerini semboller (şiarlar) ve somut hareketler ile göstermek ve yaşamak da isterler. Sosyal hayatlarında Din mefhumundan ayrıldıklarını söyleyen laik-seküler toplumlar bile gerek milliyetçilik gerekse ideolojik soyut değerleri için bu tip sembollere ve somut hareketlere ihtiyaç duyar. Buna en çarpıcı örnek olarak Türkiye’deki laik Atatürkçü batıcı kesimin milli bayramlarını, anıtkabir törenlerini, Fransızların devrim anma törenlerini, ulusal günlerdeki ritüellerini, hatta Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin o zamanda kalbi olan Kızıl Meydan’daki ritüelleri ve sembolleri gösterilebilir. Futbol takımlarının sembolleri olan figürler, lakaplar, taraftarlarının taktıkları alametler ve genelde statlarda yaptıkları her takımın kendisine has, statlarda maç öncesi, sırası ve sonrasındaki ritüelleri de bu şekilde anlaşılması gereken psikolojik ve sosyolojik tatmin ve aiadiyet yansımalarıdır.

İnsan ve onun bir fenomen ( din, ulus, ideoloji, futbol takımı v.b. ) etrafında oluşturduğu toplulukların gerek psikolojik gerekse sosyolojik aidiyetlerinin somutlaştırma ihtiyacı olan bu sembol ve davranışlar, tüm insan topluluklarına Nebileri tarafından tebliğ edilen İSLAM dini tarafından da yadsınmamış ve her topluluğa bunlar yalnızca Allah’ı anarak yapmaları kaydı ile verilmiştir.

Kurân’da da bu kavramları karşılayan kelimeler ŞİAR ve NUSUK kelimeleridir. ŞİAR, “SEMBOLLER” manasına, NUSUK ise o Vahyin indiği topluluğa ait SOMUT DİNİ KULLUK GÖSTERME DAVRANIŞLARI manasına gelmektedir.

Kurân bu somut dini davranışların yani NUSUK’un yapıldığı yere ve hareketlere MENSEK-MENASİK demektedir.

“Biz her ümmete bir “Mensek” kıldık, O’nun kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine Allah’ın adını ansınlar diye. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır, artık yalnızca O’na teslim olun. Sen alçak gönüllü olanlara müjde ver. “ Hacc/34

“Biz her ümmete bir Mensek kıldık, onlar bu tarz üzere “Nusuklarını” (SOMUT DİNİ DAVRANIŞLARINI) yapmaktadırlar. Öyleyse, din konusunda seninle çekişmesinler. Sen, Rabbine çağır. Şüphesiz sen dosdoğru bir hidayet üzerindesin.” Hacc/67

“Ey iman edenler, Allah’ın şiarlarına, haram olan ay’a, kurbanlık hayvanlara, (onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden bir fazl ve hoşnutluk isteyerek Beyt-i Haram’a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin.” Maide/2

“İşte böyle; kim Allah’ın ŞİARLARINI (sembollerini) yüceltirse, şüphesiz bu, kalblerin takvasındandır.” Hacc/32

Ayetler ve konunun geçtiği Hacc Suresinin adı ve konusundan da anlaşılacağı gibi Kurân vahyinde o toplumun geleneklerinde olan KURBAN ve HACC merasimleri yalnız Allah için yapılmak kaydı ile yeni “Ümmete” NUSUK olarak verilmiştir VE BU SON Vahyin Menseği olarak Mescid-el Haram (Mekke) belirlenmiştir. Yani her aidiyetin ihtiyacı olan somut şiarlar ve davranışlar tüm diğer eski ümmetlere de verildiği gibi bu yeni ümmete de zaten yapageldikleri bildikleri olarak düzenlenerek ve arındırılarak bu ikisi ile verilmiştir. Klasik anlamda bilinen ORUÇ uygulamasını da bunun içine dahil edebiliriz. Psikolojik, sosyolojik aidiyetleri ve kimlikleri açısından bu gerekli olduğundan dolayı SADECE İNSAN İÇİN verilmiştir.

Kurân’a bakarak söyleyebileceğimiz son Vahyi yüklenen ümmetin şiar-nusuk-mensek olarak kendilerine verilenleri BEYT-MEKKE-KURBANLAR-HACC-ORUÇ olabilir.

Konunun Tahrife Uğraması

Her Ümmet’te olduğu gibi Muhammed’in (selam ona) Ümmeti de kendisinden kısa bir süre sonra aralarındaki azgınlık-kıskançlık-dünyevi iktidar hırsları ile PARÇALANARAK MEZHEPLERE ayrılmıştır. ( Bakara 213, Al-i İmran 19 )

Gene her ümmette olduğu gibi ed-din İSLAM’ın özü olan, şirk-haram-kötü-günah-zulüm-yalan dolan-aldatma-fuhşiyyat işleri yapmamak, hanif-helal-adaletli-dürüst-merhametli-ahlaklı-tertemiz bir hayat yaşamak ve bununla Allah’a verdiği ahdi başarmak davranışları-hayat tarzı geri plana gitmiş, bu nusuklar-şiarlar sanki “dinin esas konusu” olarak algılanmaya ve uygulanmaya başlamıştır. Bu tüm ümmetlerde istisnasız aynı şekilde olmuştur.

Buna ilave olarak bu parçalanma ve tahrif döneminde, KURANA GÖRE SALÂT 4.Bölümde detaylı olarak incelenen ve kullanıldığı anlamlardan bir tanesi de Muhammed Nebinin müminlere Kurân Vahyini öğretme-ezberletme-anlatma dersi diyebileceğimiz es-Salât da bir nevi nusuk-şiar-ritüel olarak tanımlanmıştır. Oysa bahsedilen çalışmada net bir şekilde görüleceği üzere bu Salât’ın TEK AMACI, TEK İLLETİ, ona belirlenmiş vakitlerde devam ederek, Muhammed nebiden, Allah’ın Vahyini yani Kurân’ı/İslam’ı ( Dinillah-Kitaballah-Kelimetullah-Zikrullah-Nurullah-Nimetullah-Hablullah-Sıbgatullah ) tastamam ÖĞRENMEKTİR. (Maide 6, Cuma 9 )

Sonraki parçalanma ve tahrif yıllarında bu es-Salât Dersi de bir nusuk-şiar-ritüel konumuna indirgenmiş ve Müslümanlığın (İslam’ın değil Müslümanlığın) İKİNCİ ŞARTI olarak dogmalaştırılmıştır. İşte bugün de sorulan ve geçmişte de en büyük sorunlardan biri olarak görülmüş olan, “Müslümanların düzenli namaz kılanlarının” büyük çoğunluğunun dahi Kuran’ın içeriğinden bi-haber olmalarının, Kurân’a ters inanç ve davranışlar sergilemelerinin, Kurân’daki hükümlerden değişik hükümleri İSLAM’dan zannetmelerinin başta gelen sebebi de budur. Oysa o Salât, düzenli olarak Kuran’ın öğrenilmesi amacı ile emredilmişti (Maide 6, Cuma 9), asıl illeti bu idi. İçindeki seremoniler, semboller, dualar ise insanın psikolojik ve sosyolojik ihtiyaçlarını karşılayacak tali unsurlardı ki kendilerine serbest olarak bırakılmışlardı.

KURANA GÖRE SALÂT çalışması’nda detaylı olarak incelendiği gibi Muhammed Nebinin Salât’ına katılma şartları, FECR ve İŞA vakitlerinde, temiz olmak, ayık olmak, bırakmadan vaktinde devam etmek, ayakta saf halinde sessizce okunan Kurân’ı dinlemek ve kendilerine okunan Allah’ın Nimetini güzelce öğrenmek,bellemek bilenlerden olmaktır.

O toplumların geleneğinde olduğu üzere Muhammed Nebi bu okumaları ayakta durarak bölümler halinde yaptığında, tam bir saygı ile emre amadelik ve konsantrasyon sağlamak için saflar halinde ayakta dinleyen katılanların, kendilerine ALLAH’IN AYETLERİNE TESLİM OLUN-BOYUN EĞİN-İTAAT EDİN ( Arapçası ile “ruku edin” “secde edin” ) gibi emirlerin Muhammed Nebi ve müminlerce SOMUT GÖSTERGESİ OLARAK FİZİKİ ruku ve secde hareketleri ile sonlandırıldığı ve bir müddet yerde oturup dinlendikten sonra eğer devam edilecekse tekrar ayağa kalkılarak aynı şekilde Salât dersine devam edildiği anlaşılmaktadır. ( Bu bölümlerin sonradan Rekât olarak anlamlandırıldığı düşünülmektedir.) Burada bireysel ve topluca dualarını yapmaları da çok normaldir.

Belirlenen iki vakitte ( FECR-İŞÂ) müminlerin katılması zorunlu olan Salât’ların dışında Muhammed Peygamberin özel olarak yetiştirdiği Kuran hafızları ile sürekli, kendisine biat etmek üzere Medine dışından gelen kişi ve heyetlere, Mescidi dışında ziyaret ettiği yerlerdeki kişilere de sık sık bu Salât dersini yaptığı görülmektedir. Bir nebinin en önemli ve birinci öncelikli görevi de budur yani, kendisine inen Vahyi insanlara tebliğ etmek ve iman edenlere detaylıca öğretmek. İki vaktin dışındaki bu vakitlerde yapılan Salât derslerinin sonradan “sünnet namazları” olarak isimlendirildiği de anlaşılmaktadır. (Hatırlayınız; İsa nebinin Havarilerini)

Henüz yazım araçları ve gereçlerinin çok kısıtlı olduğu bir dönemde hem yeni nesillere VAHYİ ÖĞRETMEK hem de UNUTULMASININ ÖNÜNE GEÇMEK amacı ile Muhammed Nebiden sonra yerine geçen Halifelerinin de bu uygulamayı devam ettirdiği bilinmektedir.

Daha sonra, yaşanan iç savaşlar ve buna bağlı olarak Emevi İktidarı döneminde gerçekleşen ed-din de özden şekle dönüştürme tahrifi sırasında, bu Salât dersinin özünden koparılarak sadece dışındaki ve içindeki şekilsel hareketlerin asıl olarak öne çıkarıldığı ve dinin olmazsa olmazı bir “tapınma ibadetine” dönüştürüldüğü de kaynaklar dikkatle incelendiğinde anlaşılabilmektedir. Daha sonraki yıllarda fıkhi mezheplerin iyice kemikleşmesi ile formlaştırma ve standartlaştırmaya tabi tutulduğu da tarihi verilerden anlaşılabilmektedir.

Sonradan gelen kuşakların düştüğü algı yanılması da buradan kaynaklanmaktadır. Kurân’da geçen ilgili kavramların asıl anlamları göz ardı edilerek o toplumdaki SEMBOLİK GÖSTERİM ANLAMLARI gerçek anlamlarıymış gibi düşünülmektedir. Bu önemli kavramları Kurân’da kullanıldığı tüm ayetlerde incelememiz, hem Salât’ın Vahiy öğrenme dersi ya da Farsça ve Türkçe’deki kullanımı ile “Namaz”ın anlamını tam idrak edebilmemizi ve aslında GERÇEK ANLAMLARININ onların fiziksel somut gösterimleri DEĞİL, TARİF ETTİĞİ KAVRAM MANALARI olduğunu anlamamızı sağlayacaktır. Bu kavramlar ile kendilerinden istenene pratik hayatlarında itaat eden müminler bunu Vahyi öğrendikleri Salât dersinde de davranışları ile de somutlaştırarak göstermişlerdir. Doğru sıralama budur.

Kurân’ın Anlatım Uslubu

Burada asla unutmamız gereken bir konu da Kurân’ın kendisini tarif ettiği müteşabih/mesani – muhkem bir Kitap olması konusudur.

“Allah, MÜTEŞEBİH yani MESANİ bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek korkanların O’ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah’ın Vahyine (zikrillah) karşı yumuşar yatışır. İşte bu, Allah’ın hidayetidir, o-Vahiy ile dilediğini hidayete erdirir. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur.” Zümer/23

“Sana Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler MUHKEM’dir; diğerleri ise MÜTEŞABİH’tir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan BENZETİLEN NE VARSA  ( TEŞABEHA ) ona uyarlar. Oysa onun tevilini (varıp durduğu Muhkemini ) Allah’tan ve İlimde derinleşenlerden başkası bilmez. Derler ki: “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır”. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez. Al-i İmran/7

Not: Ayetin ilk cümlesindeki kelime MÜTEŞABİH, kalplerinde kayma olanların uyduğu ise orjinal kelime TEŞBEHE’sidir. Mealciler ve klasik paradigma iki ayrı kelime oldukları halde ikisinide MÜTEŞABİH diye verirler. Oysa orjinal metne dikkatle bakanlar ilk cümlede MÜTEŞABİH ikinci cümlede geçenin ise TEŞABEHE olduğunu göreceklerdir. Yani, kalplerinde kayma olanlar MÜTEŞABİH’e değil onun TEŞABEHE’sine uydukları için eleştirilmektedirler. Bu inceliği gözden kaçırmaktalar.

MUHKEM, bir konunun dolaysız direkt anlatımıdır. Net, tek anlamlı ve benzeşme içermeyen cümledir. Bu tip ayetler, İMAN ESASLARI ve SALİHÂT dediğimiz ve tüm insanların hesaba çekileceği konuları belirten yani Kitab’ın Anası olan ayetlerdir. Örneğin yeniden dirilmeye iman etmek, zina haramdır, masum kanı dökmek haramdır v.b. tip ayetlerdir.

MÜTEŞABİH yani MESANİ demek ise, bir konuyu benzeşim yönü ile çeşitli şekilerde, bazen farklı kelimelerle bazen de zıttı ile bir bütün halinde açıklayarak anlatan ayetler demektir. Kurân’ın mucizlerinden biri de her müteşabih/mesani anlatımın varıp durduğu bir MUHKEM açıklama AYETİNE ya da AYETLERİNE sahip olmasıdır. İlimde Derinleşen Muttaki Mümin kullar bu bağlantıları Allah’ın lütfu ile görebilirler.

Konunun daha iyi anlaşılması için aşağıdaki örneklere bakabiliriz.

“Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah’ın elçisi yani kelimesidir. Onu, Meryem’e yöneltmiştir ve O’ndan bir ruhtur.” Nisa/171 ayeti Müteşebih/Mesani bir ayettir.

İsa Nebinin Allah’ın bir elçisi olduğu ve babasız yaratıldığı müteşabih/mesani yani benzeştirilerek anlatılmaktadır. Bu ayetin MUHKEM’i yani benzeşerek anlattığı esas konu hakkındaki ana sonucu veren ayetler aşağıda detaylı olarak incelenmiştir:

Kelimetullah = Allah’ın Kelimesi, Allah’ın Vahyi/Ayetleri ve doğrudan o Vahyi ileten nebisi demektir. Şu iki ayet bu iki anlamı muhkem olarak göstermektedir:

“Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek mürekkep olsa, yine de Allah’ın kelimeleri (ayetleri) tükenmez. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir” Lokman/27

Rabbinin kelimeleri (ayetleri) doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O’nun kelimelerini (ayetleri) değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir.” Enam/115

“Kendisiyle Allah’ın konuşması (yukellimehullahu), bir beşer için olacak değildir; ancak bir vahy ile yani perde arkasından yani bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi durumu başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” Şura/51

Derken Adem, Rabbinden kelimeler (ayetler/Vahiy) aldı. Bunun üzerine (Allah’da) tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.Bakara/37

“Hani Rabbi, İbrahim’i kelimelerle (ayetler/Vahiy) denemişti. O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim’e): “Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım” dedi. (İbrahim) “Ya soyumdan olanlar?” deyince (Allah:) “Zalimler benim ahdime erişemez” dedi.” Bakara/124

Ve Ruh’un min Allah = Allah’dan bir Ruh = Adem ile beraber tüm insanlar için kullanılmıştır. İnsanın yaratılışında Allah tarafından verilmiş bir özelliktir. İsa Nebiye özel bir durum değildir. Bu sözün Müteşabihlerinden Muhkemine vardıran ayetleri aşağıdadır:

“Irzını koruyan (Meryem); biz ona kendi ruhumuzdan üfledik, onu ve çocuğunu insanlığa bir ayet kıldık.”

“Onu (Adem’i) bir biçime sokup, ona ruhumdan üflediğim zaman siz ona itaat edin.” Sad/72

“Şüphesiz, Allah katında İsa’nın durumu, Adem’in durumudur. Onu topraktan yarattı, sonra ona “ol” demesiyle o da hemen oluverdi.” Al-i İmran/59

Ve, “Allah’ın kendi Ruh’undan üflemesinin” tüm insanlar için olduğunun muhkemi:

Secde Suresinin 7-8-9. Ayetlerinde net olarak verilmiştir:
“Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır,
Sonra onun soyunu bir özden, basbayağı bir sudan yapmıştır,
Sonra onu ‘düzeltip bir biçime soktu’ ve ona ruhundan üfledi yani Sizin için duyma, görme ve akletme özellikleri kıldı. Ne az iman ediyorsunuz?”

Ayetlerin varıp durduğu bu muhkem’den de apaçık bir şekilde anlaşıldığı gibi “Allah’ın ruhundan üflemesi” sadece isa nebiye ait bir özellik olmayıp yaratılan tüm insanlara verilmiş bir özelliktir. İşte kuran’da müteşabih/mesani anlatımdan muhkem’e varış (tevil) böyledir.
Diğer türlerdeki MÜTEŞABİH/MESANİ ayetler için aşağıdaki örnekler verilebilir:

Sen onların DİNLERİNE tabi olmadıkça senden hoşnut olmazlar ayeti ile Sen onların KIBLELERİNE tabi olmadıkça senden hoşnut olmazlar ayetleri ya da Salatı iqame etmek ve arınmışlığa ulaşmak ayeti ile İman etmek ve Salihatı yaşamak ayetleri doğrudan benzeşerek anlatan ayetlerdendir.

ZITTINDAN ANLATIM olarak, “ ne doğruladı ne yöneldi, ancak yalanladı ve yüz çevirdi ayetleri ve Vahyi hayatına iqame etmek ve arınmışlığa ulaşmak ayetinin TAM ZITTI olan Vahyi terk ettiler ve şehvetlerine uydular ayetleri buna örnektir.
Bu açıklamalardan sonra Kurân’ın anlatım üslubunda aşağıda inceleyeceğimiz kavramların da nasıl kullanıldıkları net bir şekilde görülecektir.

KIYAM-RUKU-SECDE-TAVAF-İTİKAF Kavramları İncelemesi ve ilgili Ayetler:

Bu kavramların her birinin bir SÖZLÜK anlamı vardır ve o dönemin Arapları tarafından bu kök sözlük anlamları ile kullanılmaktadırlar. Bu gerçek anlamları ŞİAR-NUSUK’larda somut olarak da insanlar tarafından ifade edilmiştir. Kurân’da her ikisi için de kullanılmışlardır.

Çalışmamızda takip ettiğimiz metotta, kelimelerin tüm formlarında, Kurân’da geçtiği tüm ayetler teker teker çıkarılmış ve ayetin ve içinde geçtiği konunun bağlamında kelimenin kök anlamları ile irtibatlandırılarak hangi manada kullanıldığı tesbit edilmeye çalışılmıştır.

1- KIYAM KAVRAMI

Kıyam ( قيام ) kavramı, KAF-VAV- MİM (  قوم ) harflerinden oluşan kelimenin mastarıdır. Bu kelime şu şekillerde kullanılır : قام – ىقوم  ve “Ayakları üzerinde dik durmak” manasına gelir. Doğrudan ve Deyimsel olarak çok geniş bir kullanım ve anlam sahasına sahiptir. Bunlardan bazıları:

      Ayağa kalkmak, ayakta durmak
-       Bir yerde kalmak, yaşamına devam etmek, (ikamet)
-       Bir şeyi gözetip korumak, bakmak-ilgilenmek, muhafaza etmek, (kaimun ala…)
-       Ayağa kaldırmak,
-       Ayakta tutmak,
-       Bir şeyi talep etmede sebatkar, kararlı, ısrarcı olmak
      Bir konuda sağlam, kararlı, yerleşik, daimi olmak
-       Bir konunun sağlam, düzenli, aksamasız devam etmesini sağlayan (Kayyum)
      Dosdoğru, özü sözü bir, gerçek, tutarlı olarak tutulan davranışlar (istikamet)
-       Durulan yer, konum, rütbe (makam)
      Bir şeyin hakkını tam olarak vermek, onu gerçekleştirmek ( ikametü el-şey’in)
-       Kendisine yaslanarak, dayanarak bir şeyin dik durması
-       Özü sözü bir dosdoğru olan,
      Tam bir bağlılıkla kararlılıkla saygıyla emrine hazır olmak (kıyam)
-       Bir yere giderken demek ( iza kum ilâ İstanbul = İstanbul’a giderken)

Kelimenin bu anlam zenginliği içerisinde konumuz ile ilgili olarak Kurân’da kullanılan ayetleri aşağıda çıkarılmıştır:

ÂLİ IMRÂN suresi 18. ayet Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O’ndan başka ilah olmadığına adaleti ayakta tutarak / dosdoğru şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O’ndan başka ilah yoktur.

ÂLİ IMRÂN suresi 39. ayet O (Zekeriyya), Süleyman’ın Mabedinde ayakta durup (dua ederek Allah’a) yöneliyorken, melekler ona seslendi: “Allah, sana Yahya’yı müjdeler. O, Allah’tan olan bir kelimeyi (İsa’yı) doğrulayan, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamberdir.”

ÂLİ IMRÂN suresi 75. ayet Kitap Ehlinden öylesi vardır ki, bir kantar emanet bıraksan onu sana geri verir; öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, sen, onun tepesine dikilip ısrar etmedikçe onu sana ödemez. Bu onların “ümmiler ( Müşrikler ) konusunda üzerinizde bir yol (sorumluluk) yoktur” demiş olmalarındandır. Oysa kendileri (gerçeği) bildikleri halde Allah’a karşı yalan söylemektedirler.

ÂLİ IMRÂN suresi 113. ayet Onların (Kitap Ehlinin) hepsi bir değildir. Kitap Ehli’nden dosdoğru olan bir topluluk vardır ki, geceden anlarda İTAAT ETMİŞLER olarak Allah’ın ayetlerini okurlar.
Ummetun Kaimetun / Ummetun Vasetun / Xayra Ummetun  hepsi aynı manadadır yani DOSDOĞRU/FAZİLETLİ TOPLULUK demektir.

ÂLİ IMRÂN suresi 191. ayet Onlar, HER BULUNDUĞU DURUMDA/YERDE/HER YAPTIĞI İŞTE ( ayaktayken ve otururken ve yanları üzere yatarken) Allah’ı hep hatırlarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tenzih ederiz, bizi ateşin azabından koru.”

YÛNUS suresi 12. ayet İnsana bir zarar dokunduğunda, HER BULUNDUĞU DURUMDA/YERDE/HER YAPTIĞI İŞTE (yan yatarken, otururken ya da ayaktayken) bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamış gibi döner gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.

Not: Arapça’da yan yatarken ve otururken ve ayaktayken demek bir deyimdir ve kişinin her bulunduğu durumda ve yerde ve her yaptığı işte yani “hayatının tamamında sürekli” manasında kullanılır. Benzer kullanım, her nerede olursan-her nereden çıkarsan deyimidir.

Buna benzer olarak sabah-akşam, gece-gündüz ve benzeri zamanla ilgili Deyimler : daima-sürekli- hep manasında; doğu-batı, iki doğu-iki batı, gökler ve yerler gibi mekânsal Deyimler : her yer-her yerde manasında,

7, 700, 1000, 10000, 50000 gibi rakamsal Deyimler: çok-çok fazla-bitmez tükenmez manalarında kullanılan örneklemelerdir.

Her dilde ve tabiki Türkçe’de de benzer kullanımlar mevcuttur. ( “Adam, SABAH-AKŞAM bize geliyor”, “Sana 1000 kere söyledik anlamadın”, “DÜNYA-AHİRET kardeşimsin”, “GÖKLERE ve YERLERE ismini yazacağız” v.b. )

HÛD suresi 71. ayet  Karısı ayaktaydı, bunun üzerine şaşırdı çünkü  Biz ona İshak’ı, İshak’ın arkasından da Yakub’u müjdeledik.

HÛD suresi 100. ayet Bunlar, sana doğru haber kıssa olarak aktardığımız şehirlerin haberleridir. Onlardan kimi hâlâ ayaktadır/içlerinde ikamet edilmektedir, kimi de yerle bir olmuştur.

RA’D suresi 33. Her nefsin bütün kazandıkları üzerinde gözetici olana mı (baş kaldırılır?) Onlar Allah’a ortaklar koştular. De ki: “Bunları adlandırın (bakalım). Yoksa siz yeryüzünde bilmeyeceği bir şeyi O’na haber mi veriyorsunuz? Yoksa sözün zahirine mi (kanıyorsunuz)? Hayır, inkâr edenlere kendi hileli düzenleri, süslü çekici gösterilmiştir ve onlar (doğru) yoldan alıkonulmuşlardır. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için hiç bir yol gösterici yoktur.

KEHF suresi 36. ayet o-Ayağa kalkış Saati’nin (Yeniden Diriliş’in-Kıyamet’in olacağını) da zannetmiyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım.”

ZÜMER suresi 9. Yoksa o, Ahiretten sakınarak ve rahmete kavuşmayı umarak, itaat eden ve DOSDOĞRU OLARAK geceden anlarda gönülden boyun bükmüş kişi (gibi) midir? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünürler.”

HAŞR suresi 5. Hurma ağaçlarından her neyi kesmişseniz ya da kökleri üzerinde dimdik ayakta bırakmışsanız, (bu) Allah’ın izniyledir ve fasık olanları alçaltması içindir.

CUMA suresi 11. ayet Oysa onlar (Salât’a katılanlar) bir ticaret ya da bir eğlence gördükleri zaman, hemen ona sökün ederek seni (o-Salâtı ikame ettirirken) AYAKTA BIRAKTILAR. De ki: “Allah’ın katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

MEÂRİC suresi 33. ayet Onlar ki; şahitliklerini DOSDOĞRU yapanlardır.

NİSA suresi 5. ayet Allah’ın sizin için kendileriyle hayatınızı devam ettirici kıldığı mallarınızı düşük akıllılara vermeyin; bunlarla onları rızıklandırıp giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.

NİSA suresi 103. ayet o-Vahiy dersini tamamladığınızda, HER BULUNDUĞUNUZ DURUMDA/YERDE/HER YAPTIĞINIZ İŞTE (ayaktayken ve otururken ve yanları üzere yatarken) Allah’ı hep hatırlayın. Güvenliğe kavuştuğunuz da o-Vahiy dersi’ni yapın. Çünkü o-Vahiy dersi, mü’minler üzerine belirlenmiş vakitlerde zorunlu olmuştur.

FURKÂN suresi 64. ayet Onlar ki, Rablerine karşı itaat edenler yani DOSDOĞRU OLANLAR olmak için geceleri düşünürler, mütala ederler, işlerini tasarlarlar.

MÂİDE suresi 97. ayet Allah, Hürmetli Beyt olan Kâbe’yi, haram ayı, gerdanlıklı ve gerdanlıksız kurbanları (yani tüm bu sembollerin işaret ettiği İSLAM’ı)  insanlar için kendisiyle dosdoğru olacakları hayat tarzı kıldı. Böylece siz de bilmiş olursunuz ki, Allah gökte olanı da bilir, yerde olanı da; çünkü Allah herşeyi hakkıyla bilendir.

Destekleyen ayetler: Bakara 125, Ali imran 96,97,Hacc25,

Beyt-Mescid-el Haram için kullanılmış Benzer deyimler: Hüden linnas (insanlar için doğruya ileten rehber), Mesabeten linnas (insanlar için sabitlenmiş/dosdoğru),  Ayetullahi linnas (insanlar için Allah’ın ayetleri).

Tüm bu ayetlerin incelenmesi ile, KIYAM kavramının Salât dersindeki anlamının, Muhammed Nebinin Salât dersine katılanların,  dosdoğru müminler olarak, İslam dinine ve biraz sonra dinleyecekleri Allah’ın Vahyine ve içinde olan tüm hükümlere saygı ile İTAATE HAZIR olduğunun sembolik ve somut olarak gösterilişi olabileceği düşünülmektedir.

2- RUKU ve SECDE KAVRAMLARI

Ruku ( ركع ) kavramı, “Eğilmek – Bükülmek ” kökünden, “Bir konuda saygıyla tevazu gösterme, alçakgönüllü ve itaatkar olma, kendini alçaltarak kibrini gururunu kırma” anlamlarında kullanılır.

Buradan RUKU kelimesinin ASIL ANLAMININ, boyun bükerek teslimiyet, tabi olmak anlamında olduğu, ve RAKİİN (  الرّٰاكِعٖينَ ) kullanımının da esas anlamının saygıyla boyun büken, teslim olan, alçakgönlülükle kabul edenler olduğu anlaşılır.

Secde ( سجد ) kavramı, “devenin sahibini üstüne çıkarmak için boynunu indirerek eğmesi, meyve yüklü hurma dallarının, sahibinin rahat uzanıp toplamasına elverişli olarak eğilmesi” kök anlamlarından “ bir konuda tam bir teslimiyetle, o konunun emrinde olarak itaat etmek” anlamında kullanılır.

İnsanlık tarihinde, bir kralın, bir meclisin, bir tebliğin karşısında ona boyun eğip teslim olarak her emrine itaate hazır olduğunu, ona içten bağlılıkla itaat ettiğini göstermenin somut davranışları olarak da insanların önce dimdik kıpırdamadan ayakta duruş gösterdiği ve kendilerine söylenecek söylendikten sonra bellerini ve başlarını öne doğru bükerek eğmeleri ve yere dizleri ve yüzleri üzerine kapanmaları ile sembolize edilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken incelik, bu somut hareketlerin ASIL ANLAM olmadığı, saygıyla emrine hazır olmak-boyun bükmek-kabul etmek-itaat etmek asıl anlamının sembolleşetirilerek somutlaştırılması olduklarını unutmamaktır.

Ruku ve Secde kavramlarının Kurân’da kullanılan ayetleri aşağıda çıkarılmıştır:

BAKARA suresi 43. ayet o-VAHYİ hayatlarınıza hakim kılın ve arınmışlığa ulaşın yani (Allah’a/Vahye/İslam’a) teslimiyetle boyun eğerek iman edenlerle birlikte siz de teslimiyetle boyun eğerek iman edin.

ÂLİ IMRÂN suresi 43. ayet “Ey Meryem, Rabbin için dosdoğru ol ve itaat et yani teslimiyetle boyun eğerek iman edenlerle birlikte teslimiyetle boyun eğerek iman et.”

HAC suresi 77. ayet Ey iman edenler, (Allah’a/Vahye/İslam’a) teslimiyetle boyun eğerek iman edin ve itaat edin yani Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin, umulur ki kurtuluş bulursunuz.

MÜRSELÂT suresi 48. ayet Onlara (Müşriklere): (bu Vahye)” teslimiyetle boyun eğerek iman edin ” denildiği zaman, teslimiyetle boyun eğerek iman etmezler.

FETİH suresi 29. ayet Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, teslimiyetle boyun eğerek iman edenler ve itaat edenler olarak Allah’tan bir fazl lütuf ve rızasını arayıp ister görürsün. Kendi benliklerindeki bu sağlam karakterleri o teslimiyetle itaatin eseridir. İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek,) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bağışlanma ve büyük bir karşılık vadetmiştir.

MÂİDE suresi 55. ayet Sizin Veliniz, ancak Allah, O’nun elçisi, ve teslimiyetle boyun eğip iman ederek o-VAHYİ hayatlarına hakim kılan ve arınmışlığa ulaşan müminlerdir.

TEVBE suresi 112. ayet Tevbe edenler, kulluk edenler, emrine/vahyine övgüyle icabet ederek yüceltenler, günahlara/kötülüklere karşı kendilerini tutanlar-Allah yolunda sefere çıkanlar-Allah’ın rızasını arayıp duranlar, teslimiyetle boyun eğerek iman edenler ve itaat edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar yani Allah’ın sınırlarını koruyanlar;(işte bu) mü’minleri müjdele.

SÂD suresi 24. ayet (Davud) Dedi ki: “Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.” Davud, gerçekten bizim onu imtihan ettiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve yere kapanarak teslimiyetle boyun eğdi yani gönülden yönelip döndü.

Not: Ayette “xarre rakian” şeklinde geçmektedir. Xarru, sözlük anlamı olarak gökten serbest düşüşle yere düştü demektir. Derhal/karşı koyulamaz demek olarak da anlaşılabilir. Kuran’da  “Xarre succeden” şeklinde de kullanılmıştır. Dikkat edilirse yalnızca yere kapanarak secde edilmiyor aynı şekilde YERE KAPANARAK RUKU da ediliyor. Burada secde ve rukunun teslimiyetle boyun eğmek ve itaat etmek asıl anlamları çok açıktır. Yani insanın yere kapaklanması bunları fiziksel olarak göstermesidir. Yoksa bu ayetteki xarre rakian, bedenle yapılan ruku olsaydı yere kapaklanarak ruku etmek demek çok büyük bir çelişki olurdu ki insanlar bedensel rukunun yere kapaklanarak yapılmadığını çok iyi bilmektedir.

BAKARA suresi 58. ayet Ve hatırlayın, demiştik ki: “Şu şehre girin ve orada istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnızca, TESLİM OLARAK/İTAAT EDEREK kapısından girerken ‘dileğimiz bağışlanmadır’ deyin; (biz de) hatalarınızı bağışlayalım; iyilik yapanların (ecirlerini) arttıracağız.”

A’RAF suresi 161. ayet Onlara: “Bu şehirde oturun, ondan istediğiniz yerden yiyin, ‘dileğimiz bağışlanmadır’ deyin ve kapısından TESLİM OLARAK/İTAAT EDEREK girin, (biz de) hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanların (armağanlarını) arttıracağız” denildiğinde,

NİSA suresi 154. ayet Kesin söz vermeleri dolayısıyla Tur’u üstlerine yükselttik ve onlara: “Bu kapıdan TESLİM OLARAK/İTAAT EDEREK girin” dedik ve onlara: “Cumartesinde haddi aşmayın” da dedik. Ve onlardan kesin bir söz aldık.

KAF suresi 39. ve 40. ayetler Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbinin EMRİNİ/BUYRUĞUNU (o-VAHYİ) SÜREKLİ ANLAT/OKU.
Geceden zamanlarda (okuduğun Kuran bölümlerine/Sureleri bitip onların iman ettiklerini gösterdikleri) SECDE’lerinden sonra da, sen onu (rabbinin emrini/buyruğunu (o-vahyi)  sürekli anlat/oku.

TÛR suresi 48. ve 49. ayetler Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, Bizim gözlerimizin önündesin. Ve (o-Vahyi okumak/öğretmek/tebliğ etmek için)  her kalkışında Rabbinin EMRİNİ/BUYRUĞUNU (o-VAHYİ) SÜREKLİ ANLAT/OKU. Geceden zamanlarda (sen okuyup da onların secde ettiği) Kuran Bölümlerinden/Surelerden sonra da onu (Rabbinin EMRİNİ/BUYRUĞUNU (o-VAHYİ) SÜREKLİ ANLAT/OKU.

NİSA suresi 102. ayet Sen seferde onlarla beraber olduğunda o-Vahiy Dersi’ni onlara yaptır. Dersi yaparken onlardan bir grup, seninle birlikte dursun ve silahlarını (yanlarına) alsın;  onlar secde ettiklerinde (sen okumanı bitirip bunun işareti olan yere kapanma hareketini yaptıklarında), arkanızda mevzilensinler. Dersi yapmayan diğer grup gelip seninle dersi yapsınlar, onlar da ‘korunma araçlarını’ ve silahlarını alsınlar………

Not: Bu ayet Salat dersinde ayakta durarak okunan ve dinlenen Kuran ayetleri bölümü bittiğinde katılanların o ayetlere olan teslimiyet ve itaatlerini yere kapanarak SEMBOLLEŞTİREREK göstermelerini açıklamaktadır. Bu ayetteki kullanımdan da yukarıda Kaf Suresi 40.ayetindeki ifade daha net anlaşılmaktadır. Bu ayet bölümünün devamında ve aynı konudaki Cuma Suresi 10. Ayetinde gelen “ Salât’ı tamamladığınızda her durumda her yaptığınız işte Allah’ı hep hatırınızda tutun işlerinizde hep O’na itaat edin” demek Kaf 40. Ayetin sonundaki “secdelerin ardından da onu tesbih et” demek ile aynı anlamda kullanılmış olsa gerektir.

ÂLİ IMRÂN suresi 113. ayet Onların (Kitap Ehlinin) hepsi bir değildir. Kitap Ehli’nden dosdoğru olan bir topluluk vardır ki, geceden anlarda İTAAT ETMİŞLER olarak Allah’ın ayetlerini okurlar.

A’RAF suresi 206. ayet Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O’na kulluk etmekten büyüklenmezler yani işlerinde O’nun her emrini yerine getirirler yani O’na tam bir teslimiyetle İTAAT EDERLER.

YÛSUF suresi 4. ayet Hani Yusuf babasına: “Babacığım, gerçekten ben rüyamda onbir yıldız, güneşi ve ayı bana İTAAT ETMEKTELERKEN gördüm” demişti.

YÛSUF suresi 100. ayet Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; yere kapanarak onun hükümdarlığına SAYGI GÖSTERDİLER/İTAAT ETTİLER. Dedi ki: “Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O’dur.”

Not: Bu iki ayette SECDE kavramının asıl manası olan TESLİMİYET-İTAAT ve bunun o dönemde somut göstergesi olarak YERE KAPANMA davranışı da beraberce verilmiştir. Güneş-ay ve yıldızlar elleri dizleri alınları olmadığı halde “SECDE EDEBİLMEKTEDİRLER” yani bir kişiye teslimiyetle onun düzenine emirlerine itaat edebilmektedirler. “Gökte ve yerde ne varsa, güneş, ay ve yıldızlar da Allah’ı tesbih eder ve ona secde eder” şeklindeki ayetlerde birebir bu anlatılmaktadır. İnsanlardan da asıl istenen Allah’a İslam’a Vahye uygun yaşamaları yani boyun büküp teslim olmaları ve itaat etmeleridir. Bunun somut göstergesi olarak da yalnızca Allah’a FİZİKSEL olarak “ruku” ve “secde” edebilirler. Bu kendilerini motive etmelerini ve aidiyetlerini kuvvetlendirici psikolojik ve sosyolojik destek sağlayabilir.

NAHL suresi 48. ayet Allah’ın yarattığı şeyleri görmüyorlar mı? Onun gölgeleri boyun bükmüş sağdan ve soldan Allah’a İTAAT EDEREK dönmektedir.

RAHMÂN suresi 6. ayet Bitki ve ağaç (Allah’a) İTAAT EDİYORLAR.

RA’D suresi 15. ayet Göklerde ve yerde her ne varsa –ister istemez- Allah’a İTAAT EDER. gölgeleri de sürekli (O’na itaat eder).

NAHL suresi 49. ayet  Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah’a İTAAT EDERLER yani onlar büyüklük taslamazlar.

Not: İsra/44, Enbiya/19-20, Nur/41, Hadid/1, Haşr/1-24, Saff/1, Cuma/1, Tegabun/1, Secde/15 ve daha bir çok benzer ayette gelen “ ve lillahi yusebbihu men fis semavati vel ardi…” şeklindeki ayetler de aynı manadadır. KURANA GÖRE TESBİH çalışmasına bakınız. Burada dikkat edilmesi gereken bu kalıp ayetlerde değişen ve birbirinin yerini alan kelimeler SECDE ETMEK ve TESBİH ETMEK kelimeleridir ve ikisi de tam bir teslimiyetle itaat etmek anlamını taşırlar.

İSRÂ suresi 107. ayet De ki: “İster ona inanın, ister inanmayın: O, daha önce kendilerine Vahiy verilenlere okunduğu zaman, çenelerinin üstüne kapanarak SECDE EDERLER/ONA İMAN-İTAAT EDERLER

MERYEM suresi 58. ayet İşte bunlar; kendilerine Allah’ın nimet verdiği peygamberlerdendir; Adem’in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımız (insan nesillerin)den, İbrahim ve İsrail (Yakup)in soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahman (olan Allah’)ın ayetleri okunduğunda, SECDE EDER/ONLARA İMAN-İTAAT EDER ve ağlarlar.

Not: Bu son iki ayette de yazının girişinde bahsettiğimiz o dönem toplumlarında saygı ile teslim olup itaat etmenin göstergesi olarak fiziki yere kapanma hareketinin önceki Vahiy sahiplerince de yapıldığını bir kez daha gösterilmektedir. Asıl anlam gene İTAAT ETMEK-KULLUK ETMEK tir.

TÂHÂ suresi 70. ayet Bunun üzerine o büyücüler, SECDE ETTİLER, “Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik” dediler.

A’RAF suresi 120 ve 121. ayetler (Şuara 46, 47 ve 48. Ayetler de birebir aynıdır.)
Ve karşılaştıkları bu durumla o büyücüler SECDE EDEREK,
“Alemlerin Rabbine iman ettik” dediler. “Musa’nın ve Harun’un Rabbine…”

Not: Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi o dönemin toplumlarında bir şeye saygısını, teslimiyetini, imanını, itaatını yani SECDE ettiğini göstermek amacı ile FİZİKSEL olarak yere kapaklanma hareketi yapılmaktadır. Resmine de alıntıladığımız Arkeolojik Kalıntılar’dan da bu durum rahatça görülebilmektedir.
Her toplum saygı ile itaat-teslimiyet sembolik somut davranışı olarak bunu gösterdikleri otorite karşısında bu hareketleri yapmışlardır.

FURKÂN suresi 60. ayet Onlara (Müşriklere): “Rahman (olan Allah)a İTAAT EDİN” denildiği zaman, nefretleri artarak “Rahman da neymiş? Biz senin bize emrettiğine mi İTAAT EDECEK MİŞİZ?” derler.

FUSSİLET suresi 37. ayet  Gece, gündüz, güneş ve ay O’nun ayetlerindendir. Siz güneşe de, aya da
SECDE ETMEYİN. Eğer yalnız O’na kulluk edecekseniz Allah’a İTAAT EDİN, ki o ikisini de kendisi yaratmıştır..

Not: Yukarıdaki Furkan 60. ayetle birlikte okunmalıdır. Gene bu ayetten de o toplumların Allah ile beraber gök cisimleri ile sembolleştirdikleri sahte tanrılara fiziksel secde ederek kulluk gösterileri yaptıkları anlaşılmaktadır. ( Mekke’de ismi AbduşŞems = Güneşin Kulu  olan kişilerin yaşadığı ve aynı isimdeki ataları olduğu da bilinmektedir, muhtemelen Yemen’den göçle gelmiş olan Arube’ler) Burada secde kavramı her iki anlatımı da içerecek şekilde ilkinde onların bu gök cisimlerine fiziki secde ile kulluk gösterilerini, ikincisinde ise yalnız Allah’a itaat etmeleri anlamında kullanılmıştır. Soyut-Somut anlam bütünlüğü burada da görülmektedir.

HAC suresi 18. ayet Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan bir bölümü Allah’a İTAAT ETMEKTEDİRLER. Bir bölümü üzerine de azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.

FURKÂN suresi 64. ayet Onlar ki, Rablerine karşı İTAAT EDENLER yani dosdoğru olanlar olmak için geceleri düşünürler, mütala ederler, işlerini tasarlarlar.

NEML suresi 24. ayet “Onu ( Sebe Melikesi ) ve kavmini, Allah’In yanında güneşe de SECDE ETMEKTELERKEN buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar.”

NEML suresi 25. ayet  “Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah’a İTAAT ETMESİNLER diye (şeytan bunu yapmaktadır).”

Not: Bu iki ayetten de o dönemde Yemendeki Sebe Ülkesi halkının yaratıp yöneten tek Tanrının yanında Güneş ( ve diğer gök cisimleri ) ile sembolleştirdikleri yarı-tanrılarına ki genel de geçmişlerindeki Krallar-Kraliçeler-Din Adamları v.b. liderlerdir,  fiziksel secde hareketi ile itaatlerini gösterdikleri ve ikinci ayette bunun asıl manası olan ALLAH’IN EMİRLERİNE itaat etmeyip şirk koştukları sonucunu doğurduğunu görmekteyiz.

SECDE suresi 15. ayet Bizim ayetlerimize ancak, kendilerine hatırlatıldığı zaman, TAM BİR TESLİMİYETLE DERHAL İTAAT EDENLER yani büyüklük taslamayarak Rablerinin emrini yerine getirenler iman eder.

İNŞIKAK suresi 20, 21, ve 22. ayetler Şu halde onlara (Mekkeli müşrikler) ne oluyor ki iman etmiyorlar?yani Kendilerine Kur’an okunduğunda İMAN/İTAAT ETMİYORLAR.Tersine, o nankörler, yalanlıyorlar.

Not: Görüldüğü gibi İMAN ETMEMEK yani SECDE ETMEMEK ve bunların zıt anlamı YALANLAMAK bir arada kullanılarak her bir kavram birbiri ile hem teyid hem zıt anlatım ile çok net bir şekilde açıklanmaktadır.

NECM suresi 59, 60, 61 ve 62. ayetler  Şimdi siz, bu sözden mi şaşkınlığa düşüyorsunuz? (Alayla) Gülüyorsunuz ve ağlamıyorsunuz. yani sizler başkaldıranlarsınız. Hemen, Allah’a İTAAT EDİN yani kulluk edin.

Not: Ayetler Kuran’ı alaya alarak yalanlayan Mekke müşrikleri hakkındadır. 61. ve 62. Ayetlerde kullanılan سَمِد   ve سْجُد birbirinin zıttı kök kelimelerdir. İlki başkaldıran-asilik eden ikincisi baş eğen-itaat eden anlamı burada zıttından anlatım mesani metodu ile verilmiştir. Aynı metotla bir kere daha SECDE’nin Allah’a yani İslam’a yani kendilerine okunan Vahye/Kuran’a teslim olmaları-itaat etmeleri yani iman etmeleri manasında,  bir üstteki İnşikak Suresi 20-22. ayet grubunda bir kere daha ZITTINDAN MESANİ olarak açıklanmıştır.

İNSÂN suresi 23. ve 26. Ayetler arası (Muhammed) Şüphesiz ki, Kur’an’ı senin üzerine ‘bölümler halinde bir indirme tarzıyla indiren biziz, Öyleyse, Rabbinin hükmüne sabır göster. Onlardan günahkar veya nankör olana itaat etme. Ve sürekli Rabbinin ismini (o-Vahyi) AN/ANLAT Geceden zamanlarda onu (o-Vahyi) duyurma görevine İTAAT ET yani geceleyin uzun uzadıya onu (o-Vahyi) SÜREKLİ ANLAT.

Not: İnsan suresinin bu bölümü, Müzzemmil Suresi, İsra 78-79, Hud 114 ile beraber okunmalı ve anlaşılmalıdır.

ALAK suresi 19. ayet Hayır; ona boyun eğme ki (Rabbine) İTAAT ET ve yakınlaş.

HİCR suresi 98. (Muhammed)  Sen, Rabbinin Emrini/Buyrunu (o-VAHYİ) SÜREKLİ ANLAT/OKU
yani (VAHYE/Allah’a) o-İTAAT EDENLERDEN ol.

ŞUARA suresi 214-220. Ayetler arası Aşiretinden en yakınlarını uyar. Ve mü’minlerden, sana tabi olanlara (koruyucu) kanatlarını ger. Eğer sana isyan edecek olurlarsa, de ki: “Şüphesiz ben, sizin yaptıklarınızdan uzağım.” Sen, O güçlü ve üstün, esirgeyici olan (Allah’) Vekil kıl, O, (Vahyi tebliğ/okumak/öğretmek için) ayağa kalktığın zaman seni görüyor. (sen tebliğ ettiğinde/okuduğunda/öğrettiğinde o-VAHYE/Allah’a) o-İTAAT EDENLER arasında dönüp dolaşmanı da Hiç şüphesiz, O, her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.

ZÜMER suresi 9. ayet Yoksa o, Ahiretten sakınarak ve rahmete kavuşmayı umarak, İTAAT EDEREK ve dosdoğru olarak geceden anlarda gönülden boyun bükmüş kişi (gibi) midir? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünürler.”

Not: Kurân’da, Allah’ın emri ile meleklerin Adem’e “secde” etmesi ile ilgili çok sayıda ayet bulunmaktadır. Hepsini alıntılamak yerine aynı manada kullanım olduğundan aşağıdaki Bakara Suresinin 43. Ayeti bu konudaki benzer tüm ayetler için örnek ayet olarak verilecektir. Bu konu ile ilgili tüm ayetlerde geçen meleklerin SECDE ETMESİ ve İblis’in SECDE ETMEMESİ tamamı ile kelimenin ASIL ANLAMI olan saygı göstermek/üstünlüğünü kabul etmek manasındadır. Bu ayetlerdeki kullanışta hiçbir sembolik anlatım yoktur.

BAKARA suresi 34. ayet Ve meleklere: “Adem’e SAYGI GÖSTERİN/SİZDEN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ KABUL EDİN” dedik. İblis hariç hepsi  SAYGI GÖSTERDİ/ÜSTÜNLÜĞÜNÜ KABUL ETTİ. O ise, diretti ve kibirlendi ve kafirlerden oldu.

3- İTİKAF KAVRAMI

Âkif ( عكف ) ve bundan türetilmiş ( العكوف ), (  اعتكاف ) kavramları, sözlük anlamı olarak “bir şeye yönelmek, sıkıca yapışmak, tutkuyla ve yücelterek sürekli ona kendini hasretmek, bir yerde tutmak, alıkoymak” ve bu fiilleri yapan manalarına gelir.
Kelimenin kullanım şekilleri aşağıda verilmiştir:

Sözlük anlamları:

- Bir şeye, tutkun, düşkün, tiryaki, meşgul, kendini adamış. (Akifun alâ…)
- Bir şeye yapışmak, tutunmak, ayrılmamak, kendini vermek, hasretmet ( …alâ…. )
- Bir yerde sürekli kalmak, mukim olmak, inzivaya çekilmek, kendini soyutlama (..fi..)
- Bir şeyden alıkoymak, bırakmamak, uzak tutmak ( .. ân…)

Kavramın Kurân’da kullanılan ayetleri aşağıda çıkarılmıştır:

A’RAF suresi 138. ayet İsrailoğullarını denizden geçirdik. Putlarına TUTKUYLA BAĞLI OLAN olan bir kavme rastladılar. Musa’ya dediler ki: “Ey Musa, onların ilahları (var; onların ki) gibi, sen de bize bir ilah yap.” O: “siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz” dedi.

TÂHÂ suresi 91. ayet  (İSRAİLOĞULLARI) Demişlerdi ki: “Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı BAĞLILIĞIMIZDAN kesinlikle ayrılmayacağız.”

TÂHÂ suresi 97. ayet (Musa) Dedi ki: “Haydi çekip git, artık senin hayatta (hakettiğin ceza: “Bana dokunulmasın”) deyip yerinmendir.” Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azab dolu) bir buluşma zamanı vardır. TUTKUYLA BAĞLANIP SAVUNDUĞUN ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip yemm’e savuracağız.”

ENBİYÂ suresi 52. ayet Hani (İbrahim) babasına ve kavmine demişti ki: “Sizin, TUTKUYLA BAĞLI OLDUĞUNUZ bu sembolik heykeller nedir?

ŞUARA suresi 71. ayet Demişlerdi ki: “Putlara kulluk ediyoruz, onlara TUTKU İLE BAĞLI OLARAK onları savunuyoruz.”

BAKARA suresi 187. ayet  Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde KENDİNİZİ ALIKOYDUĞUNUZ/DIŞ DÜNYADAN SOYUTLADIĞINIZ zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.

HAC suresi 25. ayet Şüphesiz, inkar edip Allah yolundan ve kendisini orada mukim olanlarla dışarıdan gelenler için eşit kıldığımız Mescid-i Haram’dan alıkoyanlara, orada zulmederek adaletten ayrılanlara acı bir azab taddırırız.

4-  TAVAF KAVRAMI

Tavaf ( طوف ) kavramı,  “ onu korumak, gözetmek, hizmet etmek amacıyla bir şeyin etrafında dönmek dolaşmak, bir şeyin etrafını sarıp kuşatmak” anlamlarında kullanılır. Koruma hizmeti vermek amacı ile geceleyin evlerin etrafında dönüp dolaşması nedeni ile gece bekçisine ( الطاءف ) denir. Kurân’da konumuz ile ilgili ayetlerde geçen (لطَّائِفٖينَ ا – tavaf edenler) işte bu kelimenin çoğuludur.

Sembolik olarak, Kabe-Meccid’il Haram-Safa-Merve etrafında dönerek dolşamanın ve adına TAVAF denmesinin ASIL MANASININ, bu şiarların sembolize ettiği İSLAM DİNİ’ne saygı ile onun hizmetinde olmak ve hayatında sıkıca onu koruyup kollamanın bir ifade edişi olduğu buradan anlaşılmaktadır.

SÂFFÂT suresi 45. ayet (Cennetlikler) Kaynaktan doldurulmuş kadehlerle çevrelerinde dolaşılarak hizmet edilir.

ZUHRUF suresi 71. ayet  “Onlara altın tepsiler ve testilerle çevrelerinde dolaşılarak hizmet edilir, orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı her şey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız.”

KALEM suresi 19. ayet Fakat onlar, uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp gelen bir TAYFUN onun üstünü sarıp kuşatıverdi.

İNSÂN suresi 15. ayet Gümüşten billur kaplar ve kupalar ile çevrelerinde dolaşılarak hizmet edilir.

GENEL DEĞERLENDİRME

Buraya kadar olan çalışmada,  kıyam-ruku-secde-tavaf-itikaf kavramlarının ayrı ayrı hem asıl anlamları hem de sembolik gösterim şekillerine verilmiş anlamları geçtikleri ayetlerde incelenmiştir. Kuran’da hepsinin bir arada kullanıldığı ve MESANİ bir anlatımla, son Vahyin indiği Mekke, Mescid-el Haram, Kâbe, İbrahim Peygamber sembolleri üzerinden Vahyin son kez Mekke’de inişi ile O BÖLGE HALKLARINA çok iyi tanıdıkları bu semboller üzerinden verdiği mesajı anlatan iki ayet bulunmaktadır. Bunlar Bakara Suresinin 125. ve Hacc Suresinin 26. Ayetleridir. Aşağıda bu ayetlerin hem sembolik hem de asıl anlam mealleri verilmiştir.

BAKARA suresi 125. ayet SEMBOLİK MEAL: Hani Evi insanlar için sığınılacak bir güvenlik yeri kılmıştık. “İbrahim’in makamını (Vahyini) yöneliş yeri edinin”, İbrahim ve İsmail’e de, “Evimi, tavaf edenler ve itikafa girenler ve rüku secde edenler için temizleyin” diye ahid verdik.

ASIL ANLAM MEALİ: Hani, İslam’ı,  insanlar için dosdoğru din kılmıştık. İbrahim’in Vahyini/Peygamberliğini yöneliş yeri edinin ki emniyette olun. İbrahim ve İsmail’e de, “Dinimi, onu TİTİZLİKLE KORUYANLAR olup TUTKU İLE BAĞLANANLAR yani ona TESLİM OLUP içindeki tüm emirlere hayatlarında İTAAT EDENLER için şirk-küfür-günah bulaştırmadan tertemiz tebliğ edin” diye ahid verdik.

HAC suresi 26. ayet SEMBOLİK MEAL: Hani biz İbrahim’e Evin yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) “Bana hiç bir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rüku secde edenler için Evimi tertemiz tut.”

ASIL ANLAM MEALİ: Hani biz İbrahim’e İslam’ı yeniden tebliğ edeceği yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) “Bana hiç bir şeyi ortak koşma, Dinimi, ona HİZMETÇİLER olup DOSDOĞRU OLANLAR yani ona TESLİM OLUP içindeki tüm emirlere İTAAT EDENLER için şirk-küfür-günah bulaştırmadan tertemiz tebliğ et ”

İki ayet aynıdır. Dikkat edilirse iki ayette birbirinin yerini alarak değişen akifiin ve kaimiin kelimeleridir. Bu iki kavramın yukarıda açıklanan “bir yerde kendini alıkoymak-tutku ile bağlanmak” ve “bir yerde sabit kalmak (ikamet) – dosdoğru olmak” anlamları hatırlanırsa aslında ikisinin de diğer kavramlar gibi aynı şeyi anlattığı görülecektir. İslam üzere sabit kalmak ona tutku ile bağlı yaşamak yani dosdoğru olmak.

Tüm bu kavramlardan anlaşılan;

- Beyt’in etrafında dönmek yani tavaf aslında İslam’a çok titiz bir şekilde bağlı olarak onu tüm hayatında titizlikle uygulamak,
- Beyt’de İtikafa çekilmek aslında İslam’a tutku ile bağlı olup kendini onda alıkoymak,
- Ayakta dimdik durmak yani Kıyam aslında, Allah’a büyük bir saygı ile emrine her an her yerde hazır bir şekilde dosdoğru bir mümin olmak,
- Belini bükerek Rüku etmek aslında Vahye/İslam’a tam bir saygı ile gönülden iman etmek,
- Alnı üzere yere kapaklanarak Secde etmek aslında Vahyin/İslam’ın tüm emirlerine pratik hayatında itaat ederek yaşamak

Asıl anlamlarının, insanlar tarafından SEMBOLİK ve SOMUT olarak gösterilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar insanın ve toplumun psikolojik rahatlama-güven-eminlik ve sosyolojik aidiyetini kuvvetlendirecek araçlardır.

Muhammed Nebi ve arkadaşlarının da, o bölgenin İbrahim Nebiden miras kalmış ve dejenere edilmiş o yüzlerce yıllık geleneklerine uygun olarak Hacc esnasında yalnızca Allah’ı anarak Beyt’i tavaf ettikleri, Mescid de bağlılıklarını ve İslam’ın içindeki ikametlerini sembolize eden itikafları yaptıkları ve özellikle Salât/Vahiy dersinde tam bir saygı ile KIYAM’da Allah’ın ayetlerini okuyup dinledikleri ve bunlara teslim olup itaat ettiklerinin fiziksel bir göstergesi olarak sonunda RÜKU ve SECDE hareketlerini ve insanın kaçınılmaz ihtiyacı olan dualarını yaparak ders bölümlerini bitirdikleri düşünülmektedir.

Ve onlar, bunların kendileri için birer araç olduğunu ve kendilerinden asıl beklenenin, Vahye/İslam’a tutku ile bağlı olup gönülden o Vahyin tamamlanmasına ve tebliğine hizmet ederek, onun tüm emir ve hükümlerine pratik hayatlarında da tam bir teslimiyetle itaat ederek yaşayacakları ve bununla arınmışlığa ulaşıp Allah’a verdikleri yaradılış ahdine bağlı kalmışlar olarak O’na dönecekleri olduğunun bilincinde olmuşlardır.

Sonradan gelenlerce dinin mezhepleşme ve tahrif sürecinde kavramların bu asıl anlamları geri plana itilmiş, sembolik anlamları asıllaştırılmış ve son Vahiy’de tıpkı tüm diğer öncekileri gibi Nebilerden kısa bir süre sonra özünden uzaklaştırılarak bir “şekilci tapınma” formuna indirgenmiş ve insana verilmiş araçlar amaçlaştırılarak gerçek hedef unutulup gitmiştir. Gerçek Emir, Vahyi/Kurân’ı güzelce öğrenerek hayatının her anında ve her alanında ona uygun yaşayarak Mümin Muttaki bir hayat sürmektir.

Her dönemde aklını kullanan, ahirete gerçekten gönülden güvenerek bağlanan ve Allah’a verdikleri söze sadık kalmışlar olarak dönmek isteyen hanif muxlis müminler olmak için çabalayan muttakilere de Allah rahmet ederek ed-din İslam’ı Hakk’ı ayıklatmış yani onlara bir nur ve Furkan vermiştir (Enfal Suresi/29, Bakara 213, Al-i İmran 19).

Allah’ın dini İslam’da, kişilerin söz ve hareketleri yalnız başlarına hiçbir değer ifade etmez, aslolan bu söz ve davranışların İslam’ın hükümlerine tam bir uygunlukla pratik hayatlarının her anında, her yerde ve yapılan her işte Hakka uygun olarak yaşanmasıdır, amellerdir. Bu hal üzere yaşayıp ölenler gerek bireysel gerekse toplumsal hayatlarında EMAN altındadırlar ve Allah’ın vaadine kavuşacaklardır. İşte bu yüzden “ve le Zikrullahi ekber” dir yani Allah’ın Vahyi en yücedir.

İnsan Salât için değildir, Salât insanın kurtuluşu içindir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder